“TÜRKİYE, SURİYE, LÜBNAN VE ÜRDÜN’E ÇAĞRI YAPARAK MASAYA DOĞU AKDENİZ ÜLKELERİ OLARAK ‘LEVANT DOĞU AKDENİZ DÖRTLÜSÜ PROJESİ’Nİ KOYDU VE SÖZ KONUSU ÜLKELERİ EKONOMİK İŞBİRLİĞİNE DAVET ETTİ. KUZEY AMERİKA’DAKİ NAFTA MODELİNE BENZEYEN BU DÜŞÜNCE, ÖNCE BU 4 ÜLKE ARASINDA ARDINDAN DA IRAK VE KATAR GİBİ DİĞER BÖLGE ÜLKELERİ ARASINDA SIKI BİR EKONOMİK BAĞ KURARAK TİCARETİ SERBESTLEŞTİRMEYİ HEDEFLİYOR. Wikileaks şokunun yaşandığı günlerde Washington’da buluşan Hillary Clinton ile Ahmet Davutoğlu’nun İsrail-Filistin barışı odaklı görüşmeler yaptıkları ve bu süreçte Türkiye’den çok önemli roller üstlenmesi istendiği konuşuluyor. İsrail ile Türkiye arasında esen barış rüzgarlarının da bu toplantı sonrasına rastlaması, Ortadoğu konulu denklemlerde tek doğru olmadığı gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştır. Türkiye’nin, Balkanlardan Ortadoğu’ya, Asya içlerine hatta Hint Okyanusu’na uzanan coğrafyada eski kimliğine dayanarak İngiltere’nin kurduğu Milletler Topluluğu paralelinde bir “Osmanlı Milletler Topluluğu”nu hayata geçirebilmesi, her şeyden önce bir siyasi kararlılık gerektirmektedir. Türkiye, zor bir hedefin peşindedir. Milletleşemeyen, köklü bir devlet geleneği oluşturamayan, aşiret düzeninin hüküm sürdüğü bir coğrafyada büyük ekonomik kaynaklar gerektiren projelerini hayata geçirebilmesi için bazı riskleri de göze almasını gerektirecektir. Bu risklerin en önemlisi, dış politikada kendi önceliklerini ortaya koymak isteyecek olan Türkiye’nin, çıkarları çatışan müttefikleri tarafından önünün kesilme olasılığıdır. Küresel aktörlerin, stratejik konumu ve petrol yatakları açısından büyük önem verdikleri Ortadoğu’da yeni bir ortak görmek isteyecekleri bilinen bir gerçektir. Türkiye, bölgedeki çıkarlarından kesinlikle ödün vermek istemeyen müttefiklerine rağmen, “Osmanlı Milletler Topluluğu”nu ya da Schengen benzeri bir ortaklığı hayata geçirebilecek midir? “Batılı müttefikleri Türkiye’nin önünü, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde açıyor” şeklindeki değerlendirmeler, ne derecede gerçeği yansıtıyor? Davutoğlu’nun “Osmanlı Milletler Topluluğu” oluşturma düşüncesi heyecan verici, ama Osmanlı’yı Balkanlardan, Anadolu’dan söküp atmak, tarihten silmek üzere yüzyıllar boyunca işbirliği içinde olmuş aktörlerle ittifak halindeyken bu düşü hayata geçirebilmesi nasıl mümkün olacaktır? LEVANT DOĞU AKDENİZ DÖRTLÜSÜ PROJESİ Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik attığı adımların ayrıntılarını Prof Dr. Ata Atun Hocamın yazılarından öğreniyoruz: “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün’e çağrı yaparak masaya Doğu Akdeniz ülkeleri olarak ‘Levant Doğu Akdeniz Dörtlüsü Projesi’ni koydu ve söz konusu ülkeleri ekonomik işbirliğine davet etti. Kuzey Amerika’daki NAFTA modeline benzeyen bu düşünce, önce bu 4 ülke arasında ardından da Irak ve Katar gibi diğer bölge ülkeleri arasında sıkı bir ekonomik bağ kurarak ticareti serbestleştirmeyi hedefliyor. Levant Doğu Akdeniz Dörtlüsü Projesi kapsamında Mersin-Halep-Şam-Amman-Akabe Otoyolu’nun inşası, Hicaz demiryolunun iyileştirilmesinin hızla tamamlanması, bölgesel demiryollarının Körfez İşbirliği Demiryolu Ağı ile entegrasyonu, Mersin-Suriye ve Mersin-Beyrut feribot seferlerinin başlatılması, Ro-Ro hattı gereksinimi için etüt yapılması, Mersin ve Gaziantep’ten Şam, Beyrut ve Amman’a direkt tarifeli uçak seferlerinin başlatılması, Bankaların karşılıklı şube açmaları, ortak Levant Bankasının kurulması, bölge ülkelerinin şirketlerinin İMKB’de kote edilmesi, ortak Borsanın kurulması, Levant ticari mahkemelerini oluşturulması, Ortak sınır kapılarının açılması, ülkelerin TIR sistemine dahil olmasının teşvik edilmesi, oturma izinlerinin kolaylaştırılması, çalışma izinlerinin kolaylaştırılması, mal ve hizmet standardizasyonun sağlanması gibi hedefler var.” Türkiye, tüm dünyada dikkatle izlenmesine neden olan bu projeyle, bölgede AB benzeri, dolaşım, yerleşim ve ticaretin serbest olduğu ekonomik ve politik bir güç birliği oluşturmayı hedefliyor. Bütün bunlar düş değil. Levant Doğu Akdeniz Dörtlüsü Projesi’ni hayata geçirmek üzere, Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdünlü işadamları, merkezi İstanbul’da olacak Levant İş Forumu’nu kurdular. İstanbul Deklarasyonu kapsamında 75 projeye imza atıldı. TÜRKİYE YENİ DÜNYA DÜZENİNE HAZIR OLMALIDIR “Wikileaks belgelerinde Türkiye’nin adının sıkça geçmesine karşılık İsrail’in adı niçin anılmıyor; ABD gerçekten Türkiye’yi bölgesel lider olarak görmek istiyor mu; Türkiye’nin, ‘Füze Kalkanı Projesi’nde dedikleri gerçekten oldu mu?”.. sorularına yanıt ararken, her küresel krizin bir küresel silahlı çatışmaya neden olduğu gerçeğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Cepheler giderek belirginleşiyor. Silahlı ya da silahsız, olası bir küresel savaşın sonucunu Türkiye ile Rusya’nın kararı ve duruşu belirleyecektir. Rusya, hem Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi hem de NATO’’nun Lizbon zirvesinde onur konuğu. Türkiye, hem 46 yıllık NATO üyesi hem de Çin’le Konya ovası üzerinde askeri tatbikat yapıyor. Bu ilginç görüntüler, Türkiye ile Rusya’nın, yeni dünya düzeni kurulurken çıkarlarını en iyi koruyabileceği kampta yer alma çabalarıdır. Türkiye ve Rusya’nın duruşları, ayak sesleri giderek belirginleşen yeni bir dünya savaşının silahlı ya da silahsız gerçekleşmesinde de belirleyici rol oynayacaktır. Tarihin akışına ve ekonomik verilere göre bir değerlendirme yaptığımızda, dünyayı barış değil, savaş rüzgarlarının sarsma olasılığının yüksek olduğunu görüyoruz. İnşallah bu krizi de bir ‘soğuk savaş’ şeklinde atlatırız. Yeni dünya düzeni şekillenirken, Türkiye’nin “sıradıdışı”, “yeni Osmanlıcı” hatta “tehlikeli” olarak nitelenen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “derin strateji” çerçevesinde yürüttüğü dış politikasının hedefi tüm dünyada merak konusu olmuştur. Türkiye’nin attığı her adım dikkatle izlenmektedir. Çünkü, Davutoğlu’nun stratejisini kendi geliştirdiği, “derin strateji” başlığı altında kitaplaştırdığı dış politika uygulamaları, George Friedman uyarıları doğrultusunda “İmparatorluk geri mi geliyor?” şeklinde yorumlanmaktadır. Friedman, 2009’da yayınlanan “Gelecek 100 Yıl” adlı kitabında Türkiye’yi, 21. Yüzyılda yıldızı en çok parlayacak bir ülke olarak tanımlıyor ve görüşlerini hiç de kulak arkası edilemeyecek gerekçelere dayandırıyordu. Özgüvenimiz sarsılmış olduğundan, geleceğimizle ilgili çok önemli şeyler anlatan bu kitap gereken ilgiyi görmedi. Kitabın ilgi görmemesi önemli değil, biz farkında olmasak da, tarihi ve kültürel mirasımız, stratejik derinliğimiz bizi küresel bir aktör konumuna yükseltmekte. Bu niteliğimizin farkına varırsak, tarihin bize verdiği rolü gerektiği gibi oynar, kazançlı çıkarız. Tarih sahnesindeki ömrümüzü uzatmış oluruz. ‘Uygarlıklar mezarlığı’ olarak anılan Anadolu coğrafyasında binlerce yıldır varlığını sürdüren mal sahibi olarak, gelişmeleri, esen ve estirilen rüzgarları çok dikkatlice izlemek zorundayız. Aksi halde kaderimizi başkalarının yazmazına razı oluruz.