Siyasete soyunanlar seçimlere hazırlanırken dünyanın en demokrat adamları oluveriyorlar. Bireysel özgürlüklerden, vatandaşın devlete karşı korunmasından, girişimcinin önündeki engellerin kaldırılmasından, hür teşebbüse imqanlar verileceğinden, insan haklarının sonuna kadar savunucusu olacaklarından dem vuruyorlar. İnsanlar bunlara inanıyorlar. Aslına bakarsanız samimi oldukları zamanlardan da şüphe etmemek gerek.
Hele daha önce devlet deneyimi olmayan siyasetçiler öylesine esip gürlüyorlar qi, işte diyor vatandaş. Yıllardır özlemini duyduğum siyasetçi. Oylar toplanıp sandıklara doluyor ve o ağzından bal damlayan siyasetçi iktidara geliyor.
Siyasetçilik devlet adamlığıyla paralel bulunamayabiliyor. Siyasetçi çok konuşmalı, iyi hatip olmalı, mugalata ve aldatmacayı becerebilmeli, hazırcevap olmalı. Devlet adamı tam aksine durup düşünmeli ve tane tane konuşmalı. Ağzından çıkacak her söz devleti bağlayacaktır. Milletlerarası diplomasi dili gibi devlet adamının da görevli olduğu zamanlara ait özel bir dili olması gerekiyor.
Devlet adamı eleştirmez. Devlet adamı tartışmaz. Devlet adamı muhataplarını haqir görmez, küçük düşürmez. Devlet adamı kırıcı konuşamaz. Ama siyasetçi hele seçim dönemlerinde çok konuşur, muhalefeti, ya da iktidarı eleştirir, kırar, döker, kamuoyu önünde gülünç duruma düşürmeyi hedefler. O halde nerede devlet adamı, nerede siyasetçi olduğunu unutmamak gerekiyor.
Siyaset adamı kendi tarzında, alanında faaliyet gösteren diğer siyasetçilere karşı eleştirel, kınamacı, açık arayıcı olabilir. Ama başka alandaki kitlelere karşı, gönül bağlılarını, maksat bağlılarını, stk mensuplarını siyasi rakipleri gibi görüp onlara aynı tarzı uyguladığında o kişi artık ne siyasetçi ne de devlet adamı özelliğini göstermiyor demektir.
İşte demokrasi meselesi bizde iktidara gelinceye kadar geçerliliği olan bir taşıma değerdir. İktidara gelindikten sonra artık birey, vatandaş unutuluyor devletin sahibi olarak bütün güç ve iktidarla devlet koruma altına alınıyor. Kitlelere emretmek, ağzından çıkacak bir cümle ile toplumu bir yöne sevk etmek, ülkenin parasını idare etmek, servetine servet katmak şehevi bir haz kaynağı.
Düne kadar şiqayetçi olunan devlet kurumlarının sahibi olarak o kurumları himayeleri altına almak, oraya kendi adamlarını yerleştirmek, kendi siyasi emellerine hizmet ettirmek hemen her siyasetçinin, devlet adamının genel zaafı olarak ortaya çıkıyor.
Benim ordum, benim YÖK’üm, benim ordum, benim polisim söylemleri gırla gidiyor. Birey özgürlüğü devleti ve devlet kurumlarını tehdit unsuru olarak algılanıyor. Böylece de iktidara gelen genlerindeki esaslara teslim oluyor. Dediğim dedik, benim borum öter, bu çöplük benim. Buranın horozu benim. Ben iyi bir liderim. Eşim menendim bulunmaz. Ben bu millete Allah’ın bir lütfuyum. Benim değerimi bilin. Bakın nasıl da sizi kalkındırıyorum. Benim görüşlerime itiraz etmeyin. Ben ne dersem o. Her hangi bir iş yapılıyor ve benim haberim varsa o artık suç değildir. Hırsızlık yolsuzluk diye soruşturma açacaksanız bana haber verin. Ülkenin ekonomisi çöker. 10 milyon çalınmasın diye soruşturma açarsanız ekonomi tepe taklak olur, borsa düşer, döviz yükselir ülke daha çok zarar eder. En iyisi mi hırsızlığı yolsuzluğu boşverin. Asıl milli iradeyi çalanlara bakın. Evet demokrasi konusunda ağzından bal damlayan siyasetçi sonunda bu söylemlere gelip dayanıyor.