Pek çok bölgesel ve uluslararası sorunlar yanında aylardır mahalli seçimler gündemde ve seçim sathı mailinde de artık son viraja girdik gibi. 

Sayın TBMM Başkanı istifa etti, aday listeleri Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) sunuldu, bütün partiler ve adayların kesif propaganda faaliyetleri başladı. 

Cumhuriyetin son Başbakanı Sayın Yıldırım’ın aday listelerinin YSK tesliminde TBMM Başkanlık görevinden ayrılmasını, bütün aksine yorumlara rağmen, tabii ki yapılan tartışmaların önünü almak bakımından her kesim olumlu karşıladı. 

Değerli okurlarım, çok değil son beş yıl içinde yedi defa, seçim ve referandum gibi nedenlerle, bu seçim de dahil, tam yedi defa sandığı gitmişiz. Üç genel seçim, ikişer Cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimleri, bir de referandum. 

İlk bakışta, seçimleri ne kadar da çok seviyoruz gibi gelmiyor mu? 

Geçen yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin ardından uzun bir süre parlamento tatil yapmıştı, şimdi de yeni başkanın seçilmesini müteakip seçim faaliyetleri öne çıktı, TBMM de çalışmalarına ara verdi. 

Ayrıca her seçimin zaten kırılgan ekonomimize getirdiği yük de ortada. Malumları her seçim yeni masraf kapıları. 

Böyle durumlarda seçimlerin bazen birleştirilebilmesine imkan veren, Anayasa’mızın 127’nci maddesinde bir hüküm vardı. Bu hüküm 2017 Anayasa değişiklikleri ile kaldırıldı. Oysa bağlayıcı olmayan bu hüküm icrada esnekliğe imkan veriyordu. Artık bundan böyle malumları seçimler birleştirilemeyecek. 

Şimdi meydanlarda siyasi partiler ve adaylar, yayımlanan manifestolara uygun olup olmadığına bakılmaksızın yüksek perdeden ve bol keseden vaat yarışı içindeler. İstisnasız, sesini duyurabilen bütün adaylarca en azından mevcut ulaşım ve altyapı sorunlarının çözüleceği, istihdam yaratılacağı, yeşil alanların artırılacağı, şeffaf ve tasarruf odaklı bir yönetim uygulanacağı gibi partilerin yayınladığı manifestolar tekrar ediyor gibi. Belki önümüzdeki günlerde belediyeler bazında plan ve programlar açıklanarak seçmenler yönlendirilmiş olur. 

Bekleyip göreceğiz. 

Değerli okurlarım, malumları 70’li yıllarda ülkemizde kurulan koalisyon hükümetlerinde partiler hep, KİT’leri ve bankaları yöneten bakanlıkları tercih ederlerdi. Zira bu KİT ve bankalar siyasi partilerin halk kitleleri üzerindeki etkilerinin artırılması için en önemli kaynak olarak görülürdü. 

Daha sonraları siyasi alanda, halkın mahalli müşterek hizmetlerini karşılamak için var olan mahalli idareler öne çıktı. Tasfiye edilen kitlerin yerini mahalli idareler aldı. Ve mahalli idarelerin halka sunduğu bütün hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması için zaten Anayasalarda merkezi idareye mahalli idareler üzerinde vesayet yetkisi de verilmişti. 

Modern hayatta kent yaşamı içindeki bireylerin doğumundan ölümüne hatta mezarında bile, herkese eşit, adil, zamanında, ucuz ve kaliteli mahalli müşterek hizmetin çok değerli ve önemli bir yeri olduğu, merkezi ve mahalli idarelere verilen görevlerde apaçık ortadadır. 

Seçim sathı mailinin oldukça ısınması ile adaylar yavaş yavaş da olsa plan ve programlarını açıklamaya başladılar. 

Ama önemli olanın, bu plan ve programların yazılı hale getirilmesi ve halkın da bilgilendirilmesi değil mi? 

Not: Değerli okurlarım, 14 Şubat’ta yayımlanan ÇİPRAS’IN TÜRKİYE ZİYARETİ başlıklı makalemin sondan üçüncü paragrafında, aşağıda altı çizili bir satır sehven çıkmadığından ifade anlamsız kalmıştır. Paragrafı yeniden aşağıya çıkardım. Düzeltir özür dilerim. 

1971 yılında bir anayasal değişiklikle Özel Eğitim Kurumları Kanununun bazı maddeleri iptal edildiğinden bütün yüksek eğitim kurumları üniversite bünyesine alınmış, Ruhban Okulu ise üniversite seviyesine girmek istemediğinden kendiliğinden kapanmıştır.