30 Ekim 1918 için ne demiştik: Bu tarih asla unutulmamalı zira o dönemin süper güç devletleri asırlardır biriktirdikleri kinle Osmanlı’yı lime lime doğrayıp bölerek İstanbul ve Anadolu’nun büyük bir bölümünü işgal etmişlerdi.
Son ve bitirici darbeye sıra gelmişti ki 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan sönmüş gibi duran bir yanardağın ilk patlama sesleri gelmeye başladı.
Kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinin kırılma noktası buydu işte. 
Padişah ve ailesi patlamanın daha ilk seslerinden itibaren milli mücadeleye düşmanca bir tavır sergiliyordu.
Atatürk, başarı için pratik ve en emin yolun her aşamanın vakti gelince uygulanmasında olduğuna inanıyordu.
Zira en yakın arkadaşları bile vizyon ve hayalgücü eksikliğinden zaman zaman onun devrimsel düşüncelerini
yeterince kavrayamıyor ve Atatürk ile ters düşebiliyordu.
Tam bir teslimiyet belgesi olan Mondros Ateşkes Anlaşmasına Padişah Vahdettin çok olumlu bakıyordu! 
Şöyle diyordu: “Bu şartları kabul edelim. İngilizlerin dostluğu ve lutufkar siyaseti değişmeyecektir.Biz onların müsamahasını daha sonra elde ederiz”
Oysa İngilizlerin eline tarihi bir fırsat geçtiği apaçık ortadaydı ve  adeta kurda kuzu teslim ediliyordu.
Dört yıl içinde hem Balkan savaşı hemde 1. Dünya savaşında Osmanlı büyük yenilgi yaşar ve sonuçta hem ekonomi hemde askeri açıdan büyük kayıplar sözkonusu olur.
Bu süreçte 600 bin asker şehit düşer, 2 milyon asker yaralanır, 103 bin asker kaybolur ve 130 bin asker esir düşer.
Ateşkes anlaşmasına zorlanan Osmanlı direnemez ve Limni adası açıklarında bulunan İngiliz Agamemnon zırhlısında bu anlaşmayı imzalar.
Aslında anlaşma değildir bu, önceden hazırlanmış bir metnin imzalanmasıdır.
Osmanlı aşağılanmayı içine sindirir ve bu metni imzalar.
İşin en ilginç yanlarından biri Padişah’ın bu anlaşmaya İngilizlerin uyacağına inanıyor olmasıydı.
Oysa anlaşma maddelerinden birinde İngiltere kendi askeri güvenliği için gerekirse dilediği yere asker çıkarabileceği hükmü vardı.
Yer adı verilmiyordu ancak “tilki İngiliz diplomasisi” bu maddeyi nasıl kullanacağını çok öncesinden planlamıştı.
Anlaşmayı imzalayan Osmanlı heyetinin başında olan Rauf Bey anılarında şöyle diyordu:
“İngiliz vaatlerinden hiçbirisi doğru çıkmadı hatta İngiltere hemen ertesi günü Musul’u işgal ederek gerçek niyetini gösterdi”
Bir “yokolma fermanı” olan bu Mütareke maddelerinden birkaç tanesini vermemiz şart oldu:
-  Boğazlar açılacak, Boğazlardaki kaleler galip devletlerce işgal edilecek,
-  Osmanlı ordusu derhal terhis edilecek,
-  Tüm savaş gemileri  gözaltına alınacak,
-  Hükümet haberleşmesi dışında tüm telsiz, telgraf ve kablo istasyonları itilaf memurlarınca denetlenecek,
-  Galip devletler kendi güvenliği için Osmanlı topraklarında  istediği her yeri işgal edebilecek..
Diğer maddelere girmeye bile gerek yok sanırım.
Anlaşmanın Türkçe ve İngilizce iki kopyası vardır ama esas olarak yalnız İngilizce metninin geçerli olacağı da kabul edilir.
Yetmedi! Mütareke’nin imzalandığı gün sanki kovalayan varmış gibi Sadrazam İzzet Paşa Meclis-İ Mebusan ı yani o günün parlamentosunu gizli oturumda toplar ve anlaşmanın “Mülayim” yani ılımlı olduğu açıklamasını yaparak tüm maddelerin oybirliğiyle onayını sağlar!
İzzet Paşa 2 Kasım 1918’de tüm askeri ve devlet kurumlarına bir genelgeyle anlaşma maddelerini bildirir ve “sevincini” belirtir. Ne İstanbul ne de başka bir yer için herhangi bir işgal talebinin olmadığını belirtir.
Bu da yetmez! Sadrazam İzzet paşa anlaşmayı İngiltere adına imzalayan Amiral Calthorp’e bir telgraf göndererek” Dostane konukseverlikleri için teşekkür eder. Anlaşmanın iki ülke arasında dostane bir barışın temeli olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ettiğini” yazar.
Oysa Amiral Calthorpe anlaşma metnini tartışmayı bile reddetmiş Osmanlı heyetinden bu metne ya evet yada hayır denmesini istemişti. 
Konunun daha da traji komik tarafı anlaşmayı imzalayan heyete Istanbul’da yapılan coşkulu karşılama ve kutlamalardı. Dış İşleri Bakanı Nebi bey anlaşma şartlarının ülkenin bağımsızlık haklarına saygı gösterdiğini söyleyebiliyordu.
İmzaya giden heyetin başkanı Rauf bey dönüşünde” Istanbul’dan ayrılırken bugünkü gibi iftihar ve sevinçle döneceğimi düşünmemiştim. Bu anlaşmayla bağımsızlık ve saltanat haklarımızın tümü kurtarılmıştır. Sizi temin ederim ki Istanbul’a tek bir düşman askeri çıkmayacaktır” şeklinde demeç veriyordu. 
Güler misiniz ağlar mısınız?
Ben ikisini de yapamadım doğrusu. 
Devlet yetkilileri felaketi göremedikleri gibi kurdukları pembe hayallere de inanmışlardı.
Ancak pembe hayallerden uyanmak için fazla beklemeye gerek kalmadı:
Mütarekenin imzalanmasından sadece 10 gün geçmişti ki İngilizler İstanbul’u işgale başlamıştı bile!
Şok gelişmeydi bu ama yapacak bir şey kalmamıştı.
Gelişmeler devam eder ve 1 Kasım 1918 tarihinde İttihat ve Terakki’nin son kongresi yapılır..
Hemen ertesi gün yani 2 Kasım 1918 de iktidarın üç önemli ismi Enver, Talat ve Cemal Paşa’lar bazı arkadaşlarıyla birlikte Alman Elçilik vapuruyla! yurtdışına kaçarlar..
Osmanlı için kader ağlarını örmeye başlamıştır artık..
İşte böyle bir ortam ve koşullarda 19 Mayıs 1919 tarihi de yaklaşmaktadır.
Bir mucizeyi başlatacak tarih!
Bağımsızlık ve Kurtuluş savaşının ayak sesleri..
DEVAM EDECEK...