Özellikle ekonomi ile ilgili veriler söz konusu olduğunda, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK ) günah keçisine dönüştürülür. Elbette, değerlendirmeler TÜİK verilerine dayanılarak yapıldığından eleştirilmesi normaldir, ama TÜİK yalnızca istatistiklerin oluşturulmasından sorumludur. "Verilerin neden beklenenden daha yüksek veya düşük, daha iyi veya kötü çıkmış olduğu TÜİK'in görev alanı değildir." Böyle savunuyor kurumunu TÜİK Başkanı Birol Aydemir ve "Son günlerde turizm gelirlerinin cari açığa etkisi gündemde olduğundan, Biz turizm istatistiklerini rakamları iyi göstermek için değiştirmedik. Biz metodolojik olarak bir eksiğimizi giderdik. Yoksa enflasyon, turizm gelirleri veya milli gelir düşük çıkmış, gerçekten buna bakmayız bile. Biz sadece metodolojimiz doğru mu, eksiğimiz var mı, bunlara bakarız" diyor. TÜİK konusundaki eleştirileri bu açıklama doğrultusunda değerlendirmek gerekir, ama TÜİK’in de eleştirilere hak veren yakınmaları var. TÜİK Başkanı Aydemir, özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, Gelirler İdaresi Başkanlığı’nın veri paylaşımına yanaşmadıklarını ve belediyelerin elektronik ortama geçilmiş olmasına rağmen, verilerini güncellememeleri nedeniyle TÜİK’e sağlıklı bilgi aktarmadıklarından şikayetçi.

REVİZYONLAR NEDEN YAPILIYOR?

Aralık ayı cari açığı beklenenden düşük çıktı; 2012 cari açık rakamını 50 milyar dolardan 48.9 milyar dolara çekti. Buna göre, cari açığın milli gelire oranı yüzde 6.1 olarak hesaplanıyor. Bir yılda cari açığın milli gelire oranını yüzde 10'dan 6.1'e sorunsuzca çekebilmek, ekonomi uzmanlarınca büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor. Fakat TÜİK, cari dengenin önemli bir dalını oluşturan turizm gelir ve giderleri konusunda yaptığı revizyon sonucunda, 2012 turizm gelirlerinin 23.4 milyar dolardan 29.3 milyar dolara çıktığını açıklamasıyla bir başka ferahlatıcı sonuç daha ortaya çıktı. Turizm gelirleri konusundaki bu revizyon cari açığı 2.2 milyar dolar daha aşağıya çekecek. Yani, 48.9 milyar dolar olan cari açığımız 46.7 milyar dolara, cari açığın milli gelire oranı da yüzde 5.8'e gerileyecek.
30 milyar dolar büyüklükteki turizm gelirlerindeki bu artış, paket turlardan Türkiye'ye kalan para ve uluslararası yerli ulaşım araçları gelirlerinden oluşuyor. Turist başına harcama dünya ortalaması 1040 dolarken, bizde bu rakam 689 dolar olarak hesaplanıyordu. Yapılan "anketler" sonucunda, bu rakamın 689 değil, 827 dolar olduğu hesaplanmış ve TÜİK verileri revize edilerek cari açığın 2.2 milyar dolar aşağı çekilmesi sağlanmış.

ANKET METODU SAĞLIKLI SONUÇ VERİR Mİ?

Bu gibi revizyonlar uluslararası standartlar göz önüne alındığında normal kabul ediliyor. Turizm gelirlerinin revize edilmesinde uluslararası metodolojinin uygulanmaya konması etkili olmuş. TÜİK Başkanı Birol Aydemir bu konuyu açıklarken şöyle diyordu: "Yurtdışından buraya turist getiren acentelerle anket yaptık, dört dönem. 'Yabancı ulaşım aracı kullandığınızda kalan oran ne, yerli ulaşım aracı kullandığınızda kalan ne', bütün bunları sorduk. Bu yüzde 40 olarak belirlenmiş. Paket turla getirdiğiniz her kişiden aldığınız 100 liranın 40 lirası bu ülkeye kalıyor varsayımı ile turizm gelirleri hesaplanıyordu. Anketler sonunda gördük ki, bu rakam 54 lira. Bizim buna karar verecek halimiz yok. Bütün verileri aldık ve yeni bir paket tur oranı hesapladık."
TÜİK Başkanı böyle diyor, metodoloji bu. Fakat, hem acente sahiplerinin hem de turistlerin yapılan anketlere ne derece doğru yanıt verdikleri meçhul. TÜİK hangi veriyi nasıl ve neden revize ettiğinde işi bitmiş oluyor. Cari dengenin önemli bir dalını oluşturan turizm gelir ve giderlerini ödemeler dengesiyle ilişkilendirip değerlendirmek TÜİK'in görev alanına girmiyor. Bu konudaki değerlendirmeler, ödemeler dengesi istatistiklerini derleyen Merkez Bankası'nın görevi oluyor. Burada sorumluluk paylaşımı karmaşıklaşıyor. Mesela,2012 turizm gelirlerindeki 5.9 milyar dolarlık artışın cari açığına net etkisi 2.2 milyar dolar. "Çünkü Merkez Bankası, TÜİK'in turizm verilerinde gösterdiği bazı yeni kalemleri,  ödemeler dengesinde zaten hesaba katıyor”muş.

“REVİZYONLARIN HÜKÜMETLE BİR İLGİSİ YOK”

TÜİK zaman zaman, "revizyonları hükümeti başarılı göstermek için yapıyor" diye eleştirilir, ama uluslararası metodoloji bu olunca söylenecek söz kalmıyor. Basın toplantısında TÜİK rakamlarının talimatla üretildiğine ilişkin söylentilere de değinen TÜİK Başkanı Aydemir, “Bu herşeyden önce, bakan Ali Babacan’ın kişiliğine uymaz” dedi.
Turizm gelirleri ve giderlerin hesaplanmasında anket metodu kullanılıyorsa, ankete yanıt verenlerin söylediklerini, inanmasanız da doğru kabul etmek durumundasınız. Ülkemizden çıkış yapan bir turist, kendi ülkesinde fazla gümrük ödememek için, aldığı herhangi bir eşyaya düşük fatura kestiriyor. Bu hem alanın hem satanın işine geliyor. O nedenle, TÜİK'in anketlerine verilen yanıtların doğru olmadığını herkes biliyor. Yurtdışından gelen bir vatandaşımız da, TÜİK'in, "Yurtdışında ne kadar harcama yaptınız?" sorusuna doğru yanıt vermeyecektir. Daha kesin sonuç veren bir metodoloji bulunana kadar, TÜİK'in anket sonuçlarına göre düzenlediği verileri doğru kabul etmek durumundayız.
TÜİK'in sıkıntısı yalnızca turizm konusunda değil, TÜİK Başkanı Birol Aydemir, basın toplantısında, digital kayıt sistemine geçilmiş olmasına rağmen, pek çok resmi kuruluştan ve belediyelerden istedikleri bilgileri henüz tam olarak alamadıklarını itiraf ediyordu.

TÜİK UYARIYOR: “DİKKAT YAŞLANIYORUZ”

TÜİK, geleceğe yönelik nüfus tahminlerini de güncelledi ve açıkladı. TÜİK’in basın toplantısında, Demografik İstatistikler Daire Başkanlığı’ndan Şebnem Beşe Canbolat çok güzel hazırlanmış grafikler eşliğinde ayrıntılı bir sunum yaptı. Sunum güzeldi, ama geleceğimiz konusunda pek de güzel haberler içermiyordu. 2008 yılı verilerine göre yapılan yorumlara oranla yeni veriler alarm veriyordu: “Dikkat, yaşlanıyoruz!”
TÜİK’in 2008 verilerine dayanarak yaptığı tahminlerde, kadınların doğurganlık döneminde yapması beklenen çocuk sayısı, 2023 yılına kadar 2’nin üzerinde olacağı hesaplanıyordu. Canbolat’ın yeni verilere göre yaptığı hesaplamaya göre, 2023 değil, 2013’te kadınların doğurganlık hızı 2’nin altına iniyor. Bir ülkede kadınlarda doğurganlık hızının 2’nin altına inmesi, kritik eşiğin aşılması, “kırmızı alarm” anlamına geliyor. Kritik eşik aşılan ülkeler hızla yaşlanır ve varlıklarını sürdürmeleri giderek zorlaşmaya başlar. Bu işin şakaya gelir tarafı yoktur; bu bir bilimsel gerçektir. Avrupa ülkelerinin küresel ekonomik bu kadar derin yaşamalarının en önemli nedeni yaşlı nüfusun fazla olmasıdır.
TÜİK’in nüfus konusundaki bir başka düşündürücü açıklaması da bebek ölüm oranlarıyla ilgili. TÜİK’in açıklamasına göre, her 1000 canlı doğumda bir yaşına gelmeden ölen bebeklerin sayısında artış var. Bu konu da bizim gibi yaşlanma tehlikesi içinde olan bir ülke için çok ürkütücü bir veridir. Bu konuda acilen ek önlemler alınmazsa, 2014 sonrasında bebek ölüm oranları daha da artacak ve 2023’te 10.1’e çıkacak.
Nüfus konusunda TÜİK hiç de sevindirici bir tablo ortaya koymadı. Yapılan hesaplamalara göre nüfusumuz 2050 yılında zirve yaparak 93 milyon 476 bine ulaştıktan sonra inişe geçiyor ve 2075 yılında 89 milyona iniyor. Baz senaryoya göre aile başına 2 olan çocuk sayısı azalarak 1.65’e iniyor. TÜİK bu konudaki eski tahminlerini de revize etmiş; eski tahminlere göre nüfusumuzun 2050’de 94 milyon 585 bin olacağı tahmin ediliyordu.
Nüfus artışı hızı konusundaki bu olumsuz tablonun oluşması yalnız kadınların doğurganlık oranı ile ilgili değil, çocuk ölümlerinin yanı sıra, iç göçler de etkili. Demografik İstatistikler Daire Başkanlığı’ndan Şebnem Beşe Canbolat’ın açıklamasına göre, tüm Türkiye Başbakan Erdoğan’ın 3 çocuk çağrısını kabul etmiş olsa bile, bu hedefe ancak 2050 yılında ulaşabiliyor. Bu durum gerçekleşirse, 2050 yılında nüfusumuz 140 milyona ulaşıyor ve yaşlı bir ülke olmaktan kurtuluyoruz. Aksi halde, yaşlı nüfusun giderek artması sonucunda, çalışan her 100 kişi 75 çocuk ve yaşlıya bakmak durumunda kalacak. Şu anda bu rakam 48 civarında.
Kadınların doğurganlık oranı değişmediği takdirde, 2023’te, nüfusumuzun yüzde 10.2’si ( 8.6 milyon) 65 yaş üzerinde olacak. Türkiye nüfusunun yarısı, “Yaş 35, Dante gibi ortasındayız ömrün” şiirini okumaya hak kazanmış olacak.

ALTIN İHRACATI KONUSU

Cari açığın ne kadar olduğunu anlayabilmek açısından, İran’la yapılan parasal olmayan altın ticareti de gündeme geldi. Önceki yıl toplam 1.4 milyar dolar olan parasal olmayan altın ihracatı, 2012’de 13.3 milyar dolara yükselmişti. Bunun BAE üzerinden İran’a yapıldığı biliniyor. Hatırlanacağı gibi, bu konuda ABD Türk bankalarını uyarmıştı. İran’la yapılan altın ticaretinin ihracat değil de, Bakan Ali Babacan’ın savunduğu gibi, doğalgaz ödemesi olması halinde, karşımıza cari açığı 55-60 milyarın üzerine çıkaran bir durum ortaya çıkıyor. Bu durumda da cari açığın milli gelire oranı da yüzde 6.5’e yükseliyor.
Ödemeler dengesinde bir önemli eleştiri konusu da sıcak paraya dayalı finansman, yani ülkeye akan döviz miktarının fazlalığı. Bir zamanlar 70 cent’e muhtacız diye yakınırken, şimdilerde ülkeye sıcak para olarak akan fazla dövizin artık acil bir eylem planı ile kontrol altına alınması gereğinin dile getirilmesi, ayrıca incelenmesi gereken bir durum. Fakat, fazla dövizin kurlar üzerindeki etkisi hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Gereğinden fazla sıcak para girişi de bir ülke ekonomisi için tehlike sayılmaktadır. Bizde özel şirketlerin önemli miktarda döviz borçları vardır. Ani sıcak para hareketleri kurun fırlamasına, dolayısıyla şirketlerin, bankaların dış borç geri ödemelerinde zor durumda kalmalarına neden olabilir.
Yabancıların son bir yılda 34 milyar dolarlık Hazine kağıdı ve hisse senedi aldıkları biliniyor. Batı bankaları artık eksi faiz verdikleri için, Türkiye yabancı yatırımcıların gözdesi olmuş durumda. Bu durum, “Türkiye’ye duyulan güven” olarak yorumlandığı gibi, “tahvil piyasasında balon oluşuyor” uyarılarına neden olmaktadır.
Özetlersek, TÜİK Başkanı Aydemir, “ Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, Gelirler İdaresi Başkanlığı’nın veri paylaşımına yanaşmadıklarını ve belediyelerin digital ortama geçilmiş olmasına rağmen, verilerini güncellememeleri nedeniyle TÜİK’e sağlıklı bilgi aktaramadıklarından şikayetçi. Sağlıklı, inandırıcı veri toplayamayan bir kurumun sağlıklı sonuçlar üretmesi de beklenemez. Şimdilik, TÜİK’in verilerini kabul ederek, uyarılarını dikkate almak ve gereğini yapmak durumundayız.
 SAYIN AYDEMİR’E NOT: Basın toplantısında Milliyet’in değerli yazarı Meral Tamer’in TÜİK’in yeni logosunu beğenmiş olmasından duyduğunuz memnuniyeti dile getirdiniz, ama Meral Hanım grafiker değil, kendi görüşünü belirtmiş. Yeni grafikte Ü ve İ harflerinin kırmızı noktalarının siyah gövdeyle bitişik olması, siyah-beyaz baskılarda, fotokopilerde, hatta yetersiz ışıkta çekilmiş renkli fotoğraflarda bile sorun yaratacaktır. Çünkü renksiz kopyalamalarda ve baskılarda kırmızı ile siyah aynı tonda algılanmaktadır. İlk üç harfin büyük harfle, son harfin küçük harfle yazılmış olması, her ne kadar bir yükseliş garfiği hedeflenmiş olsa da, görsel açıdan rahatsız edici bir zorlamadır.