Bir anaydı ışığa yolcu ettiğimiz, evladının acısına dayanamayan. 
Onun oğlu amansız hastalığa yakalanmamıştı. Onun oğlu trafik canavarına da teslim olmamıştı. Serserilik yapıp bir kavga sırasında da yitirilmemişti. 
Yoksul yeleğiyle ısıttığı, emekle, sevgiyle, aşkla yetiştirdiği fidanı; bir kahpe, bir hain tarafından alınmıştı elinden…
Haziran isyanıydı adı. Birçok vatansever, Atatürk sevdalısı gibi Mehmet Ayvalıtaş’ da meydanlardaydı. 
Elinde silah yoktu, elinde sopa yoktu. Sadece dudaklarından dökülen, sıktığı yumruğuyla ant içilen sloganları vardı. 
İsyanı büyümüştü yaşatılan baskılara, ülkede ki diktatörlüğe.  Tıpkı diğer Mehmet’ler gibi, Mehmet Ayvalıtaş’ın da adı isyandı. 
Tarih; 2 Haziran 2013 Pazar günü. Saat 22.00 sıraları.  Yer, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi. Bir araya gelen binlerce kişi, otoyoluna çıkarak otoyolu trafiğe kapatıyor. Bir otomobil, bütün uyarılara, bağırışlara rağmen durmuyor. Kararlı, hedefini çoktan seçmiş.  Hızla kalabalığın içerisine girerek, Mehmet Ayvalıtaş'ın ölümüne sebep oluyor. 
İşte o an, tam da orada, Haziran direnişi ilk şehidini veriyor.
O yiğit daha lise öğrencisiydi. O yiğit anneciğinin küçücüğüydü. 
O günden sonra ana yüreği her gece, her gün oğlunun yolunu bekledi. İnanamadı ki… 
Kahırlar büyüttü,  oğlunun acısıyla yaralanan kocaman yüreğinde.  “Önce biz anaları öldürsünler ki, evlatlarımızın öldüğünü görüp ağlamayalım” demişti Fadime Ana. Doğru ya, hani analar ağlamayacaktı? Hani şehit acıları düşmeyecekti ana yüreklerine? Yok, usta yok, kendi ağzınla söyledin, ‘Emri ben verdim.’ diye. 
Bu ana ve diğer analar, senden hesap sormaz mı? Sizin yakanıza yapışmaz mı beddualarıyla, derin derin çekilen ahlarıyla?
Sonunda dayanamadı yanan yürek. Duruverdi…
Fadime ananın cenazesini de analar taşıdı. Hem de diğer şehit analarıyla beraber. 
Hani sizin sıkıyönetim ilan edip, yüzlerce korumalar eşliğinde, insanların özgürlüğünü elinden alıp da, yalanlarla donatılmış nutuklarınızın,  havada uçuştuğu mitingleri düzenlediğiniz anlarda…
Tam 17 yıldır kına yakmamıştı Fadime Ana ellerine. Oğlunu vatan görevine gönderirken, hem kınalı kuzucuğuna hem de kendi ellerine yakacaktı kınasını. Sonrada evlendirip, gelin alacaktı. Hayaliydi Fadime Ananın. 
Haziran isyanıydı bu. Körpecik fidanları ana kucağından söküp koparan.
Hepsi de alevi. Usta; bir de bakalım, bu bir tesadüf müydü?
Ölümden ağırım şimdi. 
Ancak bir ışığın tartabileceği, bir ıslığın susturabileceği.  
Yüreğim geçti öteye... Ölümden ağırım şimdi. 
O çamurlu giysileri giyindim,  o pis ve kanlı gömlekleri. 
Bir fısıltı susturabilir beni,  ancak bir bakışın avutabileceği. 
Gözlerim geçti öteye... Bir kuru ot kurtarır şimdi. 
Yasak yazılar gibi yanan gövdemi,  bir tüy çekebilir ta aşağıya! (Şiir, Hüseyin Haydar)