31 Mayıs’ı 01 Haziran’a bağlayan gece, Ortadoğu saatiyle, saatler 00:04’ü gösterdiğinde, bütün dünya milletlerini şoke eden meş’ûm, menfur vak’a meydana gelmişti. Bilindiği gibi İHH, açılımı “Internationale Humanitaere Hilfsorganisation”, (Milletler Arası İnsânî Yardım Kuruluşu) olarak da ifade edebiliriz. İHH’nın öncülüğünde ekserisi Türk olmak üzere 31 ayrı ülkeden, inançları, renkleri, tabiyyetleri farkı bine yakın aktivist (yardım gönüllüleri), “Rotamız Gazze, Yükümüz İnsânî Yardım” sloganıyla, İstanbul’dan iki gemiyle yola çıktılar. Akdeniz’in milletlerarası sularında, Kıbrıs açıklarında diğer gemilerle buluşup, Akdeniz’in milletlerarası sularında Gazze’ye doğru yol alırken, İsrail sahillerine 82 millik bir mesâfede seyrederken, İsrâil Ordusu’na bağlı komandolar, profesyonel câniler tarafından yolları kesildi. Gemilere, hususiyle bir çakı bıçağı bile bulunmayan yolcu gemisi Mavi Marmara’ya, korsanlara mahsus tarzda müdahale edildi. Birisi bir yaşında bir bebek olmak üzere, çoğu yaşlı insanlar, kadınlardan oluşan yolcular hırpalandılar. 19 yaşından, 70’li yaşlardaki ma’sum insanlar, ‘Beyaz Bayrak’ çekmeleri ve tamamen teslim oldukları halde, en acımasız bir şekilde zâlimâne katledildiler. Tehevvüre kapılma, korku ve can havliyle ateş etmediler, 19 yaşındaki genç Furkan’a, 45 cm’lik mesâfeden başına doğrultup kurşun sıktılar. Cinâyet deseniz hafif kalır, barbarlık-canavarlık, zulüm, korsanlık, lügatlarda faciayı ifade edebilecek ne kadar kelime ve söylem varsa, bu vak’a karşısında hepsi hafif kalır. Vahşeti bütün dünya, ABD ve birazcık insaf ve izan sahibi Yahudî’lerde dâhil, herkes şiddetle tel’in etti. Dâimâ, ayrı tellerden çalan, anlı-şanlı Türk Mütâreke Matbuatı bile ilk günler husûle gelen millî birlik ve beraberlik karşısında, aynı istikâmette neşriyat yaptılar, haber ve yorum birliğine imkân ölçüsünde itina gösterdiler. Dîni, inancı, ırkı, inançsızlığı her ne olursa olsun, pek fanatik siyonistlerin dışında herkesin ama herkesin tel’in ettiği bu barbarlığa bir tek kişi, evet bütün dünyada tek bir kişi başka türlü baktı. Dünya’nın 31 ülkesinden, Müslümanların, Hıristiyanların, hinduların, ateistlerin, papazların, her inanç ve görüşte olup da, Gazze’ye insânî yardımları ulaştırmak mevzu’unda birleşmiş insanlara karşı yapılan bu vahşeti, sâdece bir kişi evet bir kişi, içimizden birisi zannettiğimiz ve fakat 16 bin kilometre uzaklardan bir kişi bütün dünya’nın tersine, vak’a’ya başka türlü bakıyordu. Amerikan Wall Street Journal Gazetesi’ne verdiği beyanatında, “Gördüğüm şeyler hoş değil, çirkin şeylerdi,” diyor. Sözkonusu gazetenin “Münzevî İmam” diye tavsif ettiği bu zât, “Yardımı organize edenlerin İsrail ile anlaşmaya varmadan böyle bir işe kalkışmalarının otoriteye karşı gelmenin işareti ve bunlar yararlı şeyler değil,” diye değerlendiriyor, ayrıca kendileriyle irtibatlı bir yardım vakfının Gazze’ye yardım götürme isteğini kendisine ilettiğinde, onlara “önce İsrail’den izin alın,” dediğini de sözlerine ilâve etmiş... Beyanatın devamında, “İslâmî yardım vakfı İHH’ın adını daha yeni duyduğunu, politize bir örgüt olup-olmadıklarını söylemek zordur,” diyor. Gazetenin haberine göre, “ne şimdiki ne de eski hükûmet liderleriyle irtibatı olduğunu söyleyen bu zât, siyâsî hedefleri herhangi bir hareketle bir ilişkim yok ve olmadı. Ben sade bir Türk vatandaşıyım,” diyor. Gazeteye göre, “Şiddet karşıtı, Batı ile İslâm alemi arasında diyalog öngören, vaazlarının 60 kitapta toplandığı, ba’zı kaynaklara göre ta’kipçileri, 3 milyon ile 8 milyon arasında telaffuz ediliyor, 100’den fazla ülkede okulları var, İslâmî bir bankası (Asya) pek sayıda gazete ve dergileri... Bu zat, hemen hemen herkesin kolayca tahmin edebileceği gibi, Amerika’da Pensilvanya’da mukîm, Dünya Barış Gurusu M. Fethullah Gülen’dir. Gülen’in bu tarz beyânatı bütün İslâm Âlemi’nde, Türkiye’de, Türkiye’de Gülen’e bel bağlamış, insanüstü bir varlık gibi görenler tarafından infiâl ve büyük bir hayretle karşılanmıştır. İlk şok atlatıldıktan sonra, Gülen taraftarlarının gazeteleri, dergileri, TV kanalları bu hususta ya tam bir sükûte bürünmüşler veya beyânatı çeşitli şekillerde te’vile kalkışmışlardır. Zırva te’vil götürmez! Amerikan gazetesine verilen beyânat açık, sarih ve nettir. Hukukun temel kâidelerinden birisi de şüphesiz, “Zâhir’le hükmedilir,” hükmüdür. Dolaysiyle, açık, sarih ve net sözleri sağa-sola çekmek, eğmek, bükmek tam bir çâresizliktir. Amerika Birleşik Devletleri dâhil, bütün dünya devlet ve milletleri, siyonist olmayan Yahûdi’ler de dahil olmak üzere, milletlerarası sularda seyir halindeki Gazze’ye insâni yardım götüren gemilere yapılan meşum, zâlimane, hunharca yapılan tecâvüz ve korsanlık şiddetle tel’in edildiği halde, siyonist ve fanatik Yahûdi’lerden başka bir tek kişi, evet bir tek kişi, kendisini dünyada sulh (barış) gurusu olarak gören ve taraftarlarınca böyle tavsif edilen ve gösterilen M.Fethullah Gülen Hocaefendi!... Muhterem Hocaefendi, Amerikan gazetesi, Wall Street Journal Gazetesi’ne verdiği beyanatında, Azîz Türk Milleti’nin ve şuurlu bütün Müslümanların maddî-manevî desteğiyle Gazze’ye insâni yardım götüren, İHH öncülüğündeki 31 ayrı ülkeden her inanç, ırk ve renkten insanların bu hareketini, İsrail Devleti’ni otoritesine karşı gelme olarak tavsif ediyor, zâlim, gaddar, korsan İsrâil Devleti, İsrâil hükûmeti hakkında tek kelime söylemiyor. Otorite ve Kimin Otoritesi?!.. İnançları itibâriyle, Katolik âlemi için otorite Papa’dır. Ortodoks alemi için, kendi iddialarına göre Ekümenik Patriktir (Ekümenik Patrik Cihan Patriği demektir.) Diğer ba’zı inançlara göre otorite öğretidir, kollektif öncüler vs. Dâru’l-İslâm olan bir memleket varsa ki, şu anda dünyamızda Kur’ân-ı Kerim’in ahlâk, i’tikad ve muâmelât’a dair, bütün hükümlerinin cârî olduğu herhangi bir memleket mevcut değildir. Herhangi bir ülkenin resmî adının başında ve sonunda İslâm kelimesinin geçmesi, o ülkenin gerçekten bir İslâm devleti olmasını gerektirmiyor. İrân İslâm Cumhuriyeti, Libya Cemâhiriyyesi ve başkaları gibi... Kur’ân-ı Kerim’in, Allah’ın hükümlerinin eksiksiz, bütünüyle uygulandığı bir İslâm ülkesi olsaydı, Müslümanlar tarafından kendilerinden olan, kendileri gibi düşünen ve kendileri gibi hayat süren birisini başlarına emîr, imam, Ulü’l-Emr olarak seçseydiler, işte o zaman seçilen bu zât “Otorite” olurdu ve diğer Müslümanların bu otoriteye itaat etmeleri farz olurdu. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan Ulü’l-Emr’e (idarecilere) de itaat ediniz. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resûle götürün. (Onların ta’limatına göre halledin); Bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)
***
Not: İşbu yazı 18.06.2010 tarihinde gazetemizde çıkmış olan yazının tekrarıdır.