Muhterem Ertuğrul Bektaş Beyefendiye Cevap’ların devamıdır. 

Devr’in Büyüğü, Cennetmekân, Merhûm Beyağabeyimiz, 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden aylarca sonra, niçin ta’kibata uğradı, niçin tutuklandı ve niçin hapse mahkûm edilmişti? 

12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden yaklaşık on ay gibi uzun bir müddet geçtikten sonra, mu’tadım olarak, haftanın Pazartesi ve Cum’a günleri Selimiye’de bulunan 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına uğrayıp, Sıkıyönetim Başsavcısı, Merhûm, Süleyman Takkeci Bey’den son bilgileri alıyordum. Dikkati çekmemek için, Süleyman Bey’in tavsiyesi, maiyetinde bulunan askerlere verdiği ta’limat ile her girişimde ayrı bir hüvviyetle giriyordum. Bir Pazartesi ziyaretimde, devrin Büyüğünün, Merhûm, Kemal Kacar Beyağabeyimizin, Antalya, Tâlî Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından aranmakta olduğunu öğrendim. Beynimden vurulmuşa döndüm. Başsavcı, Süleyman Bey, beni teselli etti. “Dur bakalım, İnşâ Allah! Çok önemli bir şey değildir. Bizim bölgemizde olsaydı, çok daha kolay hallederdik. Yine de elimizden geleni yaparız.” dedi.

Selimiye’den sür’atle ayrıldım. Hiç vakit kaybetmeden, durumu devrin büyüğüne arz ettim. Kısa bir istişâre ve değerlendirmeden sonra, durum vuzuha kavuşuncaya kadar tedbirli olunması, mekân’ın değiştirilmesi, temasların kesilmesi, telefon görüşmelerinin derhâl kesilmesi veya en aza indirilmesi hususlarında mutâbık kalındı. 

Bir taraftan bu tedbirleri alırken, diğer taraftan derhâl devrin salâhiyet sahibi kimseleriyle de görüşmeler’de bulunduk. Devrin, İstanbul Emniyet Müdürü Merhûm Şükrü Balcı ile görüştük. Kendisine “Siz Kemal Bey’i yakından tanıyan birisisiniz. Sakarya’da Trafik Şube Müdürü olarak vazife yaptığınız yıllar’da, sık sık, Kemal Bey’in fabrikasına uğrar, çay içer sohbette bulunurdunuz. Kendisi Milletvekiliydi, yakın bir zaman önce Avrupa Konseyi toplantılarından döndü. Şimdi, tam olarak sebebini bilmemekle birlikte, eften-püften, bir sebeple, Antalya İli, Tâlî Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından aranmakta olduğunu öğrendik. Sebebini araştırıp izâlesi için çalışacağız. Fakat zamana ihtiyacımız var. Bu durum, her ne zamanki sizleri sıkıntıya sokarsa, en geç bir saat zarfında, sizin istediğiniz bir yere gelir, teslim oluruz,” dedik... Bilindiği gibi, Sıkıyönetim ilân edildiğinde, 1402 Sayılı, Sıkıyönetim Kanunu’na göre, vâliler, il emniyet müdürleri, ilçe emniyet âmirleri, -şimdilerde ilçeler’de artık emniyet âmirleri değil, emniyet müdürleri vardır. Fakat, o yıllarda, illerde, emniyet müdürü, ilçeler’de emniyet âmirleri vazife görüyorlardı.- İçişleri Bakanlığına değil, Sıkıyönetim Komutanlıklarına bağlıydılar. Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde Kolluk Kuvveti olarak çalışıyordular. 

İstanbul İl Emniyet Müdürü, Şükrü Balcı, “Kemal Bey’i yakından tanırım, kendisine büyük hürmetim vardır, kendisinin, devlete ve millete karşı herhangi bir durum içinde olduğuna da aslâ inanmam. Olağanüstü bir durum çıkmazsa bizden emîn olabilirsiniz, kendisine geçmiş olsun, dileklerimi ve hürmetlerimi lütfen iletiniz,” dedi. 

Odasından ayrılmadan, Üsküdar Emniyet Âmiri, Dursun Bey’i telefonla aradı. Bizim yanımızda, “Benim bilgim ve haberim dışında Kemal Kacar Bey’le alakalı herhangi bir işlem yapılmayacaktır,” ta’limatını verdi. Devrin, Üsküdar Emniyet Âmiri, Dursun Bey, Karadenizli, yiğit bir Anadolu insanıydı. “Hafıza-i Beşer Nisyanla ma’lûldür,” kendisinin soyadını unuttum. Hayatta ise, kendisine Rabbim’den sağlıklı, uzun ömür niyaz ederim. Âhirete intikâl etmişse Rabbi’min vâsî rahmetini dilerim. 

Pekiyi! Devrin Büyüğü niçin aranıyordu? 

Antalya, Tâlî Sıkıyönetim Komutanlığı’nın emriyle, ihbar veya şüphe üzerine, devrin Antalya’daki İdarecisi, Mehmed Şişman’ın evinde yapılan aramalarda, ba’zı kitaplara ve Evrak-ı Müsbite’ye el konulmuş, kitaplarda herhangi bir yasak yayına rastlanmadığı için, kitaplar iade edilirken, bir belge dikkati çekmiş, incelenmek üzere, o tarihlerde, Antalya’da bulunan, Diyânet İşleri Başkanlığı müfettişlerinden, Abdülkadir Sezgin vazifelendirilmiştir. Maalesef, bu belge, aptalca, ahmakça, çocukça, bu tarihten yıllar önce hazırlanmış, bir müsvedde’den ibâretti. Gerçekçi olmayan, herhangi bir karşılığı da bulunmayan basit bir kağıt parçası?!... 

Devrin ba’zı idarecileri, kendilerini, İstanbul-Kocaeli, Sakarya, Bolu, Ankara, Kayseri, Konya, Antalya vs. illerin emiri, devrin Büyüğünü de Emir’ül-Umera olarak tasvîf edip, isimlerinin altını imzalayarak, “Biz aşağıda isimleri ve imzaları bulunan emirler, Emir’ül Umera’ya mutlâk itaat ederiz,” gibi, yukarıda da ifade ettiğim gibi, zevzekçe hazırlanmış bir kağıt parçası... Bu zevzekliğe niçin tevessül edildiğini, İnşâ Allah! bir başka yazıda anlatırım. Diyânet İşleri Başkanlığı Müfettişi, Abdülkadir Sezgin, câmiamıza, adâvet derecesinde bir muârız idi. Eline geçen fırsatı ganimet bilmiş, izan’a, idrake, Akl-i Selîm’e aykırı, akla ziyan bir rapor hazırlamış, “İşte bunlar, Cumhuriyeti yıkıp, yerine bir Şerî’at devleti kuracaklar, bunun için memleketimizi eyaletlere bölmüşler, her eyâlete de bir eyâlet valisi ta’yin etmişler,” filan gibi hiçbir delili olmayan, karşılığı olmayan saçma-sapan bir rapor. 

Akl-ı Selîm sahibi herhangi birisinin gülüp-geçeceği, dikkate almadan yırtıp atacağı bu kağıt parçası, o gün devletin ba’zı kademelerinde, sakîm bir zihniyyete sahip ba’zı savcılar tarafından dikkate alınmış ve bu rapora istinâden başlatılan kovuşturmaya (Ta’kibat) istinâden devrin Büyüğü, Antalya Tâlî Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından aranmaya başlanmıştı. Aylarca bu minval üzere sükûnetle geçirilmişken, devrin Büyüğü’nün naibi durumundaki Hüseyin Kumaş Hoca aradı. Büyüğümüzün, Üsküdar Emniyet Amirliği Ekiplerince bulunduğu yerden alınıp Üsküdar Emniyet Âmirliğine götürüldüğünü söyledi. Benim için gerçekten bir şok olmuştu. Hemen, devrin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı Bey’i aradım. Kendisi, Baltalimanı Polis Eğitim Merkezine gitmekte olduğunu, 20 dakîka veya yarım saat sonra, Baltalimanı Polis Eğitim Merkezindeki özel telefonundan kendisini aramamı söyledi. Fırsattan istifâde Hüseyin Kumaş Hoca’yı gazete’ye da’vet ettim. Mehmed Arıkan Hoca’mızın makam odasından telefon ettim. Paralel telefon’un ahizesini de Hüseyin Kumaş Hoca’ya verdim. “Hocam! Lütfen siz de dinleyiniz,” dedim. “Şükrü Bey! Hani Emânet muhafaza edilecekti, ne oldu da böyle oldu.” dedim. 

Emniyet Müdürü Şükrü Balcı: 

“Mustafa Bey Kardeşim, lütfen siz bir de en yakınlarınızdaki hâinlere bakınız! Telefonda tafsilat veremem, yüz yüze görüştüğümüzde bu hususları geniş bir şekilde değerlendiririz.

Kemal Ağabey, şu anda Üsküdar Emniyet Âmiri Dursun Bey’in odasında istirahat buyuruyorlar. Kendisinin rahat ve huzuru için gerekli ta’limat Dursun Bey’e verilmiştir. Siz de gidip kendisiyle görüşebilirsiniz. Ama, artık, inisiyatif bizde değil, kendisini kısa zamanda, Haydarpaşa Askerî İnzibat Merkezi’ne teslim edeceğiz. Oradaki işlemler tamamlanınca da Antalya’ya, Antalya Tâlî Sıkıyönetim Komutanlığına teslim edilmek üzere, Antalya İl sınırında, Antalya Emniyet Müdürlüğü ekiplerine teslim edeceğiz.” Ayrıca, Şükrü Balcı, “Bizim sizlere i’timadımız tamdır. Dilerseniz, bu gece evine götürünüz, görüşmek istedikleriyle rahat görüşsün, şahsî temizliğini yapsın, yanına alacakları ne varsa alsın, yarın istediğiniz saatte bizi haberdar edersiniz. Antalya İl sınırına kadar kendi otomobiliyle ve yanına alacağı arkadaşlarıyla seyahat edebilir. Biz kendisini, 200 metre kadar bir mesâfe’den ta’kip edeceğiz.” dedi. 

Aynen öyle oldu. Bir gün sonra, Üsküdar Emniyet Âmirliğine gittiğimizde, yanımıza çok kibar, İstanbul Beyefendisi, bir sivil me’mur verildi. Haydarpaşa Askerî İnzibat Merkezi’ne gittik. Sarı Basın kartımı göstermeme rağmen, beni Nizâmiye’den içeri almak istemediler, yalvar-yakar, zar-zor girebildim. Yanımızda bulunan, güyâ, Büyüğümüzün tevkif edilmesine son derece üzgün olduğu gözlenen birisi, Nizamiye’deki nöbetçi Ast. Subay’a bir hüvviyet gösterdi. Sarı Basın kartıma rağmen, beni içeri almamak için binbir zorluk çıkaran Ast.Subay hüvviyeti görünce, neredeyse, yerlere eğilerek, reverans yaparak, selâm durarak, hüvviyet sahibini içeri aldı. Gafletime veriniz, bendeniz yine de yanımızda bulunan zât için herhangi bir Su-Tefehhüme uğramamıştım. 

Bu zât ve Şükrü Balcı’nın, “Siz bir de en yakınlarınızdaki hâinlere bir bakınız,” kelâmiyle kimleri kasdettiğini, bir başka yazıda anlatmaya çalışırım. 

Ayrıca, Devrin Muhterem Büyüğü’nün tevkif edilmesi, muhakemesi ve neticesi olarak tahliyesini de anlatmamız gerekiyor. Bunlar sır değildir. Yaşanmış, şahid’lerinin çoğu henüz hayatta olan bir husustan bahsediyoruz. Da’va açılmış, muhakeme edilmiş netice i’tibariyle hüküm verilmiş, hüküm bozulmuş, netice i’tibariyle tüm maznunlar bihakkın tahliye edilmişler. Bunlara kimsenin bir i’tirazı yok. Fakat, fitne çarkları döndürülmüş, ahirete intikal etmiş, hakkındaki yalan iftira ve bühtanlara cevap veremeyecek birisi hakkında çirkin bir iftira ve bühtanda bulunulmuştur. Bunlara cevap vermeyi kendim için zarûrî bir vazife kabul ettim. Yaptığım şey, Mimar Sinan’ın, Süleymaniye Cami’i’ndeki eğri minareyi urganla doğrultmasına benzer bir şeydir.