100 yıl önce 30 Ağustos’ta Gazi Mustafa Kemal Paşa; komuta ettiği Kahraman Ordumuzla, Afyon-Dumlupınar’da Yunan ordusunu imha ve esir ederek malumları Cumhuriyetimizi bütün dünyaya kabul ettirmişti. 1923’te kutlanmaya başlanan bu Muhteşem ZAFER’imiz 1935’ten beri ZAFER BAYRAMI olarak bütün yurtta ve dış temsilciliklerimizde şanla ve şerefle ve gururla kutlanmaktadır. Ve bu yılda ne mutlu bizlere, Cumhuriyetimizin en güçlü dayanağı Muhteşem ZAFER’in 100ncü yılına katılarak şahitlik ediyor, gururlanıp, onurlanıyoruz.

Değerli okurlarım, bilindiği gibi dünya 20nci yüzyıla girerken; Karlofça Antlaşması’ndan (1699) beri Avrupa’dan hızla çekilen Osmanlı’dan herkes bir şeyler talep etmekteydi.

Ruslar; Boğazları ve Doğu Anadolu’yu alarak sıcak denizlere çıkmak istiyordu.

İngiltere’nin hedef; sıcak denizlere çıkmasını önlemek için Boğazları Ruslara kapatmak ve Hindistan yolunu emniyete almaktı.

Fransa, Suriye ve Çukurova’nın, İtalya’da Trablusgarp ile Anadolu’nun Akdeniz ve Ege bölgelerinin peşinde iken, Yunanlıların da Bulgurların da gözü İstanbul’daydı.

Tabii Osmanlı coğrafyasındaki ayrılıkçı unsurlarda, özerklik ve bağımsızlık yollarını zorlamakta adeta yarış içinde, bütün Avrupa ve Rusya’da bu unsurların arkasındaydı.

Ve ayrıca 20nci yüzyıla Avrupa’nın en önemli aktörleri arasında girmeyi başaran Almanya için Osmanlı coğrafyası; Hindistan’a, Mısır ve Afrika’ya uzanan ve en kolay geçilebilecek bir köprü gibi görülmekle beraber, İngiltere ve Fransa için de Almanya’nın, Asya ve Afrika’ya uzanabilecek nefes borusunun kesilebileceği en uygun alan olarak değerlendirilmekteydi.

Ve bu çıkar hesapları arasında hala uçsuz bucaksız toprakları üzerinde altı asırlık koca Osmanlı ne yazık ki müttefiksiz ve yapayalnız, Avrupa’nın Hasta Adamı olarak kaderini beklemekteydi.

Çok geçmedi. İngiltere’nin Reval’de Boğazları Rusya’ya bırakması adeta sonun başlangıcı idi.

İtalya’nın 29 Eylül 1911’de Trablusgarp’a saldırısı ile başlayan savaş; Balkan Harbi ve hemen ardından Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı ile tam 10 yıl devam etti. Ve Osmanlı, Afrika’daki son toprağı ile birlikte bütün Rumeli’yi ve Ege Adalarının tamamını kaybetti. Birinci Dünya Harbi sonunda da Osmanlı’ya, Orta ve Doğu Anadolu’nun bir kısmı bırakılarak İstanbul ve Anadolu, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan İtilaf Bloku (İngiltere-Fransa-İtalya) ve Yunanistan tarafından işgal edildi.

Daha anlaşma bile yapılmadan topraklarının tamamına yakını işgal edilen Osmanlı’nın ne Devlet’i, ne Ordu’su ne de itibarı kalmıştı, ordularımız dağılmış, bütün kaynaklarımıza el konulmuştu.

Değerli okurlarım, bin yıldır vatan yaptığımız toprakları düşmandan temizlemek üzere Kahraman Türk Milleti; Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak, tam üç yıl dört ay sürecek eşi menendi görülmemiş bir Kurtuluş Savaşı’na atıldı. Ancak varını yoğunu harcayan Türk Milleti yorgun ve bitkin, yokluk ve yoksulluk içinde, para yok, mal-silah cephane yok, hiçbir şey yoktu. Bunlar yetmezmiş gibi düşmanlar ve işbirlikçiler halkı isyana teşvik ederek kurtuluş hareketlerini sürekli baltalıyorlardı.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, şimdilerde ÇILGIN TÜRKLER olarak anılan atalarımız Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığı altında, hiç kimsenin tahayyül bile edemediği başarılar kazandılar. Mustafa Kemal Paşa özetle, Yunan ordularını oyalarken iç isyanları bastırıp, bilahare Doğu’yu Ermenilere, Güney yanımızı da Fransa ve İtalya’ya karşı emniyete almış, sıra Yunan ordusuna gelmişti.

26 Ağustos 1922’de Türk Milletinin varı yoğu, çıkarabildiği en büyük gücü Ordu’su, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın komutasında adeta bir mucizeyi gerçekleştirdi.

Ateş ve hareket kabiliyeti yanında sayıca da üstün olan Yunan ordusu; Afyon ovasında Mustafa Kemal Paşa komutasındaki taarruzumuz karşısında, dört gün içinde imha ve esir olmuş, kaçabilenleri on gün gece gündüz kovalayan Türk Ordusu 9 Eylül’de malumları İzmir’e girmiş ve Anadolu işgalden kurtarılmıştı.

Bu Muhteşem ZAFER, Cumhuriyetimizin üzerine kurulduğu asıl ve en sağlam temeldir.

Bu Muhteşem ZAFER, bugün sahip olduğumuz bütün değerlerin, hür ve müstakil hayatımızın, demokrasimiz, dinimiz diyanetimiz, onurumuz, malımız-mülkümüz nemiz varsa hepsinin ana kaynağıdır.

Bu Muhteşem ZAFER, Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz liderliği, azmi, dirayeti ve komuta kudretinin bir büyük sonucudur.

Değerli okurlarım, tarih Cengiz Han’dan Napolyon’a, İskender’den Alpaslan’a, Fatih Sultan Mehmet’e nice büyük zaferler kazanmış komutanların, kralların, sultanların başarıları ile doludur. Ancak hepsinin bir Ordu’su, bir Devlet’i ve de Para’sı vardı.

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığında; ne komuta edeceği bir ordu, ne arkasında bir devlet ne de parası vardı. Üstelik Anadolu işgal altında idi.

Kurtuluş Savaşı çok çok ağır şartlar altında, ne çileler çekilerek kazanıldı.

Onun için eşi menendi yoktur.

Ebediyete kadar her 30 Ağustos’ta bu Muhteşem ZAFER’i ve yaratıcısı Ulu Önderimiz, Ebedi Başkomutanımız Atatürk’ü büyük bir sevinçle ve gururla anarken tabii ki 100ncü yılı idrak etmenin gururunu ve onurunu da paylaşıyoruz. Ne mutlu bizlere.

Bize de bu mutlulukları, onur ve gururu yaşatan ve bu güzel Vatan’ı bırakan başta Ulu Önder Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman silah arkadaşları ÇILGIN ATA’larımızı ayakta saygı ile selamlıyorum.

Ruhları şad, mekanları cennet olsun.