Miladi 650 de dikildiği bilinen ELEGEŞ ANITI’ında şu ifadeler yer almaktadır: *“Kara budunum gayret edin! Ülke töresini bırakmayın! Heyhat, siz ülkem, hanım! * KÜRT ELİNİN HANI Alp Urungu. Altınlı okluğumu belime bağladım, halkım! Otuz dokuz yaşımda. Hanım! Ülkeme, sizlere heyhat doymadım, hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım.” Bu anıt mezardaki kitabe Güney Sibirya’da Yenisey ırmağı kollarından Elegeş çayı çevresinde bulunmuştur. Yazıtın çözümü 1897 yılında W.Radlof tarafından yapılmıştır. Yazıt bize Kürtlerin Saka-Hun-Göktürk camiasına mensup olduklarını kanıtladığı gibi, Dede Korkut Kitabında da Kürtlerin “Bağduz Aman” kütüğü ile Oğuzlara bağlandığı görülmektedir. Kürtler ve Türkler tam anlamıyla kardeştirler. Yavuz Sultan Selim zamanında Kürt beyleri aşiret liderleri ve dini önderleri padişaha müracaatla Osmanlı Devleti içinde şerefli yerlerini almışlar ve bu beraberlik genel olarak Osmanlı’nın son demlerine kadar kardeşlik ruhuyla devam etmiştir. Kürt beylerinin Yavuz'a biat için sundukları ariza da şu ifadeler yer almaktadır: “Can ü gönülden İslam Sultanına biat eyledik. Cihada gayret gösterdik… Hepimizin arzusu şudur ki; bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım ediniz.” Büyük Kürt düşünürü ve önderi Bitlis Sancak Beyi Şeref Han diğer Kürt Beyleri’ni de temsilen Padişah III. Mehmet’e sunduğu “ŞEREFNAME” adlı ünlü eserinde Kürt boyu tarihini işlemiş ve Kürtlerin Oğuz Kağan’dan beri Türklük camiasının mensupları olduklarını ifade etmiştir. Her ne sebeple olursa olsun tarih boyunca Kürtlerin ve yaşadıkları bölgenin ihmale uğradığı, fakirlikle, işsizlikle ve cehaletle yüz yüze bırakıldıkları inkâr edilemez bir gerçektir. Diyebiliriz ki;1768–1774 Osmanlı Rus harbinden sonra Ruslar Kürtlerle beraber aynı bölgelerde yaşayan Ermeniler üzerinde nüfuslarını artırırken, Kürtlerin de mevcut durumlarını değerlendirerek bu kardeşlerimizi Osmanlı Devletine karşı kışkırtmaya başlamışlardır. Ermenilere Büyük Ermenistan vaat eden Ruslar bu emellerinin Kürtler tarafından kabul görmeyeceğini bildikleri için bunu Ermeni-Kürt birleşik devleti olarak yutturmaya çalışmışlarsa da Kürtler bu oyuna karşı her zaman uyanık davranmışlardır. Ne var ki; Fransız İhtilal inin gün be gün artan tesiri bu kardeşlerimizi bizden koparmaya matuf pek çok eyleme kaynaklık etmiştir. Türk Devletinin en büyük hakanlarından Abdülhamit Han felaketi fark edenlerdendir. Doğu ve Güneydoğu’ya özel bir önem atfederek gayretlerde bulunmuş ulaşım, haberleşme ve eğitim alanlarında önemli atılımlar yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca Kürt aşiretlerini bu bölgede askeri bakımdan düzenletmiş ve teçhiz ettirmiştir. Şayet bu bölgelerde de “Balkan Bozgunu”na emsal bir felaket yaşamadık ve İstiklal harbinin bel kemiği Kazım Karabekir ve 15. Orduyu çıkara bildikse bunda Abdülhamid’in ve Kürt Kardeşlerimizin önemli payları vardır. Nitekim Kürt Kardeşlerimiz Sultan Abdülhamid’e “Bav’e Kurdân” Kürtlerin Babası demişlerdir. Son olarak Lozan Muahedesi’nde bu bölge ve kardeşlerimiz bizden koparılarak “azınlık” sayılmak istenmiştir. O günkü Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden delegasyon millet varlığımızın İslam İnancıyla bütünleştiğini dolaysıyla Müslümanlar için azınlık tanımının kabulünün mümkün olamayacağını savunmuş ve kazanmışlardır. Bu arada şunu belirtmekte fayda görmekteyim: O günün çok zor şarlarında imzalanan Lozan Muahedesi’nin değerini anlayabilmek için ondan sadece birkaç yıl önce bize dikte ettirilmiş olan Mondros Mütarekesine bakmak kâfidir. Kısacası biz bu toprakları birlikte vatan yapmış insanlarız. Ne var ki yılların biriktirdiği sorunlar ve bunlara “mal bulmuş mağribi” gibi sarılan yabancı güçler önümüze büyük problemler yığmışlardır. Onları suçlamak bu meselenin çözümüne hiçbir katkı yapmaz. Meselenin çözümü bizlerin gerekli öz eleştiriyi yapmamızda ve kendi gücümüzle, kardeşliğimizi esas alan çözümler üretmemizdedir. Şunu asla unutmamamız gerekiyor: Bütün felaketlerin kaynağında cehalet vardır. İnsanlar için vatan katî adaletin tesis edildiği yurtlarıdır. Onun için “Adalet mülkün temelidir.” Denmiştir. İnsanlar ırkları ile değil duygu, düşünce ve umutlarıyla bir milletin mensubu olurlar. Bu konuların doğru anlaşılması ve doğru tedbirler alınması için 200 yıllık yakın tarihimiz emsalsiz bir hazine niteliğindedir.