Değer’li Kardeşim Osman Ertürk Beyefendi.
Takıntı haline getirdiğiniz kurban ve diğer yardımlarla alakalı olarak gösterdiğim hassâsiyyeti biraz açmak isterim.
Aziz Kardeşim. Cenab-ı Hakk, bedenî ibadetlerimiz olan, namaz ve oruç ile kısmen bedenî, kısmen mâlî bir ibadet olan hac’ı, mücmelen emretmiş, tafsilini, Resûlüne havale etmiştir. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’de, emir tarzında, “Namazı kılınız,” haber tarzında, “Onlar Namazlarını kılarlar” ya da “Namaz mü’minlere vakitli olarak farz kılınmıştır” gibi mücmelen emredilirken, namazın keyfiyyeti edası, vakitleri, rek’at sayısı Peygamberimize havale edilmiştir. Oruç ve Hac da öyle...
Zekât Kur’ân-ı Kerim’de pek çok yerde namazdan hemen sonra, “Namazı kılınız, zekatı da veriniz,” tarzında emir olarak, “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için du’a et. Çünkü senin du’an onlar için sükûnettir (onları yatıştırır), Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe 9/103)
“Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.” (Zâriyat 51/19) tarzında, pek çok âyeti Kerime’de, zekâtını vermeyenlerin düçâr olacakları azab beyan buyrulur.
Namaz, oruç ve hacc’ın mücmelen emrolunması yanında, zekât, bilhassa, Masârıf-ı Zekât (zekat’ın verilebileceği yerler, birer birer ta’dat buyrulmuş, zekât’ın verilebileceği kimseler tafsîl olunmuştur.
“Sadakalar (Zekât’lar), Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) me’murlara, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlu’lara, Allah yolunda cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/60)
Zekât’ın verilebileceği kimseler, fakirler, miskinler, zekât âmilleri (zekât tahsildarları), Müellefe-i Kulûp (kalp’leri İslâm’a ısındırılması düşünülen kimseler), köleler, borçlu’lar, Allah yolunda cihad halinde olanlar ve yolda kalmışlar.
Önce bir tespit yapalım. Allah tarafından zekât verilebilecek kimseler olarak tespit ve ta’dât buyrulanlar, zât ve şahıslardır. Dolayısiyle, kurum, kuruluşlar’a, müessese, cemiyet, dernek, federasyon ve vakıflara, (Türkiye Diyânet Vakfı da dâhil) zekât verilemez. Zekât paraları, cami, mektep, köprü, İmam-Hatip okulları ve Kur’ân Kursları inşaatı için harcanamaz. Zekât paraları ile neşriyat faaliyetleri yapılamaz. Gazete, dergi, kitap çıkarılamaz. Radyo-Televizyon kanalları, internet siteleri kurulamaz. Yukarıda sayılan hizmetlerin deruhte edilmesinde kullanılmak üzere vâsıtalar alınamaz.
Masârif-i Zekattan, zekât âmilleri, kalbi İslâm’a ısındırılması icap edenler, köleler, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmışlar, arizîdirler. Zekât’ın asıl muhatapları fakirler ve miskinlerdir. Zekât farz kılındığında, zekât’ın muhatapları, zekâtın hükümlerini, nukud, altın-gümüş, ticârî eşya ve eti yenen hayvanların zekâtının miktarları, müddeti bilinmiyordu. Bunun üzerine Sevgili Peygamber’imiz, zekât âmillerine zekât ile alakalı bütün dinî hükümleri ta’lim eder, onları Medine taşrasındaki mükelleflere gönderirdi. Zekât âmilliği müessesesi, Haz.Ebû Bekir ve Haz.Ömer radiyâ’llâhu anhümâ devirlerinde de devam ettirildi. Haz.Osman zamanında, İslâm Fütûhatı çok ilerlemiş, Medine-i Münevvere bir servet ve ticaret merkezi haline gelince, halkın nakid ve ticârî eşyadan oluşan servetlerini murakabe etmek ve bunların zekâtlarının tesbiti fevkâlâde zorlaşmıştı. Bu sebeple Haz.Osman gizli servetlerin hisabının yapılmasını ve buna göre zekâtların ayrılarak fakirlere ve miskinlere verilmesi keyfiyyetini servet sahiplerinin insiyatifine bıraktı. Haz.Osman’ın halifeliğinden i’tibâren Müslümanlar kendi mallarının hisabını kendileri çıkarır ve içinden fakir ve miskinlerin hakkını ayırır ve hak sahiplerine teslim eder oldular.
MÜELLEFE-İ KULÛP:
“Gönülleri İslâm’a ısındırılan ve pekleştirilen kimseler, demektir.” Mellefe-i Kulûp, Kureyş’in ve Arab’ın büyüklerinden, Ebû Süfyân İbn-i Harp, Safvân İbn-i Ümeyye, Uyeyne İbn-i Hısn-i Fizârî, Ekra’İbn-i Hâbis, Abbâs İbn-i Mirdâs Mâlik İbn-i Avf’dirler.
Bu zevât, kavim ve kabilelerinin reisi durumundaydılar. İçlerinden ba’zıları, gerçekten Müslüman oldular, ba’zıları da kalp’ten inanmadıkları halde, inanıyor, gözükmüşlerdi. Fakat, kavim ve kabîlelerinden çoğu bunları ta’kiben İslâm’la şerefyâp olmuşlardı.
Müellefe-i Kulûp’tan, Safvân İbn-i Ümeyye, Resûl-i Ekrem Efendimizin bu ihsan ve inayeti karşısında şunları söylemişti. Bir kerre Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bana zekât fonundan bir pay vermişti. Daha önce, Peygamberimiz benim nazarımda en çok buğuz ettiğim bir şahıstı. Daha sonraki yıllarda Peygamberimizin bana karşı cömertliği arttıkça bu kerre de, Peygamber’in şahsı, benim nazarımda en çok sevilen ve saygı gösterilen birisi haline geldi.
Müellefe-i Kulûb’e zekât fonundan ayrılan bu ihsanlar müşriklerin Müslümanlara karşı pekçok zararlarını da önlemiştir.
NE ZAMAN’A KADAR:
İrtihâl-i Nebî’den sonra, Müellefe-i Kulûb’dan ba’zıları, Halife Haz.Ebu Bekir’e gelip, ellerinde bulunan, zekât fonundan alacakları sehimlerini gösteren kart’larını değiştirdiler. Taleplerinin yerine getirilmesi için Haz.Ömer radiyallahu anh Efendimize müracaat ettiler. Zira, Halife Ebû Bekir radiyallahu anh Efendimiz, bu kabil işlerin infazını (yürütmesini) Haz.Ömer radiyallahu anh’e tevdi etmişti. Haz.Ömer, Halife Haz.Ebû Bekir’in Kadısıydı. Belge’lerini Haz.Ömer’e ibraz ettiler ve sehimlerini talep ettiler. Hazret-i Ömer radiyallahu anh, “Resûlüllah’ın Müslüman’ların zekâtından size bir sehim vermesi (hisse), sizi İslâm’a ısındırmak ve bu suretle Yüce İslâm Dini’ni ta’ziz eyleme (şereflendirmek) maksadına mebnî idi. Bu gün ise Cenab-ı Hakk Dinini ta’ziz etti ve yükseltti. Eğer, sizler İslâm üzere sebât ederseniz ne âlâ, şâyet İslâm üzere sebât etmez şirke-küfre, geri dönerseniz, bundan sonra aramızdaki mes’eleleri kılınç halleder,” diyerek ellerindeki belgeleri yırtıp atmıştır. Böylece, Masârif-i Zekâttan, Müellefe-i Kulûb mes’elesi de, Haz.Ebu Bekir radiyallahu anh’in hilâfeti devrinde sonlandırılmıştı.
Zekât Fonundan sehim talep edenler, Haz.Ömer’in bu hareketi karşısında Halife Haz.Ebû Bekir’e vardılar. Ey Ebû Bekir! “Siz mi Halifesiniz, yoksa Ömer mi?” dediler. Haz.Ebû Bekir de cevâben: “Allah dilerse Ömer de olur,” buyurdu. Haz.Faruk’un bu hareketi, iş bu kavli ve fi’lini inkâr etmedi. Hâdise bütün sahabe arasında duyuldu. Ashab arasında hiç kimse Haz.Ömer’in uygulamasına i’tiraz etmedi. Böylece Müellefe-i Kulûb’un zekât hisselerinden mahrum edilmeleri hususunda icmâ-i Ümmet tahakkuk etmiş oldu.
Masârif-i Zekâttan, köle’lerin azad edilebilmeleri için, hürriyetlerine kavuşabilmeleri için zekât fonundan bir sehim ayrılması... Haz.Peygamber, risâlet ve nübüvvet vazifesine başladığında, bütün dünya’da kölelik müessesesi vardı.
Yüce İslâm Dini, Zekât Fonundan hisse ayırarak, ba’zı cezaların keffâreti olarak, köle azad etmeyi bir alternatif şart olarak ortaya koymak suretiyle, bir de Yüce İslâm ile Şerefyap olanların kendi kölelerini Allah rızası için bedelsiz olarak serbest bırakmaları sâyesinde tedricî olarak, köleliğe son vermiştir. Günümüzde dünya’nın pekçok yerinde insanların çoğu kölelik hayatı yaşıyorsa da, bütün dünya’da kölelik resmiyette bitmiştir.
“Gârimîn” (Borçlu’lar), Masârif-i Zekâttan sayılan borçlular mutlâk bütün borçlu’lar değildir; Borcun’dan fazla olarak zekât matrahı kadar bir mala sahip olanlar zekât kabul edemezler. Borcu mevcud malından fazla olan, yahud borcu ile malı eşit olan, yahud malı borcundan fazla olur da borç’tan fazlası nisaptan (zekât matrahı) az olanlar zekâttan sehim alabilirler. Fetevâ-yi Zâhiriyye’de, borcunu ödeyebilmesi için borçluya zekât vermek, fakire zekât vermekten daha hayırlıdır,” denilmiştir.
Borç insan için çok büyük bir musîbettir. İnsanı hayatından usandıracak kadar bir felâkettir. Ba’zı insanları intihara kadar süreklediği maalesef çok görülmektedir.
Buhârî, Âişe radiyallahu anhâ’dan Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in her namaz akabinde şöyle du’a etmeye devam buyurduğunu rivâyet ediyor:
- Yârab! Günahtan, borç’tan sana sığınırım. Bir kâil-söyleyen (ki, Âişe Vâlidemiz kendisidir):
- Yâ Resûlellah! Hiç bir şeyden borç’tan sığındığınız kadar çok Allah’ı sığınmadınız, demişti de Resûlüllah:
- Kişi borçlandığı zaman, mazîden (geçmişten) bahseder de (Şimdiye kadar şöyle böyle ödeyemedim, diye) yalan söyler, sonra (:Yarın, öbür gün veririm, diye) va’d eder de, akabinde hulf eyler (va’dini yerine getiremez,) buyurmuştur.
- Bu Hadis-i Şerif nazmı-lafzı i’tibâriyle bir vecîze-i ebediyye’dir. Medlûlü (delâlet ettiği şey i’tibariyle de yüksek bir hakîkati içtimâiye ifade etmektedir: Hadis’in nazmında borçlunun hâlet-i Ruhuyesini tasvir için maziye ait i’tirazı, istikbâle dâir va’di zikrediliyor, sonra i’tirazında kizbi (yalanı) va’dinde hulfü ta’kip harfi ile tertip buyrulmuştur. Hadis’in işaretinde yalan ve sözünde durmamak-duramama gibi içtimâî bir felakete sebebiyet verdiği için ölümcül bir zarûret yoksa borçlanılmaması tavsiye olunmuştur. Sadece, ehl-i Ayal’in nafakasının te’mini zımnında borçlanma hoş görülmüştür.
Öte yandan, içki-kumar, eğlence ve her türlü sefahat için yapılan borçlanmalar dolayısiyle borçlunun borcunu ödeyebilmesi için zekât verilmesi aslâ caiz değildir. Zarûrî ihtiyaçlarının dışında, lüks ve israf için borçlulara da zekât verilmez...