Mi acabaaa?
Bir televizyon reklamında sevimli bir kurtcuk var.. Adamın beynini kemiren kurtlardan biri... Minicik ve çok sevimli olarak ifade edilmiş, bu yüzden kurtcuk diyorum...
Düşüncelerimizi sürekli muhalefete düşüren o hain kurt, reklamda çok şirin olarak anlatılsa da aslında insanı pisikopata bağlar...
Oraya çevirirsin olmaz, buraya çevirirsin olmaz. Kurtcuk başını uzatır. “Mi acabaaaa” Haydaa tam karar vermişsindir. Kafanın içine eder sırıtarak...” Mi acaba?”
Mi acabalar insanı kararsız kılar... Zaman kaybettirir. Hele de kararsız mizacınız varsa, başlı başına bir beladır.
Ancak insanın emin olduğu bir konuda kurtcuk boşa çalışır. Beynini yediği kişi kararlıysa, onu nakavt eder... Yoluna devam eder. Kurtcuk bu kez; “Döner mi acabaa?” diye umutlanır.
Hepimiz zihnimizde yarattığımız bu kurtcuklarla zaman zaman tanışır, ya yener, ya yeniliriz. Kararlıysak ve bilgi sahibiysek, acabalar bizimle fazla kalamaz.
Bilgi, yanında tecrübeyle de gezerse tadından yenmez...
Ne geveliyorum di mi? Peki, kafadan konuya geçiyorum.
Uzun zamandır uzak ve yakın çevremde doktorların yanlış teşhislerinden mağdur olanları gözlemliyorum. Cem Yılmaz’ın bel fıtığına, mide ilacı, verme esprisi gibi trajikomik olaylara şahit oluyorum.
Bunların ilkini ailemiz, ablamın 40- 50 sene önce yaşadığı böbrek ağrısında az kalsın apandisit zannedip ameliyata almak istediklerinde yaşanmış. Annem anlatırdı. Bizimkilerin, her zaman o hastane yetkililerinin toplanarak yapması gereken “Teşhis” konsültasyonunu (Pek havalı ama maalesef bizim hastanelerimizde daha tam rastlayamadım) yaparak bir doktorla kalmayıp, başka doktorların fikrini almasıyla, kızcağız böbreğinde oluşan eşek kadar taşı farkedilmiş... Midesinde makas unutulandan, şeker hastasına şekerli serum verilip ölmesinden, yanlış teşhisle kalp krizi geçiren gençlerden, zayıflama ilacı, botoks, detoks yüzünden sağlığından mağdur olanları vs duymaktan, yoruldum artık.
Bunca yıl sonra değişen teknolojilerde, değişmeyen şey yine doktorların biraraya gelip fikir beyan etmeden hepsinin yolu Bağdat’a çıkarmış gibi “Ben bilirim” edasıyla doktorluğu bize  yutturmaları. 
İsterseniz söyleyeyim... 
Beliniz ağrıyor, kas ağrısıdır, kas gevşetici... Gözünüz kaşınıyor batıyor damla... Boğazınız ağrıyor sprey ve vitamin, ateşiniz de eklenmişse, devamlı öksürük bir antistaminik şurup... Sinirleriniz bozuksa, panik atak varsa antidepresan... Uykusuzluk varsa sakinleştirici... Sırtınız ağrıyor stresten, başınız ağrıyor stresten, mideniz ağrıyor stresten. Ölmedim diyorsun yat doktordan iyi mi bilicen?
Guatrı olan bir arkadaşıma l....'mu alıyorsun dedim. Şaştı... Evet dedi. E gördüğünüz gibi o kadar yıl kadavra kesip biçmeye gerek yok. Ha bir de tam kan sayımı ve hormon testi, ayrıca kitle varsa ultrason, mr, tomografi... hasta ısrarcıysa biyopsi... Fatura hesapta yok...
Ha bu arada hem cins doktorla aranızda, “Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz” gibi payandaları da unutmamak gerekir... Sanal reklam muhabbeti... Doktor dertliyse siz konuşturup ona ilaç yazabilirsiniz. Ben yazdım...
İşte bu düşüncelerimin ardından... Hiç kaçırmak istemediğim bir diziyi size de şiddetle tavsiye ediyorum. Adı House... Olmaz böyle şey...
Bir başhekim ve ekibinin, hasta teşhis operasyonları bu kadar mı güzel ifade edilir yaaa... 2004 ile 2012 yılında yayınlanmıış, şimdilerde de paralı bir kanalda gösterilen medikal drama tarzı bir kurgu dizi... Ana karakteri olan Dr. House rolüyle Hugh Laurie iki kez bu dizideki karakteriyle Altın Küre kazanmış. Üç kişilik ekibiyle teşhisi konulamayan hastalar üzerinde çalışıyor. House başarılı bir doktor olmasına rağmen yasaları ve hastane kurallarını  umursamaz tavrı yüzünden sürekli başına işler açılıyor. Ama öyle muhteşem yaklaşımlar bularak, tanısını son anda çözüyor ki... Beni House'a emenet edin diyorsunuz... 
Aslında özel hayatında sevgi yoksunu bir adam House. Annesine koşulsuz bir sevgi beslerken, emekli bir ordu subayı olan babasına ciddi bir nefret duyuyor. Ancak kendi saplantılı karakterinin ve mesleği uğruna yaptığı fedakarlıkların, nefret ettiği babasından geldiğinin de farkındadır... Aslında karakterinin sakat  tarafları da var.
Ama dizide House'ın araştırma metodu, tanıların imkânsızlıklarını mantık ile eleme yöntemi süper ötesi bir anlatım var.
Tabii ki bizde de hastanelerde doktorlar, yatan hastalara konsültasyona çıkıyor. Sahne şu; Önde havası binbeşyüz, küçük dağları yaratan bir baş doktor, arkada bir farklı tarz çömez doktorlar... Kiminin gözlüğü kirli, kiminin saçı papaz belli nöbetcilik oynamışlar gece... bazısı da saçını sıkı sıkıya bağlamış ama tepe açık... Onların arasına kaynayan, sabahın köründe şak diye kapıyı apansız açıp, ateş ölçmeye gelen hain hemşire... Bir keresinde hasta refakatim sırasında, tam uykuya dalmışken şak diye kapı açıldı. Ben bayılmışım heyecandan. Ulen zaten hasta hasta, refakatçi de bakarken bitap biraz edepli gir sabahın beşinde di miya? Yok pisikoya bağlamışlar kardeşim... Çat kapı, sen altına yap! Neyse ne anlatıyordum? Ha...
Tablo tamam... Tam House dizisi çekimi... Ellerinde dosyalar... İçlerinden  cesur kıdemli durumu anlatmaya geveliyor... Gerisi şöyle; “Nasılsın bakalım” “Ağrım var doktor” “E olacak tabii canım sabret ...” Sabreder garibim. Babam bir hafta yatmıştı hastane de bir keresinde. Yanında yatan çocuğun gözleri kaymış bir vaziyette günlerce yattı. Başı çok ağrıyordu. Onu her gördüğümde içim sızlıyordu. Teşhis ne dedik? Anacığı “Koyamadılar” dedi.
Sabrettiler ve oğullarına da geçecek dediler. Ama birgün geldim yatağı boştu. Menenjitmiş dedi birisi, bir diğeri beyin kanaması geçirmiş dedi...
Hasta yakınları maşaallah teşhisi koydular ...
“Kaynım da da var...” 
Bir doktor, “Teşhis, bir sanattır” der House dizisinin bir bölümünde ... Tüm yüreğimle katılıyorum. 
Teşhis; Bilgi, tecrübe, farkındalık, gözlem, empati, ekip harmanlanmasıdır... Yıllar içinde de tecrübeyle daha az yanılma payları gelir...
Çok kıymetli sevdiğim doktor arkadaşlarım var nolur alınmasın... Sözüm meclisten dışarı,
Lütfen sanat yapın...