ULUSÇULUK VE IRKÇILIK
TÜRK DÜNYASI
Yıl 1944, 12 Kasım günü, ulusal ayaklanma ve kanlı savaş hesabına Doğu Türkistan’ın Gulca şehrinde Şarki Türkistan Cumhuriyeti kurulur. Fakat ezeli ve ebedi düşmanımız olan Rusya ve Çin, ırkçı-emperyalist doğasının gereği bu cumhuriyeti kabul edemez. Cumhurbaşkanı Ahmetcan Kasimi (1914-1949), Rus-Çin işbirliğiyle ayarlanmış “uçak kazası” süsü verilen bir suikastın kurbanı olur. Irkçılığın-emperyalizmin barışmaz düşmanı olan bu ulu savaşçı, kendi ulusçuluğunu şöyle tanımlıyordu:
“Milletim ezildiğinde ben milliyetçiyim.”
Evet, Rus ve Çin ırkçılığına-emperyalizmine karşı savaşan herkes milliyetçidir-milliyetçi olmak zorundadır. Çünkü Ruslar ve Çinliler vatanımızın bir bölümü olan İdil-Ural’ı ve Doğu Türkistan’ı işgal ederek Tatarları ve Uygurları yutmak-yok etmek istemektedirler. İşte bu Rusların ve Çinlilerin yaptığına ırkçılık-emperyalizm denilir. Tatarların ve Uygurların var olma savaşına-direnişine ise ulusçuluk denilir. Ulusçuluğun kaynağı-ulus, ulusal vatan sevgisi ve ulusal devlet kaygısıdır. Irkçılığın kaynağı-hırsa, yalana, şiddete dayanan üstünlük kavgası ve emperyalizm tutkusudur.
Mustafa Kemal Atatürk, olağanüstü zorluklara rağmen Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaya-geliştirmeye çalışırken, Türk ulusunun anlayışına ve gücüne güveniyordu. Bu sebeple O, ulusuna olan sevgi ve minnet duygularını şöyle izah ediyordu:
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Evet, ulusçuluk ve ırkçılık birbirini inkar eden barışmaz zıt olgulardır. Ulusçuluk ulusal değerlerin tümüdür. Irkçılık ise emperyalizmi ayakta tutan değerlerinin tümüdür. Bu “ulusçuluk” ve “ırkçılık” tanımlamalarıma açıklık getirmek amacıyla, ünlü ulusçulardan ve ünlü ırkçılardan örnekler sunuyorum:
Ulusçular: Ahmetcan Kasimi, Cengiz Han (1155-1227), Büyük Timur (1336-1405), Napolyon Bonaparte (1769-1821), Adolf Hitler (1889-1945)… Bu güne kadar kendi emperyalist eylemlerini gizlemek için, Hitler’e-Almanlara mal edilmiş ırkçılık suçlaması, hiç kuşku yok ki, Yahudilerin, Rusların, Çinlilerin iftirasıdır-uydurmadır-yalandır. Asıl ırkçı kendileridir. Hitler ve Almanlar ise ulusçudur. Kimseyle karşılaştırılmayacak kadar büyük, farklı, sıra dışı bir insan olduğu için Mustafa Kemal Atatürk’ü (1881-1938), yukarıda adı geçen ulusçuların sırasına koymuyorum. Çünkü O, benzeri olmayan ulu, yanılmaz-yenilmez bir ulusçudur. Ulusçular tarihe yön veren, insanlığın önde gelen şahsiyetleridir. Tarih onları takdirle anacaktır.
Irkçılar: Korkunç İvan (1530-1584), Büyük Petro (1672-1725), Karl Marx (1818-1883), Stalin (1879-1953), Boris Yeltsin (1931-2007), Vladimir Putin (1952), Çan Kay Şek-Jiang Jieshi (1887-1975), Mao Zedung (1893-1976), Hu Jintao (1942) …. Irkçılar tarihin çöplüğüne atılmış, insanlığın lanet damgasıyla karalanmış katillerdir.
Ulus, ulusal vatan, ulusal dil, ulusal devlet ve ulusçuluk, insanlığın var oluşunun temel öğeleridir. İnsanlık geliştikçe insanlığın bu temel öğeleri de gelişti durdu. Ulusal bilince ve ulusal güce gereksinim duyan ulusçuluk geliştikçe, bu gelişmeye zıt olarak ikinci bir ulusu sömüren unsur ortaya çıktı ki, buna “ırkçılık” denildi. Peki “ulusçuluk” dediğimiz nedir? “Irkçılık” dediğimiz nedir?
Ulusçuluk, bir ulusu ayakta tutan tüm maddi-manevi değerlerin tümüdür. Ulusçuluk bilinç ve gelenekleri gelişmiş uluslar sömürge (müstemleke) olmaz, sömürgeci de (müstemlekeci) olmaz. Ulusçuluğa önem veren ulusların başında Almanlar ile Türkler gelmektedir (Orhun Abideleri’ne bakın). Irkçılık ise, kendi ulusunu başka uluslardan üstün görüp, başkalarını sömürge, kendisini ise sömürgeci kabul eden, insanlık düşmanı kan içici bir düşünce sistemidir ki, buna “üstün ırk felsefesi” denilir. Bu felsefenin tipik temsilcileri (yaratıcıları) Yahudiler, Uruslar ve Çinlilerdir. Komünizm, Yahudi-Rus-Çin ırkçılığının-emperyalizminin felsefesidir. Bu felsefede Ruslar kendilerine “Velikorusı” (Ulu Rus) adını veriyor; Çinliler ise kendilerine “Vidadı Henzu” (Ulu Hen Ulusu) adını veriyor. Bu felsefeye göre, “Dünyada hiç kimse ve hiçbir şey bu ulu ulusun benzeri ve eşiti değildir!”
Irkçılığın ikinci bir tanımı, yaşamına ve geleceğine güven duymayan bazı uluslarda, devletlerde ve bireylerde zaman zaman ortaya çıkan bir tür karamsar ruh hastalığıdır. Bu hastalığın ikinci bir adı emperyalizmdir. Yani aynı olgunun ırkçılık ve emperyalizm denilen iki adı vardır. Değişik bir değişle, ırkçılık ile emperyalizm, birbirini tamamlayan bir bütünün ayrı öğeleridir ki, biri olmadan öbürü olamaz. Irkçılık, “Ben senden üstünüm” der. Emperyalizm ise, “Ben seni yutacağım” der.
Türk ulusu uzun tarihi boyunca hiçbir zaman ırkçı ve emperyalist olmamıştır. Altın Orda Türkleri (13-14. yüzyıllar), Büyük Timur dönemindeki Türkistan Türkleri (14-15. yüzyıllar), Osmanlı Türkleri (13-19. yüzyıllar) her ne kadar idaresinde başka uluslar ile beraber yaşasalar bile onları hiçbir zaman yok etme-yutma girişiminde bulunmamışlardır. Belki bu süreç içinde kendileri bir dereceye kadar asimilasyon olmak zorunda kalmışlardır. Osmanlı Türkleri ağır derecede Arap dilinin-geleneklerinin etkisi altında yok olma tehlikesi geçirirken, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal ve laik devrimleri sayesinde kurtulmuşlardır. Türkistan Türklüğünün başına gelmiş tüm bahtsızlıkların kökü, Arap işgaline duçar olmasıyla, 100 (651-751) yıllık oluk oluk dökülen kan pahasına, İslam’ın kabul ettirilip, bu işgalin kalıcı ve meşru duruma getirilmesinde saklıdır. İslam, Arap ırkçılığının-Arap emperyalizminin felsefesidir. Türklerde hiçbir zaman böyle bir felsefe olmamıştır.
Bir ulusun varlığı doğal olarak ulusal vatan, ulusal dil, ulusal devlet eşliğinde ulusçuluk yoluyla devam eder. Eğer bir ulus bu gelişme yolunda devletsiz kalmışsa, o ulus mutlaka bir tür ırkçılığın kurbanı olmuş demektir. Bazı uluslar var ki, bu doğal gelişme yolunu atlayıp, tepeden-kestirmeden gider ve burada ırkçılık ile emperyalizm denilen ulusçuluğa aykırı güce dayalı bir zorbalık meydana gelir. Bu izahımı örneklerle kanıtlamaya çalışayım.
Günümüzdeki Rusya ile Çin, bu zorbalığın en ünlü zorbalarıdır.
Bir ulusun yaradılışından günümüze kadar takip ettiği yol ulusçuluk ise, o ulus dünyamızda saygınlık kazanmış, gelişmeye-yaşamaya hak kazanmış ulus demektir. Tıpkı Almanlar ve Türkler gibi. Bir ulusun yaradılışından günümüze kadar takip ettiği yol ırkçılık ise, o ulus insanlığın nefretine hedef olmuş, yok olmaya-silinmeye hak kazanmış ulus demektir. Tıpkı Ruslar ve Çinliler gibi.
Yakında-Haziran 2010’da, Kremlin onaylı bir karar duyurulmuştur: “Moskova ve Sen-Petersburg Rus kültürünün doğduğu ve yaşandığı Rus şehirleridir. Bu sebeple bu şehirlerde yaşayan herkes Rusça konuşmak zorundadır; Rus kültürüne aykırı giysiler-adetler yasaktır.” Bu kararın yalın tanımı şu ki, Ruslar ve Rus devleti ırkçı bir ulus-ırkçı bir devlettir. Akılcılığın ve haberciliğin sınır tanımadığı günümüz dünyasında, böyle bir anlayışın-böyle bir ayrımcılığın hiç çekinmeden, başka uluslardan hiç utanmadan ilan edilmesi, ancak Rusların ikiyüzlülüğü, arsızlığı ve zalimliği ile izah edilebilir. Rus dili Ruslar için ne ise, başka ulusların dili de onlar için odur. Bugün sözde Tataristan’da Tatar dili yok edilme-yasaklanma aşamasına gelmiştir. Tatarlar bunu rıza olup-boyun eğip kabul ederler mi ?! Rusların sadece Rus olarak değil, başkalarını da Ruslaştırarak yaşama hakkı varken(!) Tatarların sadece Tatar olarak yaşama hakkı yok mudur !? Rusya’daki bu gelişmeler, Tatarların yok edilmesi anlamına gelmektedir. Rusya’daki Rus olmayanlar ancak Rus olarak yaşamak zorundaysa, bu anlayış Rus olmayanların Ruslara karşı isyanını haklı kılan sonucunu doğurmaz mı?! Bu isyanın adı Ruslara göre “terörizm”dir. Adı ne olursa olsun, Rus ırkçılığına-Rus emperyalizmine karşı yaşasın direniş-yaşasın isyan!!!
Sn. Erdoğan-Putin dostluğunun sonucu olarak Türkiye-Rusya arasında birçok anlaşmalar imzalanmıştır. Bunların en tehlikelisi, “nükleer santral” işbirliğidir. Bu konuda, bu konunun uzmanı olan TÜBİTAK eski başkanı Prof. Dr. Sümer Şahin, Rusya’nın ihracat sicilinin bozuk olduğunu ve bu anlaşmanın Rusya’ya 1’e 10 kazandıracağını söylemiştir (VATAN Gazetesi, 28.05.2010). Resmi bir ziyaret için Washington’da bulunan Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ile Başkan Barack Obama ikilisi sıcak bir gün-sıcak bir dostluk ilişkisi yaşamışlardır. Bu görüşmede, terörizm ile savaş, istihbarat ve ekonomik ilişkilerde işbirliği kararı almışlardır (VATAN Gazetesi, 26-30.06.2010). Fakat, bu iki başkan arasındaki bu yakın ilişkiden hemen sora, yıllardır ABD’de sahte kimlikle yaşayan 11 Rus casusu yakalanmıştır. Bu casusların ABD’de Rusya lehine, nükleer sırların çalınması dahil uzun vadeli ve oldukça gizli görevler üstlendiği belirlenmiştir. (VATAN Gazetesi, 29.06.2010).
Geçen yazılarımda özerine basarak yazdıklarımı burada yine tekrarlarsam yeridir: “Urus ile yoldaş olsan ay baltan yanında olsun. Urus ile dost olsan yalan söylemek, yalancı olmak zorundasın.”
Ruslar ve Rus devleti, kendi halkı aç ve yoksul iken buna acıma duymaz, Rusya’nın tüm zenginliklerini ülke dışında harcamaktan, cömertlik gösterişi yapmaktan zevk alır. Ülkesinin düzeni geri kalmış ve yaşanmaz durumdayken, ona itibar etmez, başkalarının işlerine burnunu sokmaktan hoşlanır.
Rusya denilen bu ülke ve Urus denilen bu ulus hakkında yıllar önce ulu Tatar devrimcisi Mirseyit Sultangaliyev (1892-1940) şunları yazıyordu:
“Panrusçular, Sovyetler Birliğini kurup, gerçekten birliğe getirilmiş parçalanmaz Rusya’yı, yani büyük Rusçuların başka halklar üzerindeki egemenliğini yaratmayı doğal olarak isterler… Oysa Rusya’daki son devrim tecrübelerinden biz şu sonuca vardık ki, Rusya’da egemenlik ne gibi bir sınıfın elinde olursa olsun, onların hiçbiri bu ülkeyi geçmişteki “büyüklüğü”ne ve gücüne kavuşturamayacaktır. Rusya’nın ulusal devletlere ve Ruslar devletine dağılması ve bölünmesi kaçınılmazdır. Bu katmaktan ayrılmaya giden tarihi zorunluluk sürecidir. Şimdiki SSCB şekline bürünen önceki Rusya’nın ömrü uzun değil, geçicidir. Bu ölüm öncesindeki son nefes, son çırpınıştır.” (Gasırlar Avazı Dergisi, Mayıs 1995, KGB arşivinden). İşte Mirseyit Sultangaliyev’in dediği gibi, bu Putin-Medvedev Rusyasının da ömrü uzun değildir.
Gelelim Çin’e ve onun kimliğine:
Çin ulusu ve devleti tarihi uzun feodal bir ulus-feodal bir ülkedir. Çin devletinin oluşumu da, tıpkı Rus devletinin oluşumu gibi başkalarını yutma hesabına meydana gelmiş bir oluşumdur. Moskova yöresindeki bataklıkta doğan Ruslar nasıl doğuya genişleyerek-Tatarları yutarak Rus devletini yaratmışlarsa, Çinliler de buna benzer…
Tarih, uluslar-devletler kimliğinin en güvenilir aynasıdır. Bu sebeple Çin’in kimliğini açıklamak için, onun tarihine ve tarihinin ana yurdu olan coğrafyasına öz olarak değinmek gerekmektedir. Bir de Çin’in kendine özgü kendisinin seçtiği öyle adlar var ki, Çin kimliğinin en yalın belirtileridir. Örneğin, Çin devletinin adı olarak bu güne kadar kullanılagelen “Orta Devlet” anlamındaki Çince “Cung Go” sözcüğü; Çinlilerin Doğu Türkistan’ın adı olarak kullanageldiği “Yeni Toprak” anlamındaki Çince “Shin Cang” sözcüğü; kendisi için seçtiği “ejderha” simgesi; işte bu adlar, inkar etme olasılığı bulunmayan-kaçıp kurtulmaya hak tanımayan, yaşayan tarihin sunduğu canlı kanıtlardır. Cung Go demek, ortalıktaki küçücük bir devlet demektir. Shin Cang demek, işgal edilmiş toprak demektir. Ejderha demek, yutarak büyüyen canavar demektir.
Bugünkü Çin coğrafyasının yaklaşık güney doğusunda, Çince Hu Nen-Hu bey (Gölün güneyi-Gölün kuzeyi) olarak adlandırılan sazlık bir göller bölgesi bulunmaktadır. Buralarda türeyip geçinmiş, buralarda devlet kurmuş Çinliler (Hen ulusu), devletlerine Cung Go (Orta Devlet) adını vermişlerdir. Çünkü o zamanlar bu Çin devletinin etrafında başka büyük küçük birçok ulus devletleri bulunmaktaydı. O günden bu güne kadar bu Çin devleti bu ad ile, yani Orta Devlet adıyla varlığını sürdüregelmiştir. Fakat gitgide çevresi hesabına toprağını genişletmiş bu devlet, Orta Devlet olmaktan çıkmış, deniz sahillerine kadar tüm Doğu Asya’yı kapsayan bu günkü Çin Cumhuriyeti haline gelmiştir. Bu Orta Devlet toprağını nasıl genişletmiştir? Bu genişlemenin ana sebebi nedir?
1.Çinli dediğimiz Orta Devlet’in kurucusu olan bugünkü Hen ulusu, barındığı sazlık coğrafyasının gereği, yaradılışı kalitesiz olan bir ırkın soyudur. Yaradılışı kalitesiz olan ulusların üremesi kolay ve çoğalması çabuk olur, bu bir doğa kanunudur. Böylece hızlı çoğalan bu ulus geçim derdiyle çevresine saldırmaya başlar. Sadece barınma kaygısıyla yaşayan bu ulusun, hak-adalet duygusundan yoksun olması gayet doğaldır. İşte insanlığın düşmanları böyle doğar ve böyle büyür. Aynı Rus Emperyalizmi de böyle doğup böyle büyümüştür.
2. Bu Orta Devlet’in, var oluşundan günümüze kadar sürdüregelen devlet-ulus siyaseti ve yöntemi, “Başkalarını birbirine karşı kışkırt ve parçala yut” ; “Gücün yeteni öldür, yetmeyeni kandır.” olagelmiştir.
3. Kendinden olmayanlara karşı görünürde tatlı dillilik, gerçekteyse acımasız-gaddarlık uygulamalarının sürekliliği.
4. Uzak geçmişinden günümüze kadar süregelen hem ulusuna, hem devletine özgü feodal yapının kalıcılığıdır: Mantığa karşı çıkarın üstünlüğü; bilime karşı hilenin üstünlüğü; şefkate karşı zalimliğin üstünlüğü; hak ve hukuka karşı bencilliğin üstünlüğü. Kısacası, çıkar ve zevkleri söz konusu olduğunda anasıyla zina etmekten çekinmeyen hayvani şehvet üstünlüğü.
5. Güçlü karşısında boyun eğip teslim olmayı ar görmeyen, zayıfı ise öldürmekten zevk alan ulusal ruh yapısı.
6. Çin tarihçilerinin söylediklerine göre, 5000 yıllık geçmişe sahip bu ulus-bu devlet, başka ulus ve devletlerde değişik seviyelerde meydana gelmiş bilime-özgürlüğe özgü, Avrupalıların diliyle “Rönesans”, bizim dilimiz ile “Uyanış” olarak adlandırılan bir devrin Çin’de hiçbir zaman yaşanmamış olmasıdır. Yani Çin tarihi, Rönesans’tan yoksun feodal bir tarihtir-zulme karşı isyanlar tarihidir.
İşte bugünkü Çin, yukarıda öz olarak sıraladığım etkenlerin ürünüdür.
Geçen yıl 05 Temmuz 2009 günü Doğu Türkistan’ın Ürümçi şehrinde Çin’in “Azatlık Ordusu”(!) ile “Ulu Çin Ulusu”(!) birlikte Uygurlara yönelik büyük çapta bir soykırım eylemi gerçekleştirmişti. Fakat bu eyleminden ötürü Çin’i bir korku basıvermişti. Kendini savunmak ve yaptıklarını gizlemek için söylemediği söz, almadığı emniyet tedbirleri kalmamıştı. Neden? Anlaşılıyor ki, ırkçılığın ve emperyalizmin yaşamı son ölüm devrine girmiştir. Artık Rusların Tatarlardan, Çinlilerin Uygurlardan bu kadar korkmasına gereksinim kalmamıştır. Çünkü Rusya ile Çin’in karşısında artık tarih vardır. Rus ırkçılığını da, Çin ırkçılığını da tarih yargılayacak, ölüm hükmünü de bu yargı verecektir:
Rus ve Çin ırkçılığına-emperyalizmine ölüm!!!
İklil KURBAN
Yorumlar