- “Yakın bir zamanda ümmetimin içinden çok büyük yalancılar çıkar-çıkacak, bunlar otuz kadar olacak ve herbiri kendisinin Peygamber olduğunu iddia edeceklerdir. Oysa ki, Ben, Peygamber’lerin sonuncusuyum, ben’den sonra aslâ nebî gelmeyecektir. Ümmetimden her zaman hakk üzerine yürüyen (hiçbir zaman hakk’dan ayrılmayan-ayrılmayacak olan) bir tâife bulunacaktır. Allah’ın emri gelinceye kadar, kendilerine karşı koyanlar onlara zarar veremeyeceklerdir.” buyuruyor.
- Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği bir başka hadis’te ise;
- “Hepsinin, Allah’ın Resûlü olduğunu iddia ettiği otuz kadar decaller, yalancılar ortaya çıkmadıkça, kıyâmet kopmayacaktır.”
- Sevban radiyallahu anh’den:
- “Ümmetimden ba’zı kabileler müşriklere ilhak edinceye kadar ve putlara tapıncaya kadar kıyâmet kopmayacaktır. Ve ümmetimden otuz kadar yalancı Peygamber olacaktır ki, bunların herbiri Peygamber olduğunu iddia edecektir. Halbuki, Peygamber’lerin sonuncusuyum ve benden sonra Peygamber yoktur.” buyurmuştur.
- Devir her sahada çok çoook yalan söyleyenlerin devridir. Nasıl ki, Peygamber’imizden sonra kendilerinin Peygamber olduklarını iddia eden nîce yalancılar çıkmışsa, bu devirde de kendilerinin Vâris-i Nebî, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid olduklarını iddia eden binlerce kişinin çıktığını ve hâlen de var olduklarını biliyoruz.
Bunların kimler oldukları, kimlerle düşüp kalktıkları, ne yiyip ne içtikleri, kıyâfetleri, saç-bıyık tarzları ile uğraşmak bizim işimiz değildir.
Vazifemiz, öncelikle Şerîat-i Garrâ-i Muhammedî’yi, Nâr-ı Beyzayi yaşamak ve aslâ ona gölge düşürmemektir.
Hakîkate ulaşmak için önemli bir vesiyle olan “Tarîkat”, Mâverâü’ş-Şerîa’dır. Şerîatte defolu olanların, tarîkatte ve tasavvufta yol almaları mümkün değildir.
Sağlam, arızasız, deliksiz, safrasız, mücedded “Tarikat” gemisiyle, anaforsuz, dalgasız, çarşaf gibi (bir denizcilik ta’biri) şerîat denizinde, bir Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve Müceddid’in suvariliğinde sefere çıkanlar, Sahil-i Selâmete Hakikate ulaşırlar. Bu hususta söyleyeceklerim şimdilik bunlardır.
- OSMANLI TOKADI, remziyle yorum yapan değerli kardeşim.
- “İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahûdî’ler ile, şirke koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da “Biz Hıristiyanlarız,” diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.”
(Tefsirlerde, bu âyetlerin bahis mevzu ettiği Hıristiyanların, Habeşistan’a göç eden Müslümanları iyi karşılayan ve onlara anlayış gösteren Hıristiyanlar veya Haz.Peygamber’e (s.a.) ile antlaşma yapan Necran Hıristiyanları olduğu zikredilmiştir. Bununla birlikte, umûmî olarak da Hıristiyanların, Yahûdîlere ve müşriklere nisbetle Müslümanlara karşı daha yakın oldukları bir gerçektir. Filhakîka, günümüz mutassıp Hıristiyanların birleşerek tertipledikleri Haçlı Seferleri tarihin en acı sahifelerini teşkil etmiştir. Bununla birlikte dünya’dan el ve eteğini çekmiş rahiplerle kimi Hıristiyan bilginlerinin ve bunların te’sirinde kalan Hıristiyanların İslâm’a, nisbî yakınlıkları, bir vâkıa’dır. Haz.Peygamber’in bî’setinde (zuhurunda) pek çok rahip ve keşiş O’nu sevgiyle karşılamış ve beklenen Peygamber olduğunu i’tiraf etmiştir.)
(Bu bakımdan âyette bahsedilen Hıristiyanlar günümüz Hıristiyanlarından ziyâde ehl-i Kitap olan Hıristiyanlardır.)
- Tarihimiz içinde, Yahûdî’lerin rolünü sorguluyor, tarihimiz içinde Yahûdî’lerin yerini, İstanbul’un fethinde Yahûdî’lerin hangi tarafı tuttuğunu sorguluyorsunuz?
İstanbul’un, daha doğru bir ifade ile “Konstantiniyye”nin fethinde Yahûdî’ler hangi tarafı tutmuştur, ciddî tarihî kayıtlarda bu hususta doyurucu bilgiler bulunmamaktadır.
Ancak, İslâm-Türk tarihinde, Yüce İslâm Dini tarihinde, Yahûdî’lerin yeri, dahli nedir, nelerdir, diye sorarsanız, elbette söyleyeceklerimiz vardır.
- “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki Peygamber’i), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler.” (Bakara 2/146)
(Yahûdî’ler Tevrat’ta, Hıristiyanlar da İncil’de, âhir zaman Peygamber’inin sıfatlarını gördüler, onun gelmesini beklediler; her nesil bunu kendisinden sonra gelecek nesillere anlattı ve âhir zaman Peygamberine inanmalarını tavsiye etti. Bunun için her iki zümre de Peygamber’in gelmesini dört gözle bekliyordu. Ancak O’nun Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce ırkçılık (kendi kavimlerinden olmadığı için), gayret ve düşüncesiyle inkâr ettiler. Halbuki onun Hakk Peygamber olduğunu kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi biliyorlardı.)
- “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Resûlüllâh’ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar.”
- Yahûdî’lerden bir kısmı kelimelerin yerlerini değiştirirler. Dillerini eğerek bükerek ve dine saldırarak (Peygamber’e karşı) “İşittik ve karşı geldik”, “dinle, dinlemez olası “Râina” derler. Eğer onlar “İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları la’netlemiştir. Artık pek az inanırlar.” (Nisa 4/46)
(Yahûdî’ler Allah’ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, ma’nalarını sapıtmış, gerçekleri ve bu arada Haz.Peygamber’in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir. Resulüllah’ın zamanında da ilk anda kötü maksadlarını belli etmeyerek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin eylemek yoluna girmişlerdir. Meselâ, “râina” kelimesi “bizi gözet” ma’nasına gelir. Ayın’ının kesresi biraz uzatılarak söylenirse “râîna”; “bizim çobanımız”, ma’nasna gelir. İşte buna benzer kelime oyunlarıyla akıllarınca Peygamber’e hakaret ediyorlardı. Âyet onların oyunlarını bozmakta ve haklarında hayırlı olacak yolu göstermektedir.)
- “Ehl-i Kitap’tan bir grup, okuduklarını kitap’tan, sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde; bu Allah’ın katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmran 3/78)
- Yukarıda meâllerini verdiğim âyet-i Kerime’lerden ve meallerin arasında arzettiğim ilâve bilgilerden, Yahûdî’lerin, bidâyet-i İslâm’da, Asr-ı Saâdet’de, Allah’ın Resûlü’ne karşı ne oyunlar kurduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
1450 yıllık İslâm tarihi boyunca, İslâm’ın her asrında, Yahûdî’lerin Müslüman’ların başına ördükleri, örmeye çalıştıkları çorap’ların haddi hesabı yoktur.
- Her devir’de, müsait buldukları her zeminde, Yüce İslâm diniyle hiç alakası olmayan, pek çok mes’ele, “İsrâiliyyât” olarak, bid’at olarak İslâm’a sokulmaya çalışılmış ve maalesef sokulmuştur da...
Hatta, ba’zı İsrâiliyyât’ın Arabî olarak hazırlanmış Kur’ân-ı Kerim tefsirlerine bile girmiş olduğunu maalesef, tesbit etmiş bulunuyoruz.
(Bu çok önemli mevzulara devam edeceğiz...)