MÜCEDDİD’İN İCÂZETİ İLK VE TEK ÖĞRENCİSİ:

İCÂZET: Lugatte “Su akıtmak; helâl kılmak, izin vermek, tasdik etmek, geçerli kılmak,” gibi ma’nalara gelen, “Cevz” kökünden türetilmiştir. İcâzet, İbn-i Fâris’e göre “Su akıtmak” şeklindeki anlamından hareketle “bir alimin ilmini talebesine akıtması” ma’nasında terimleşmiştir. Bütün İcâzet metinleri umûmiyyetle şu unsurlardan oluşur. İcâzetin başında besmele, Allah’a hamd, Haz.Peygamber’e salât ve selâm, ashabına dua ve Kelime-i Şehâdet’den sonra mevzu’un ehemmiyeti ve ciddiyeti tesbit edilir; ilmin, öğretme ve öğrenmenin, irşâd ve senedin ehemmiyetine dikkat çekilir. Öğrencinin adı kaydedilerek elde ettiği ehliyet ve liyâkat tanıtılır. Üstad-ı Mücîz (İcâzet veren üstad) kendi adını tasrih eder, okuttuğu kitap ve kitapları, öğrettiği ilim ve sa’natı, verdiği ilim ve irşad hizmetini kimden ve hangi yolla aldığını ortaya koyar, sened veya silsileyi zikreder; kazandığı ehliyet ve liyâkati yürütmesi için öğrencisine izin verir, izin verdiğini ifade eder. Devrettiği hakkı nasıl kullanacağına dâir yol gösterir, kendisine du’a etmesini talep eder. Hoca’nın, üstadın imza varsa mührü ile icâzet tamamlanır. Ba’zı sa’nat ve meslek icâzetleri dışında bütün icâzetler Arapça olarak yazılmıştır. 

Müceddid, yukarıdaki izahata uygun olarak, talebe’sinden, Mustafa Çırpânî Efendi’ye icâzet vermişti. İcâzet verebilmenin en önemli şartı elbette kendisinin icâzet sahibi olmasıdır. Müceddid, tahsil ettiği bütün ulûm ve fünûn’dan, Hocası, Fatih dersiâm’larından, Bafralı Ahmed Hamdi Efendi Hazretlerinden icâzet almıştı. Müceddid, “Mücâz ve Mücîz” idi. Yâni, kendisine ta’lim ettiği ulûm ve fünûn için icâzet verme liyâkat ve ehliyetine sahip olmak kayd-u şartıyla icâzet verilmiştir. 

Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretlerinin aslında bir belâgat ve fesâhat örneği olan bu “İcâzetnâme”nin son sahifesini –ki bu sahifede, tarih ve Müceddid’in örnek imzası da bulunuyor.- teberrüken buraya alıyorum. 

“İşbu İcâzetnâme’yi, ard’dan gelenlerin en hâkîri, Allah’ın günahkâr kulu, İbrahim oğlu Veysel yazmıştır. Rahim ve Settâr olan Mevlâ her ikisini de afvetsin ve bağışlasın”

(Hicrî, 18 Şeval 1366/Rumî, 22 Ağustos 1363, Milâdî (Frençe), 04 Eylül 1947) 

(Müceddid’in bu İcâzetnâme’sinin fotokopisi, husûsî Arşivimizde mevcud olup, bir fırsat doğduğunda İnşâ Allah! Tamamının tercümesini de aktarmaya gayret ederim.) 

Çırpanlı Mustafa Efendi, âlât ve Âlâ ilimleri başkalarına rahatlıkla ta’lim edebilecek derecede Müceddid’den tahsil ettikten sonra, Alanya’ya döndü. Fakat burada okutabileceği genç talebe bulamadı. Orta yaşlarına bâliğ, ticaret ve san’at erbabından, kereste ticaretiyle meşgul, Tâcir-Müstahsil, Kıvrasıllı Mustafa Efendi, Alanya Eşrafından, Zühdü’nün Hüseyîn Efendi olarak ma’ruf, Hüseyin Özge, devrin mu’teber ve makbul san’atı San’atkârları, Kalaycı Mehmed Efendi (Mehmed Oral), Demirci Mustafa Efendi (Mustafa Özdemir), Hüsnü Görgülüer kendisine talebe oldular. 

Mustafa Çırpanlı, kışları, Alaiyye Eşrafından, Şıh’ın Hacı Ahmed Efendi’nin oğlu Biletçi Mehmed Bey’e aid Şekerhane Mahallesindeki iki katlı evde, sıcakların bastırdığı yaz aylarında Türktaş köyünde-yaylasında okutuyordu. 

Kıvrasıllı Mustafa Efendi: Hasan, Mehmed, Hüseyin, Latif ve Süleyman Hilmi Arıkan biraderlerin Muhterem Merhum Pederleri Mustafa Arıkan Amcabey olup, yakından tanıma fırsatı bulduğum, benim kendisine “Mustabey Amca,” diye hitap ettiğim, kendisinin bana, “Efend Oğlum,” diye hitap eden, Âlim, Ârif, ıvaz’sız, Müte’şerrî, Salâbet-i Diniyye Sâhibi, bununla birlikte son derece Halîm Selîm bir Zât idi (rahime’Allâhu Teâlâ birahmetihi’L-Vâsia)... 

Merhûm Zühdü’nün Hüseyin, Hüseyin Özge Hocamız, Bendenize hep mütebessim bir çehre ile “Muhtar’ın oğlu,” diye hitap eden ilk Hocam’dır. Kendisi, Müceddid’in Tedris sistemini Konya’ya ilk getiren öncülerden, “Sâbikûn”dendir.

Hüsnü Görgülüer, 1951 yılında Alanya-Oba’da açılan Kur’ân Kursu’nun Şükrü Ergin ile birlikte resmî Kur’ân Kursu Muallimiydiler. 

Kalaycı Mehmed Efendi (Mehmed Oral) ile Demirci Mustafa Efendi (Mustafa Özdemir), hocalar bir müddet Alanya’da, Çırpanlı Mustafa Efendi’den okuduktan sonra İstanbul’a gittiler. İstanbul’da, bizzat Müceddid’in Rahle-i Tedrisinde bulundular. Kısa zamanda bütün ulûm ve fünûn’da, bu ders’leri başkalarına rahatlıkla okutabilecekleri bir ilmî seviye’ye ulaştılar. 

Yukarıda arz edildiği gibi, Çırpanlı Mustafa Efendi zâten, icâzetli bir âlim, Kalaycı ve Demirci hoca’lar da İcâzet verilebilecek seviye’de birer âlim idiler. Çırpanlı Hoca, sarf, Nahiv, İlm-i Belâgatta, Kalaycı Mehmed Efendi, Mantık İlminde, Demirci Mustafa Efendi ise İlm-i Kelâm’da bahîr idiler. Manifaturacı Mustafa Çırpanlı, Kalaycı Mehmed Oral, Demirci Mustafa Özdemir, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından açılan müftülük imtihanını kazandılar, Mustafa Çırpanlı Hoca, İzmir Müftü Müsevvidliği, (o tarihlerde müftü yardımcılığı yok idi. Müsevvid’ler vardı), Kalaycı Mehmed Oral, Afyon-Emirdağ, Antalya-Korkuteli ve Antalya-Elmalı müftülüklerinde, Demirci Mustafa Efendi, Kütahya-Altıntaş müftülüğünde, Çırpanlı Mustafa Efendi kısa bir müddet, Şanlıurfa Birecik Müftülüğünde bulundular. 

Mürşid, bu yıllar’da talebe’yi, Beyâzıd-Gedikpaşa’da, Azaklar yokuşunda kâin, Kayserili, Merhûm Refik Bürüngüz’e aid, Azakzâde Apartmanında ve Şehzâdebaşı Cami’î’nde okutuyordu. 

Müceddid, 1940’lı yılların başlarında, Fatih, Beyceyiz Mahallesindeki devlethânesini, Şehzâdebaşı’ndaki, Cennetmekân, Merhûm, Beyağabey Kemal Kacar’ın Pederleri, Halil Kacar’a aid köşke taşımıştı. Bu köşk, şimdiki Belediye Sarayı’nın hemen solunda bulunan bir zamanlar, Belediye Nikah Salonu, şimdilerde Büyükşehir Belediyesi Tıp Merkezi olarak kullanılan binanın yerindeydi. Yâni Şehzâdebaşı Cami’i’nin tam karşısında.. Müceddid, cami imamları ve müezzinlerle anlaşır, Cami’in anahtarlarını Müceddid’e teslim ederler. Yatsı namazı eda edildikten sonra, Cami’in imam odasında sabah’a kadar talebe’ye ders okutur, sabah ezanı okunur, sabah namazını bizzat Müceddid kıldırır ve evlerine çekilirler. Talebe de bir sonraki geceye hazır olmak üzere, kaldıkları yerlerde istirahata çekilirlerdi. Ali Erol Bey’in, “Hatıratım” adlı risâlesinde belirttiğine göre, Müceddidin, Şehzâdebaşı Cami’i Şerifinde ders okuttuğu yıllar, 1943-1945 yılları arasıdır. Ali Erol ile birlikte ders okuyanlar da, Merhûm, Mustafa Çırpanlı, Merhum Refik Akçelioğlu ve Merhûm Mehmed Ergin, (Mehmed Ergin Hocamız, Bendeniz, askerlik vazifemi ifa ederken, (05 Eylül 1966 – 05 Eylül 1968) tarihleri arasında, kendisi İzmir-Bornova müftüsü olarak vazife yapıyordu.) 

Aslında, belgeler ve doğru bilgilere istinad ettirilen bu yazılar Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’in Tecdîd ve ehl-i Sünneti ihyâ mücadele ve mücâhadesinin destansı tarihinin şeref levhalarıdır. Zaman zaman, bu tarihi aksettirmeye devam edeceğiz. 

Değerli Kardeşim Ali Bilici Beyefendi. 

Merhûm, Hacı Hafız İbrahim Dinç Hocamızın ebediyyete intikâlini sizin yorumunuzdan öğrenmiş bulunuyorum. 60 yıla yaklaşan bir tanımışlığın ve hukukî mevcûdiyyetin te’siriyle ufulünden derin bir üzüntü duyduğumu ifade etmeliyim. Rabbimden ruhu için Rahmet-i Vâsia’sını niyaz ederim. Bundan sonraki yorumunuzda vefat tarihini (doğum tarihiyle birlikte), defnedildiği yeri bildirirseniz daha geniş bir yorum yapmak, mutala’a’da bulunmak imkanımız olur. 

Pek Muhterem Kardeşim Ali Yıldız Beyefendi. 

Du’a ve temennilerinize teşekkür ederim. 

Merhûm, Abdurrahman Özaltın Hocamız hakkında yazdığım yazı üzerine yorum yaptığınız anlaşılmaktadır. Bu ümmetin, bu neslin, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın, geçmişinde, Merhûm Abdurrahman Özaltın Hocamız gibi nîce yıldızlar ufûl etmiştir. 

“Çok güzel insanlar, çok güzel atlara binip, çok güzel yerlere gittiler,”

Biz, Âcizâne bu yıldızlara işaret etmek ve ışık tutmak gayretindeyiz...