1940'lı yıllar, Türkiye'nin idaresi, Millî Şef İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanlığı altında Tek Parti CHP yönetiminde. Devletimiz İkinci Cihan Harbi'ne katılmamış, fakat harbin bütün te'sirleri, harbe iştirak eden devletlerden daha fazla ve daha ağır olarak memleketimizde hüküm sürmektedir. Devlet eliyle işletilen bir kaç şeker ve basma fabrikasından başka sanayii yok, sanayii olmadığı için ticaret de sıfır. İncir, üzüm, tütün gibi geleneksel ihraç ürünlerimizi de, İzmir'li levantenler ihraç etmekte, paraları Avrupa bankalarına yatırılmaktadır. Tarım, Anadolu'da tarım susuz ve karabasanla yapıldığı için son derece verimsiz, köylü bütün yıl çalıştığı halde ancak karnını doyurabiliyor. Millî Şef İsmet Paşa ve partisinin hükûmeti (Tek Parti Mütegallibe CHP) Harb-i Umûmî'yi bahane ederek milletimize dünya ve insanlık tarihinde eşi menendi görülmemiş zulmü reva görmekteydi. Din Eğitimini tamamen yasaklayan, geceleyin evlerinde gaz lambaları ve idare ışığında sessizce Kur'ân okuyan Müslümanların son durağı müteferrika idi (İstanbul Emniyeti'ne ait, Sirkeci'deki Sansaryan Han'da bulunan, zanlıların, insafsızca işkenceye tabi tutuldukları yere zamane dilinde "müteferrika" denilirdi). Burada hırsızlar, yankesiciler, dolandırıcılarla, gece yarısına doğru evlerinde Kur'ân okuyanlar sorgusuz sualsiz, günlerce tutulur, insan haysiyetine yakışmayan işkencelere tâbi tutulurlardı. İslâm Dini düşmanı Millî Şef ve onun tek parti hükûmeti, İslâm'ın bir emri olan "Uşr'u" istismar etmiş, köylümüze, çiftçimize bir zulüm vasıtası haline getirmişti. Kasabalara, köylere devletin vazifelendirdiği eksperler Mart ve Nisan aylarında gelirler, çiftçilerin sürdükleri tarlaları tespit ederek, "Sen bu tarladan şu kadar mahsûl elde edebilirsin, dolayısıyla şu kadarını devlete vereceksin" diyerek ilkbaharda bir tespit yaparlardı. Kuru tarım yapıldığı için, ilkbahar aylarında havalar iyi gider, yağmurlar düşerse bu tahminlere yakın mahsul elde edilebilirdi. Ancak, Mart ve Nisan aylarında yağmur yağmazsa, çiftçi o yıl hiç mahsul elde edemezdi. Çünkü kuru tarım yapılan yörelerde Mart ve Nisan aylarında yağmur yağmadığında ekinler büyümez, arpa-buğday başak açmaz, bu tarlalara hayvanlar sürülür, yayıltılır, kesinlikle harman bile yapılmaz, hiç mahsul alınmazdı. Buna rağmen devletin tahsildarları kasaba ve köylere gelirler, ilkbaharda yaptıkları tespite göre arpa-buğday veya bedelini köylülerden cebren, devlet zoruyla alırlardı. Toplanan hububat ve bakliyat devletin silolarına, yetmezse toprak altına depolanır, Milletimize satılmazdı. Bunun için ekmek ve diğer bütün zarurî ihtiyaç maddeleri karneye bağlanmıştı. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde ekmeklik, zahire, mısır ve başkaca hububat ve bakliyat bulunamadığından açlıktan ölmemek için milletimiz, süpürge otundan, fındıkkabuğundan ekmek üretip açlığını gidermeye, ölmemeye çaba harcıyordu. Milletimiz, süpürge otundan, fındıkkabuğundan ekmek yapmaya, çocuklarını ve kendilerini kandırmaya gayret ederken, lebalep dolu silolarda, toprak altlarında depolanan buğdaylar, hububat ve bakliyatı bitler yiyor, kemiriciler telef ediyordu. Milleti hiçe sayan tek parti mütegallibe idaresi de, Ankrapalas'ta binbir gece masallarını andıran ziyafetler, danslarla günlerini gün, gecelerini gece yapıyorlardı. Yıl 1979, 14 Ekim 1979'da yapılan Senato Kısmî, milletvekilliği ara seçimleri neticesi, Ecevit'in Başbakan, Deniz Baykal'ın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı olduğu CHP-Adalet Partisi'nden istifa ettirilen 11'ler hükümeti istifa etmiş, Erbakan'ın kerhen, Türkeş'in isteyerek ve samîmî desteğiyle Adalet Partisi Azınlık Hükûmeti kurulmuştu. Hükûmet kurulur-kurulmaz, Devrin Başvekili Süleyman Demirel alakalı Bakanlara öncelikle bir envanter çıkarmaları talimatını verir, alakalı Bakanlar, kendilerine bağlı bürokratlarla sıkı bir çalışma ile bir kaç gün içinde Başbakan'ın önüne ürkütücü bir bilanço-tablo koyarlar. Tablo gerçekten ürkütücü ve korkutucu idi. Tüm iktisadî dengeler alt-üst olmuş, ham madde ithal edilemediği için ham madde-yarı mamul üzerine üretim yapan bütün te'sisler durmuş, Merkez Bankası Döviz taleplerini karşılamadığı için bırakınız ham madde-yarı mamul madde ithalini, ilâç ham maddesi gibi en zarurî maddeler ithal edilemiyor, ham petrol ithal edilemediği için rafineriler durmuş, tüm yurtta korkunç bir akaryakıt sıkıntısı yaşanıyor. Şartlar ve imkânlar ne olursa olsun, Osmanlı Devlet-i Aliyye'mizden gelen ve bütün cumhuriyet hükûmetlerinin titizlikle üzerinde durdukları önemli bir husus vardır. Doğrudan Devletimizin güvenliğini de alakadar ettiği için aynı zamanda bir devlet sırrıdır da!.. Şartlar ve imkânlar ne olursa olsun, hangi hükûmet işbaşında bulunursa bulunsun Cihet-i Askeriye için belli bir miktarda un, (zarûrî gıda maddeleri) belli bir miktar akaryakıt stoklarda bulundurulur, kesinlikle belli bir miktardan aşağı düşürülmez. Had safhada bir hububat kıtlığı yoktur, sıkıntı telâfi edilebilir ölçülerdedir, fakat akaryakıt sıkıntısı had safhadadır, tarımda traktör, biçerdöver durmuştur. Şehirlerarası gıda nakleden kamyonlar durma noktasındadır. Ham Petrol veya rafine petrol ithal edebilmek için yeterli döviz de yoktur. Türkiye, artık Batı’da ve Doğu’da kendisine güvenilmeyen, kredibilitesi sıfırın altında Boğazların Hasta Adamıdır. Demirel, son çare olarak Cihet-i Askeriye’nin stoklarındaki ihtiyatı geçici bir müddette kullanmayı düşünür, Millî Savunma Bakanı Ahmed İhsan Birincioğlu, Maliye Bakanı İsmet Sezgin ile konuyu görüşür. Asker ve sivil bürokratlara gerekli talimat verilir, fakat tam burada korkunç hakikat ortaya çıkar. Ecevit Hükûmeti, Cihet-i Askeriye’nin ihtiyatlarında bulunan akaryakıt ve un-hububatı sonuna kadar kullanmıştır. Allah Muhafaza!.. Türk Silahlı Kuvvetleri muhtemel bir harekât içinde olsa, ihtiyatında bir günlük bile, yakıtı ve tayını yoktur. Meydanlarda gümbür gümbür Kuzey Irak'a müdahaleyi isteyen, bunu bir seçim malzemesi olarak kullanan ve istismar eden Sayın Deniz Baykal'a birileri bunu hatırlatsa ne iyi olur. CHP'nin daha buna benzer ne sabıkaları vardır!..