Unutulmamalıdır; çünkü Batı’nın Türkiye üzerindeki sinsi planları net bir şekilde bu tarihte görünmeye başlar.
Bu tarihi unutmayacağız ki günümüzü daha doğru değerlendirme şansımız olsun. Tarihi sadece iyi okumak yetmez çok iyi de hatırlamak ve yorumlayabilmek gerekiyor.
Osmanlının son ve en karanlık yıllarına gidelim: Tarih 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanır.
Bu anlaşma, ateşkes anlaşması gibi görünse de aslında o dönemin süper güçlerinin asırlardır sürdürdükleri kinle, Osmanlı topraklarını paylaşmaya ve bu milleti yok etmeye yönelik çok sinsi bir hamlesidir.
Dönem öyle bir süreci kapsar ki İmparatorluğun dış düşmanlarının tuzakları bir tarafa, içeride de maskelerin düştüğü kurum ve kuruluşların gerçek niyet ve yüzlerinin ortaya çıktığı ihanet dolu günler yaşanır.
Partiler, farklı görüşe sahip kitleler hatta basın “bağımsızlık taraflısı” yada “yabancılarla işbirliği taraflısı” gibi bölünmelerle sahnede yerini almış aleni bir şekilde uluorta konuşuyorlardı.
İşgalci ülkelerle İşbirlikçilerin başını o günkü basında Ali Kemal çeker.. O grup basın ülkeyi bölge bölge işgal etmekte olan ülkelerden himaye ister ve bu arada Anadolu’da başlayan Milli Mücadeleye de düşmanca karşı çıkar.
Istanbul’da Şeyhülislam Milli Mücadele’de görev alan kahramanlar için “öldürmek caizdir” şeklinde fetva yazmaktan çekinmez.
Acaba Kur’an’ı Kerim neresinde bu fetvayı teyid eden bir ayet vardır bilinmez ama yine de yazar muhterem!
Çukurova’yı Fransız askeri kiyafeti giymiş Ermenilere, Doğu’yu İngiliz denetiminde Ermenilere, İzmir’i de Yunanlılara işgal ettiren o dönemin süper güçlerinin Osmanlı'yı yoketmesine az kalmıştı.
Daha da dramatik ve düşündürücü olan şuydu:
Vahdettin kendini ve tahtını düşünmekten başka bir şey yapmıyordu. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki Hükumet ise acz içinde Vahdettin ne derse onu yapan bir kukla görünümündeydi.
İşgalci Devletler anlaşmadaki bazı boşluklardan sudan sebeplerle yararlanarak Donanma ve askerleriyle İstanbul’u işgal ederler.
Yetmez Adana ili Fransız; Urfa, Maraş, Gaziantep İngilizler tarafından işgal edilir, Antalya ve Konya’ya İtalyan askerleri;  Merzifon ve Samsun a da İngiliz askerleri girer.
15 Mayıs 1919 da Yunan Ordusu İzmir’e çıkar.
Bu arada ülke içinde birbiri ardına adeta ihanet dernekleri kurulmaya başlanmıştır:
Ingiliz Muhipleri (İngilizleri sevenler) Cemiyeti: Amaç şuydu Ingiltere’nin koruması altına girmeyi desteklemek.
Bu derneğin üyeleri arasında Osmanlı padişahı ve Halifesi,Başbakan Damat Ferit Paşa, İç İşleri Bakanı Ali Kemal gibi gibi kişiler vardı.
Yetmedi.
Amerikan Mandasını İsteyenler: Bir kısım devlet adamı da kurtuluşun Amerikan mandasında olduğuna inanıyordu.
İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal müfettiş görevi ile Anadolu’ya gönderildi. Aslında buna gönderilme denemez başımızdan gitsin kabilinden Istanbul’dan uzaklaştırıldı.Görevi de Samsun ve çevresinde aşayiş sorunlarını çözmesi şeklindeydi.
Bakın Mustafa Kemal o ortamı nasıl anlatıyor:
''Düşman işgal devletleri Osmanlı Devletin her yönden saldırı halindelerdi. Memleketi bölmeye ve imha etmeye kararlıydılar. Padişah ve Hükümet sadece nasıl kalırız, nasıl koltuklarımızı devam ettiririz derdine düşmüşler ve acz içindeler.
Millet ve ordu Padişah ve Halifenin ihanet içinde olduğundan habersiz ama o makamlara asırlardır mevcut olan dinsel ve geleneksel sadakatini aynen sürdürmekteydi.
Daha da endişe verici durum ise Millet ve Ordunun padişah ve halife olmadan bir kurtuluşun olabileceğine yönelik hiç bir inancını olmamasıydı.
Zaten böyle düşünüyor olmak bile vatan haini ve dinsiz olmak için yeterli nedendi!
Kafalarda işgalci devletlerin bırakın tümüyle biriyle bile mücadele edilemeyeceği inancı hakimdi.
Mustaf Kemal şöyle devam ediyordu:
“Efendiler ben ne İngiltere himayesi nede Amerikan mandası fikrinde isabet görmedim, çünkü bu fikirlerin mantığı çürüktü. Osmanlı devletinin temelleri yok olmuş, ömrü sona ermekte ve bölge bölge parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün yaşadığı ATA YURDU kalmıştı. Efendiler, bu durum karşısında tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’a ayak basar basmaz tatbik etmeye başladığımız karar bu karar olmuştur”
Mustafa Kemal bu kararını şu mantığa dayandırıyordu:
“Temel amaç Türk Milletinin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.Bu amaca sadece tam bağımsızlıkla ulaşılabilir. Ne kadar zengin olunursa olunsun bağımsız olmayan bir devlet büyük devletlerin önünde uşak olmaktan öteye gidemez. Hele yabancı bir devletin korumasını talep etmek insan olmamak ve zavallılığın itirafıdır. Oysa Türk'ün onur ve gururu vede yeteneği çok büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsa daha iyidir.”
Mustafa Kemal için başarı için pratik ve emin yol her aşamayı vakti geldiğinde uygulamaktı.
Böyle bir ortamda bu inanç ve kararlılıkla 19 Mayıs 1919 da Samsuna ayak basan Mustafa Kemal Atatürk ancak bir dehanın başarabileceği mucizeye yani Türkiye Cumhuriyeti ne doğru adım adım ilerliyordu. 
DEVAM EDECEK..