ZARÂFET, LETÂFET, NEZÂKET!... ( 2 )
Devir, Cihan Padişah’ı Kânûnî, Sultan Süleyman Han devridir; Makarr-ı Saltanat İstanbul’daki Topkapı Saray’ının Bahçesindeki ağaç’ları, karıncaelar isti’lâ etmiş, bahcivanlar her ne yaptılarsa bir türlü mani olamamışlar. Nihayet, ağaçların dallarını budamaya ya da, ağaçları kökünden kesmeye karar vermişler. Vazi’yyetin vezir’ler tarafından, Kânûnî’ye arz edilmesi, İrade-i Seniyye iustikametinde hareket edilmesine karar verilmişti.
Vazi’yyet pâdişah’a Vezir-i A’zam tarafından arz edildi. Pâdişah, vazi’yyeti devrin Müftî’yi Bennâm’ı, Zenbilli Ali Cemâlî Efendi Hazret’lerine, Zarâfet, letâfet ve nezâket dolu bir beyit ile şöyle sorar:
“ Dıraht-ı ( ağacı) ger ( eğer,) sarmış olsa karınca,
Zararı var mı? karınca’yı kırınca... Bu suale verilen cevb da, aynı, zarâfette, letâfette ve nezâkette şâhâne ve edebî’DİR:
“ Yarın Hak divanı’nı kurunca,
Süleyman’dan alır hakkı’nı karınca!...
Devleti aliyye’mizde Cihanşümûl hükümdarlarımız olduğu gibi, Cihanşümûl alim’lerimiz,mütfekkir’lerimiz, şair’lerimiz de vardı. Kânûnî Devri’nin en büyük, Meşhûr şair’lerinden birisi de Bâkî idi. Şâir, Bâkî, şen,( neş’eli,) zarîf, hoş-sohbet, nükteci, latifeci bir şahsiyyete sahipti. Bu i’tibarla, nerede ve kimin yanında olursa olsun, doğruyu söylemekten çekinmezdi. Bu tavrıyla ba’zen de kırıcı olabiliyordu. Bu tarıyla, zaman zaman, Kânûnî, hakkında da kırıcı, alçaltacı şiir’ler yazdığı, sözler söylediği de oluyordu. Bu sebeble Kânûnî de, kendisine çok kırılmış ve kendisinin Bursa’ya sürülmesini emretmişti. Kânûnî bu hususta kendisine haber gönderirken, maksadını da bir şiir’le şâirâne bir şekilde ifade etmişti : “ Bâkî bed,
Bursa’a ‘ya red
Nefy-i ebed
Azm-i Bülend.”
İzahı: Huyu kötü Bâkî’yi Bursa’ya sürdüm. Orada devamlı kalsın. Yüksek kararım budur. Fakat, Pâdişah’ın bu hükümdarâne ifadeleri Şiir’n Sultanı’na aşınmaz bir kaya’ya çarpar gibi çarpmış, Bâkî de bu ağır ifadeler karşı, derhal, aşağıdaki dörtlük’le mukabelede bulundu:
“ N’ola kim nefy-i ebed azm-i bülend olursa ey Bâkî
Bilesin ki cihan mülkü değil Süleyman’a bâkî
Şahâl Azminde isbat-ı tehevvür eyledin ammâ
Buna çarh-ı felek derler, ne sen bâkî ne ben bâkî...” “ Şair, evveliyyetle kendisine hitaben: “ Üzme kendini ey Bâkî! Pâdişah’ın yüksek kararı senin Âsitâne’den, Cihan Hakânı’nın yanından uzaklaştırılman cihetinde olsa ne olur,ki... Zira açıkca biliyorsun,ki bu dünya Hazret-i Süleyman aleyhisselâm’a bile kalmadı. ( Bu Süleyman’a mı kalacak? Bu isim benzerliği hatırlanmasa da muhatabın doğrudan Pâdişah olacağı açıktır.)
“ Ey Pâdişahım! Kararınızda sıklıkla vâkî ‘ olduğu üzere, Celâliniz, Gazabınız pek sarih biçimde göjrülüyor ammâ Unutmayın ki, bu dünya geçicidir, bana kalmadığı gibi Size de kalmaz!...”
Devlet-i aliyye’mizin Sultan’larından ba’zıları, devir’lerinin en meşhûr şair’leri kadar şair idiler; Ebû’l- fethi ve’l- Megâzî, Fatih Sultan Muhammed Han Hazret’leri, “ Avnî,” Mahlası ile, değme şair’lere taş çıkartan, emsalsiz, şiir’ler inşad etmişti. Sultan Selîm Han’ın şiir’deki Mahlası, Adlî, kânûnî, Sultan Süleyman Han’ın, Muhibbî, Şah İsmail’in Mahlası ise, HatâÎ, idi...
Ebû’l- fithi ve’l- Megâzî, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, Avnî, Mahlasıyla inşar ettiği en önemli, Şiir’lerinden birisi”
“ İmtisâl-ü Câhid-ü Fi’llâh olubdur, niyyetüm,
Din-i İslâm’ın mücered gayretidir, gayretüm.
Fazl-u Hakk7I himmeti Cünrü ricâl ile
Ehl-i Küfrü ser teser kahr eylemektir niyyetüm.
Enbiyâ-ü Evliyâ’ya istinadım var benüm,
Lutfi Hak’dandır heman, ümid-i Nusretüm.
Nefs-i Mal ile ne ola kılsam cihanda içtihad,
Hamdü Li’llâh var gazaya sad hazeran rağbetüm.
Ey Muhammed Mu’cizât-ı Ahmedi Muhtâr ile,
Umarım, gâlib ola, Agday-ı dîn’e Devletüm...”
(Avnî Fatih Sultan Mehmed