BÜYÜK  ÇAMLICA  CAMİ’İ’NİN  SIRRI!...  ( 2 )

Ali  Dayı, 1951’den  Süleyman  Efendi  Hazret’lerinin  ebedî  Aleme  intikali,  irtihal  buyurmasına  kadar,  16  Eylül  1959  tarihine  kadar, Hazreti  Üstaz’ımızdan  hiç  ayrılmadan,  mai’yyetinde  bulundu. Uzun  seyahatleri  dışında, yakın  illeri  teşriflerinde  ve  va’az  için,kısa  şehiriçi  ziyaretlerinde  hep  yanındaydı. 7/24  her  halini,  her  hareketini  büyük  bir  merak  ve tecessüs  ile  ta’kip  ediyor,  zaman  zaman, mû’ciz  suallerle  her  hareketine  vakıf  olmaya  gayret  ediyordu.Bu  dokuz  yıl  zarfında, geceleri  Hazreti  Üstaz’ımızdan  sonra,  uyumayı,  ondan  öncea  uyanmayı  çok  denemiş, muvaffak  olamamış, uyumamam  için  kendisini  çok  zorlamış,  fakat,  uyuyakalmış, erken  uyandığını  zannettiği  anlarda  bakmışki,  heyhât! Efenid  Hazret’leri  çokdan  uyanmış..  “  Efendim,acaba  bu  uykunun  bir  ilacı  var mıdır? Var!  Var!  Ali  Dayı  hiç  olmaz  olur  mu? Söyleyiniz  Efendim,  dünya’nın  neredesinde  böyle  bir  ilaç  varsa, Uzakyol  Gemi  Kaptanları,  gemi  adamları  arkadaşlarım  övar, onlara  sipariş  eder  getirttiririm. Ali  Dayı, Uykunun  ilacı  öyle  uzaklarda  değil. Öyleyse  Efendim, söyleyiniz,  hemen  gideyim  ben  de  alayım. Ali  Dayı,  dünya’da  uykunun  bir  tek  ilacı  vardır, o  da  senin  elinde  de vardır:   Ali  Dayı!  Uyku’nun  ilacı,  “ Geç  yatmak,  erken  kalkmaktır,”  buyurur.Zirâ,   Resûl-i  Ekrem,  sala’llâhu  aleyhi  ve  sellem  Efendimiz:   ”  Biz  Peygamber’lerin  gözleri  uyusa  bile  kalp’leri  uyumaz,” buyurmuştur. Vâris-i  Nebî    olan, Süleyman  Hilmi  Silistrevî( k.s.)  Efendi  Hazret’lerinin  de  gözleri  uyumuş  olsa  bile  kalp’leri  uyumazdı. Onun  için  uyku-uykusuzluk,  gec  yatmak,  erken  kalkmak  hususunda  başkalarının  müsabakaya  kalkışmaları  zâten,  doğru  bir  hareket  değildi...

Ali  Dayı, Hazreti  Üstaz’ımızın  ma’iyyetinde  bulunduğu  bu  dokuz  yıl  zarfında, Sahib-i  Zaman, Mürşid-i  Kâmil   ve  Mükemmil,  Medâr  Mürşid  ve  Müceddid’in  pekçok  tasarrufuna  şahid  oldu. Burada, “ Tasurruf”’dan    kasıd,  günlük,  olağan,  ale’lâde  işler  değil, ba’zı’larının  anladığı,  anlattığı  gibi, Kevnî   Kerâmetler  de  değildir.   Zikr-i   Hafî ,  Tarîkat-i  Nakşibendiyye-i  aliyye’nin  Saâdâtı  Kevnî  kerâmet’leri, “  Hayz-ı  Ricâl,”     olarak  kabul  etmişlerdier. Herhangi  bir  velî’ nin  elinde  bir  keramet  zuhur  ettiğinde,  derecesi  öylesine  düşerki, yeniden,  aynı  mertebeye  ulaşabilmek  için, uzun  çalışmaya,  hattâ,   riyâzât’a  ihtiyaç  duyar. Mürşid,Müceddid, Süleyman  Hilmi  Silistrevî (K.S.)  Efendi  Hazret’leri,  Evlâdı’na, “ Evlâdım, sakın! Kevnî  Kerâmet’ler  peşinde  koşmayınız, Havada  uçmak, Keramet   değildir,  leşle  beslenen  kartallar,  yüksekten  uçarlar,  denizde  yürümek,  keramet  değildir,  köpek  balıkları  engin  denizlerin  derinliklerinde  yüzerler,  seyr  ederler. Tayy-i  Zaman  ve  mekân  keramet  değildir, şeytan- cin’ler, uzak  mesafeleri,  göz  açıp  yumuncaya  kadar  kısa  bir  zamanda  kat’ederler. En  büyük  keramet,  küfür  ve  ısyan  ile  ölmüş  bir  kalbi, ihda, irşad  ile  ihya  etmektir.,” buyurmuştu.

Tasarruf  ise,Sahib-i  zaman,  Mürşid-i  Kâmil  ve  Mükemmil,  Medâr  Mürşid  ve  Müceddid’in, ruhlar  aleminde, Ricâl-i  Ma’neviyye  tarafından,  Meşhed-i  A’zam  ve  Divânü’s- Sâlihîn’de  alınan  kararların  infazında  ve  tatbîkatında, gerek  duyulması  halinde, Müceddid’in, Hâriku’l-âde’lere  tevessül  etmesi,  başvurmasıdır. Bu  tasarruf,  ba’zen Kubeys  dağında  yapılan, Divânü’s-Salihîn  toplantısından  sonra,  tayy-i  Zaman  ve  tayy-i  Mekân  ile  göz  açıp-yumuncaya  kadar, ( Tarfetü’l-ayn)‘ de,  İstanbul’da  olmak,  ya  da,  Ricâl-i  Ma’neviyye’nin, ma’nevî   müdahalesine  ihtiyaç  duyulan,  dünya’nın  herhangi  bir  noktasına  Sahib-i  Zamanın  ve  onun  adil  şahid’lerinin,   tarfetü’l-ayn( göz  açıp- yumuncaya  kadar  bir  müddet  zarfırda,  oraya  ulaşmaları, Ruhlar  alemindekie  bütün  ruhlarla  birlikte müdahale  etmeleri, Milâdî, 1953   yılında, Kubeys  Dağırda,   Divânü’s-salihîn  toplantısında  alınan  karar  gereği, Kore’de, Pusan’da, Çin  ve  Kuzey  Kore  orduları  tarafından,  Türk  Kolordusu’nun  da  içinde  bulunduğu, Birleşmiş  Miletler  ordu’larının  muhasarası,  ablukası, Tayy-i  Zaman  ve  Tayy-i  Mekân  ile, Sahib-i  Zaman  ve  adil  şahidlerinin  de  iştirakiyle, Ricâl-i  Ma’neviyye’nin  müdahalesiyle, yarılmış, Türk   kolordusu, A.B.D.  Askerleri  kurtarılmış, Devrin A.B.D.   Başkanı, Truman, Televizyon  kanallarından  bütün  dünya’ya  hitap  ederek, Türk  Milletine  ve  Türk  Ordusu’na  teşekkür  etmişti.

Kalbine  varid  olan, İlâhî  bir  ilham  ile, gelecekte  vukua  gelecek  ba’zı  şeylerden  haber  vermisi, Filhakîka, İlham,  Avam-ı  Nas  için  delil  değildir,  herhangi  bir  hüküm  iufade  etmez. Ancak, Sahib-i  Zaman  ve  Müceddid’in  kalbine  varid  ilham,  hem  bizzat  kendisi  için,  hem  de  müntesipleri  için  çok  şey  ifade  eder,  ma’nen  bağlayıcılığı  v ardır.

Ali  Dayı’nın  şahsıma  emanet  ettiği  sırlardan  birisi  de: Sahib-i  Zaman, Müceddid,  Süleyeman  Hilmi  Slistrevî (K.S.) Efendi   Hazret’leri,  16  Eylül  1959  Çarşamba  günü, Ebediyyete  intikal  buyurduğunda, Ehl-i  Beytinden, Refika-i  Muhtereme’leri, Hâce, Hafîze  Tunahan, Kerime’leri, Hâce, Hadîce Bedia  Tunahan- Kacar, Hâce, Feriha  Ferhan, Tunahan- Denizolgun, damadı, Kemal  Kacar ve  Kamil  Denizolgun’dan  başka, Mustafa  Çırpanlı,Kalaycı  Hoca, Mehmed  Oral, Mustafa  Arıkan, Demirci  Hoca, Mustafa  Gazioğlu, Lütfi  Davran, Ali  Erol, Mhmed  Emre,Refik  Akçelioğlu  ve  Bartınlı, Lütfullah  Kocabaşoğlu  bulunuyordu.

Emr-i  Hakk,  vuku’  bulmuş, Müceddid, dünya  imtihanını  vermiş, “ İrci’î   ilâ  Rebbike  râziyeten,  merzıyye,”  emrine  uyarak  Rabbi’ne  hakka  yürümüştü.Orada  bulunanlardan  herkes, Hazretimize  karşı  Fart-ı  Muhabbet’lerinden  dolayı,  derin  bir  hayret  içinde  idiler. Kısa  zamanda  toparlandılar,  çünkü  yapılacak  çok  şeyler  vardı.Yapılması  gereken  ilk  şey, defin  ruhsatı  almak, Teçhiz-ü Tekfîn. Defin  ruhsatı  için,  Küçük  damadı, Kamil  Denizolgun  vazifelendirildi.Kamil  Denizolgun  Bey’in  sınıf  arkadaşı, Kısıklı’da  komşusu, o  devirde  Cumhuriyet  Gazetesi’nde  çalışan   Haydar  Öz  vardı.Şehir’lerde,  Hastahanelerde  değil  de  evlerinde  vefat  edenler  için, Belediye  Tabibin’den  defin  ruhsatı  alınırdı.Kamil  Denizolgun, gazeteci  arkadaşıyla  birlikte, İstanbul  Belediyesi, Üsküdar  Şubesi   Müdürlüğü’den  Belediye  tabibini  Köşke  getirdiler.Belediye  tabib’leri  cenaze’yi  tepeden  tırnağa  dikkatlice  muayene  ederlerdi.  Vücud’da  herhangi  bir  darp  izi, delici-  kesici  herhangi  bir  şey  ile  yaranlama  olup-  olmadığına, ateşli  silah  yanası  bulunup  bulunmadığına  bakarlardı.Belediye  Tabibi, Efendi  Hazret’lerinin  Mübârek  na’aşını  tepeden  tırnağa  muayene  ettikten  sonra, “ Evet, beyin  ölümü  tahakkuk  etmiş,  fakat  kalbi  çalışıyor,  bu  durumda  ben  buna  “Defin  Ruhsatı  Raporu,” veremem,  dedi. Gerçekten  de, Hazreti  Üstaz’ımızın  Mübârek  kalbi,  “Allah, Allah, Allah,” diye,”  Küd, küd,”  atıyordu. Başta  Kemal  Kacar  Bey  olmak  üzere,” Merhum, Süleyman  Efendi  Hazret’leri, Tarîkat-i  Nakşibendiyye-i  aliyye’nin   Saâdât’ınden,Şeyh’lerindendir. Biz  inanıyoruzki, ruhlar  ölmez, ölesi  hayvanî,Anasır-ı  Erbea’dır. Biz,  böyle  inanırız,  lütfen  siz, Defin  Ruhsat  Raporunu  veriniz,”  dediler.  Tabib,  mütereddid  kaldı, Zevcesinden,  kızlarından,  damad’larından, “ Eşim,  Babamız,  Kâim-i  Pederimiz, eceliyle, herhangi  bir  müdahale  olmadan  vefat  etmiştir. Hiçbir  veçhiyle  herhangi    bir   i’tirazımız  yoktur,  bundan  sonra  da  olmayacaktır,” diye  imza  verdiler. Ancak,bu  imzalamadan  sonra, Belediye  Tabibi  Defin  Ruhsat  Raporunu  verdi.