- “Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tahrim 66/1)
- “Allah gerektiğinde yeminlerinizi bozmanızı size meşrû kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah’tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.” (Tahrim 66/2)
- Peygamber eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti... Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu haber verince eşi; Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber; Bilen her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.” (Tahrim 66/3)
- Âyet-i Kerime’de işaret olunan hâdise kısaca şudur; Hazret-i Peygamber Zevcât-ı Mutahharât’ından Zeynep binti Cahş’ın evinde bal şerbeti içmiş ve bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan diğer iki zevcesi Aişe ve Hafsa aralarında kararlaştırıp, Peygamber kendilerine vardığında, kendisinden mağfir kokusu geldiğini söylediler. (Mağfir, yapışkan ve tatlı bir zamktır. Fena halde kokar. Urfut denilen bir ağacın öz suyudur. Resûlü Ekrem, bun usâre’den hiç hoşlanmazdı.) Haz.Peygamber mağfir yemediğini söyledi. “Demek ki, balı yapan arı mağfir yalamış” dedi ve bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etti. Bu sûre’nin bu münasebetle nâzıl olduğu rivâyet edilir.
- Rivâyete göre, Resûlüllah, eşi Hafsa’nın evde bulunmadığı bir sırada, eşlerinden Mâriye’yi onun odasına almıştı. Hafsa bundan haberdar olunca üzüntüsünü belirtmiş ve darılmıştı. Resûlüllah da Hafsa’ya, bundan böyle Mâriye’yi odasına almayacağını söylemiş ve bunun gizli tutulmasını tenbihlemişti. Hafsa ise bu mevzu’u Haz.Aişe ile paylaşmış, bunun üzerine yukarıda meâlini verdiğimiz, 3. âyet nâzil olmuştur. Başka bir rivayete göre, Haz.Peygamber irtihâlinden sonra hilâfete sırasıyla Ebûbekir ve Ömer’in geçeceklerini söylemiş. Haz.Hafsa, Haz.Peygamber’in bu sırrını Haz.Âişe’ye söyleyince, Allah bu vaziyeti vahiyle Hazret-i Peygamber’e bildirmiş ve âyette zikredilen konuşma cereyan etmiştir.
- “Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (yerinde olur) Çünkü kalpleriniz sapmıştır. Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı, Allah, Cebrail ve mü’minlerin iyileridir. Bunların ardında melekler de (ona) yardımcı olur.” (Tahrim 66/4)
Bu âyet-i Kerime’de de Peygamber’imizin eş’lerinden Haz.Âişe ve Haz.Hafsa’ya hitap edilmiş, Haz.Peygamber’in gönlünü almaları istenmiş, kıskançlık, sır yayma, sırrı ifşa ve onun hoşlanmayacağı aşırılıklardan kaçınmaları mevzu’u’nda uyarılmışlardır.
- “Eğer O sizi boşarsa Rabbi Ona, sizlerden daha iyi, kendine Allah’a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibâdet eden, oruç tutan dul ve bâkire eşler verebilir.”
(Bu âyet-i Kerime, Haz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in zevce’lerinden hiçbirisini boşamadığının delilidir.)
- “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahı) istiyorsanız gelin size boşama bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle serbest bırakayım.” (Ahzâb 33/28)
(Bu âyet-i Kerime nâzil olduğunda, artık Haz.Peygamber ve Müslümanlar aşağı-yukarı bütün Arabistan’a hâkim duruma gelmişlerdi. Sosyal ve içtimâî hayatta büyük değişiklikler meydana gelmişti. İlk yıllardaki fakirlik yerine kısmî refah ortalığı kaplamaktaydı. Bu şartlar altında Haz.Peygamber’in eşleri de umûmî refah’tan pay almayı arzulayarak, Resûlüllah’tan ba’zı ziynet eşyası ve daha müreffeh bir geçim istemişlerdi. Tam da bu sırada gelen vahiy, Haz.Peygamber’e yine eskisi gibi sadelikten ayrılmamasını emretti. Böyle bir emir, dünya hayatına düşkün, her geçen gün güce güç, servetine servet katmak için çırpınan maddeperest bir insan tarafından tebliğ edilmiş olamazdı. Şâyet Resûlüllah zevcelerine de bu umûmî refahı sağlamış olsaydı, en küçük bir i’tirazla karşılaşmazdı. Ne var ki, Resûl-i Ekrem günlük hayatını ve hayatının sadeliğini aslâ değiştirmeyecekti-değiştirmedi de...
Cemiyetin hayatında ne kadar değişiklik olursa olsun, dünya’nın geçici ni’metleri, ziynet’leri aslâ Resûlüllah’ın evinde yer almayacak, nübüvvet harîmi, dünya alâyişinden hep uzak kalacak, kıyâmete kadar bütün iktidar sahiplerine nümune-i İmtisâl olacaktı.
Yukarıya meâlini aldığımız âyet-i Kerime, Haz.Peygamber’in hanımlarından gelen istekler üzerine nazil olmuştur ki, (tahyîr), muhayyer kılma, irade ve istekleri halinde, serbest bırakma’dır. Netice olarak bütün Zevcât-ı Mutahharât (Peygamber’in tertemiz eşleri) dünya’nın ziynetleri ve refahını değil, Haz.Peygamber’i tercih etmişlerdir.
- “Eğer Allah’ı, Peygamber’ini ve âhiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlanmıştır.” (Ahzab 33/29)
- “Ey Peygamber Hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.” (Ahzab 33/30)
- Yukarıya meâllerini aldığımız âyet-i Kerime’lerden ve bu âyetlerden ba’zılarını nüzûlüne sebep olan vaka’dan, önemli dersler ve ibretler çıkarmalıyız.
Öncelikle, Resûl-i Ekrem’in helal ve mübah olan bir gıdayı (bal şerbetini) haram kılması ve bu hususun mahrem kalmasına ihtimam göstermesi eşlerini memnun etmek ve aralarında iki hizip haline hissedilen Fıtrî kadınlık gayret ve kıskançlığını aile nizamı üzerindeki aksi te’sirlerden kaçınma maksadına mebnî’dir. Ancak, bu gayretin, helali haram kılacak bir raddeye varması muvafık olmadığında, yukarıda meâlini verdiğimiz birinci âyette işaret olunmuştur. Bununla beraber, aynı âyetin sonunda Allah-u Teâlâ’nın gafûr ve rahîm olduğu, tasrih buyrularak, Resûl-i Ekrem Efendimizin mü’essir olmaması bildirilmiştir.
- Haz.Âişe ve Haz.Hafsa’nın, bal şerbetine mağfir demeleri, dilim varmıyor, ama doğruyu söylememeleri ve Haz.Resûl-i Ekrem’e bu hususta eziyet etmeleri, Peygamber’e eziyet etmek ve O’nu sıkıntıya sokmak için değil de, sırf bir kıskançlık ve kadınlık gayretiyle olduğu için mes’uliyyeti mûcip bir durum değildir.
“(Resûlüm) Allah’ın, sana helal kıldığı bir şeyi niçin haram edersin?” istifhamıyla vâkî, İlâhî ihtar üzerine kadınların birbirlerine karşı gayret’lerinden, ihtiras’larından uzak bulunmak üzere, Peygamber’imiz bir ay kadar uzlete çekilmiştir.
- Haz.Peygamber’in bu uzlet günlerini ve Haz.Ömer’in bir ziyaretini İbn-i Abbas’dan gelen bir tarîk ile, Buhârî şöyle rivâyet etmiştir. Buhârî bu mevzu’uda, uzun bir metin halinde rivâyet etmişse de bir hulasa olarak verirsek kısaca şöyledir;
Haz.Ömer radiyallâhu anh Efendimiz, şöyle demiştir: “Ben, Resûlüllah’ın hücresine girdiğimde, Allah’ın Resûlü Mübârek Vücud-u Şerif’lerini dinlendiriyorlardı. Altında, hurma dallarından yapılmış kuru bir hasırdan başka bir şey yoktu. Başının altında içi lif dolu meşinden bir yastık vardı. Ayaklarının ucunda da, debâgatta (deri sepiciliğinde) kullanılan karez ağacının yaprakları dökülmüştü. Başucunda da, ufak bir su kırbası (hayvan derisinden su kabı) asılı bulunuyordu. Hücre’nin bir köşesinde, ancak bir öğün yetecek kadar kavut (Arpa-Buğday karışımı, ateşte kavrulmuş bir çerez çeşidi) bulunuyordu.
Gördüm ki, vücudunun bir tarafında hasır te’sir etmişti. (Vücudu yol yol olmuştu.) Üzerinde yatmakta olduğu hurma dalından hasır’ın sert çubukları vücuda batmış iz bırakmıştı.
Bunu görünce ağlamaya başladım. Resûlüllah “ne ağlıyorsun” diye sordu. Ben de; “Yâ Resûlüllah! Kisr’â, Kayser, dünya’nın ni’meti ve ziyneti içinde yüzüyorlar. (Kuş tüyü, ipekten yastık ve yataklarda yatıyor, dünya’nın muhtelif lezzet’lerini altın-gümüş taslar içinde yiyorlar.) Cenabınız ise Allah’ın Peygamber’isiniz. (Bu ni’met ve ziynetlere en çok siz müstahaksınız onlar değil” dedim.
O, Yâ Ömer! Dünya ni’meti onların âhiret saâdeti de bizim olmasına râzı değil misin? buyurdu. (Yorumlamaya devam edeceğiz.)