İhbar mektupları Konsey’de görüşülmüş, şu karara varılmış, “Bütün siyâsî partier, ba’zı sivil toplum kuruluşları, Dr. Tayyar Altıkulaç hakkında her biri diğerini nakzeden ihbarlarda bulunduklarına göre, Dr. Tayyar Altıkulaç hakkında hiçbirisinin ihbarı doğru değildir. Dolaysiyle, Dr.Tayyar Altıkulaç’ın vazifesinden azledilmesi doğru olmaz,” kararı çıkmış. Gereği veya bilgisi için bu ihbar mektupları belki de bir kısmı kendisine verilmiş...
İçel eski Milletvekili, Ali Ak Bey de, Dr.Tayyar Altıkulaç hakkında Konsey’e ulaştırılmak üzere bir ihbar mektubu yazmış... Ali Ak bu mektubunda, “Türkiye Diyânet Vakfı tarafından, Diyânet İşleri Başkanı, Dr.Tayyar Altıkulaç’ın şahsı için Ankara’nın en lüks semtlerinden olan Gaziosmanpaşa’da, 14 milyon TL. ödenerek bir köşk alındığını yazmıştı.” Bu mektup da gereği veya bilgisi için Dr. Tayyar Altıkulaç’a verilmişti.
Ali Ak Bey’in mektubunda bahsettiği köşk, bizim misâfir edildiğimiz köşk’tü. Ali Ak Bey’e bu bilgileri muhtemelen, ya Diyânet Vakfı’ndan birisi veya Diyânet İşleri Başkanlığı’ndan bir başkası vermiş olmalıydı. Zaman zaman, kurumlarda çalışanlardan şu veya bu şekilde idareciden memnun kalmayanlar, doğruluğunu, yanlışlığını araştırmadan bu kabil söylentileri bir yerlere uçururlar. Bu haberleri alanlar da, mal bulmuş mağribî gibi araştırmadan, tahkik etmeden, ya yazıya dönüştürürler ya da olduğu gibi bir yerlere ulaştırırlar. Fiîlî olarak gazete idare ettiğimiz yıllarda, husûsiyle Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinden gazetemize pek fazla ihbar gelirdi. Bize ulaşan haberleri te’yid için tahkik ettiğimizde bu haberlerin çoğunun asılsız olduğu meydana çıkardı.
Bizi misâfir eden ev sahibimiz, mevzu’u bahis köşk’ün sâkini, Ali Ak Bey’e: “Ali Bey, sizin ihbar mektubunuzda bahsettiğiniz köşk, işte bu köşktür. Ancak sizin ifade ettiğiniz gibi, 14 milyon TL’ye değil, 7 milyon TL’ye satın alınmıştır. Yine sizin ifade ettiğiniz gibi, köşk Tayyar Altıkulaç’ın şahsına değil, Diyânet İşleri Başkanlarına “Konut” olarak satın alınmıştır. Bu an için bendeniz Diyânet İşleri Başkanı olduğum için ben oturuyorum. Makamdan ayrılmam halinde, derhal boşaltacağım, benden sonra bu makama kim gelirse o zât oturacaktır. Keşke, ihbar mektubunu yazmadan önce lütfedip, sorsaydınız, bu bilgileri bizzat size aktarırdım,” dedi.
Ali Ak Bey, herhangi bir şey söylemedi.
Bizler de başka mes’eleler ortaya atarak konuyu geçiştirdik.
Toplantı başladı.
Bendeniz bu toplantıda da her iki cenahın i’timadına mazhar, tarafsız bir durumdaymış gibi, doğrudan topa girmiyor, bir nev’i hakem rolü oynuyordum. Dostumuz ve diğer iştirakçiler, bir taraftan hararetli bir tartışmaya başladılar, diğer taraftan pek mütevâzî, gönül adamı, dostumuzun yardımcısı, Niyâzi Baloğlu çay servisi yapıyor, yaşım i’tibâriyle orada bulunanların en genci olmam i’tibâriyle çay servisinde Niyazi Bey’e yardım etmek istiyorum, fakat müsaade etmiyor. Dostumuz, bu toplantıda herhangi bir yemek da’veti olmadığı halde her zamanki mükrim, âlîcenaplığını göstermiş, çay’a çok zengin bir sofra refakat etmişti.
Bu toplantı da gecenin geç saatlerine kadar devam etti. Bizim taraf’tan bendeniz hariç, üç kişi, diğer taraftan tek başına dostumuz arada varolan, varolduğu sanılan bütün mes’eleleri teşrih masasına yatırdılar. Öncelikle, herkes eteğindeki taşı döktü.
Gece yarısına doğru bir prensip kararı alındı. Aramızda varolan veya varsayılan bütün ihtilâfların halli için öncelikle her iki taraf’ta diğeri aleyhinde konuşmaktan vazgeçecek, sükûnet sağlanacak ba’demâ, i’tidal içinde mes’ele’ler tesbit edilecek, iyi niyetle tesbit edilen mes’ele’lerin halli için taraflar çaba sarfedecekler.
Hattâ Dostumuz, şunu ifade ettiler: “Bu kararın uygulanması sizler için çok kolay olabilir. Biliyoruz ki, Kemâl Bey, (Kemal Kacar), yarın bir ta’limat verse, Kars’tan-Edirne’ye, Sinop’tan-Hatay’a kadar bütün Türkiye dâhilindeki Süleyman Efendi Hazretleri’nin bütün talebesine te’sir edebilir, susturabilir. Fakat, bu benim için çok kolay değildir. Öncelikle İl Müftülerini toplantıya da’vet edeceğim, vaziyeti kendilerine anlatacağım, muhtemeldir ki, hepsi beni dinleyebilirler veya yüzde şu kadarı veya bu kadarı dinlemeyebilirdi!”
Son olarak bir prensip kararı daha aldık. Tarafların birbirlerinden herhangi bir şikâyetleri varsa veya birbirlerine iletecekleri bir husus zuhur ederse, her iki tarafın i’timadına mazhar, Mustafa Akkoca’ya iletecekler, Mustafa Akkoca, münasip bir yol ile durumu karşı tarafa iletecekti. Taraflar çok memnun kalmıştılar. Gece’nin sabaha döndüğü bir saatte çok samîmî bir ortamda köşk’ten ayrıldık.
Biz kendi aramızda çok kısa bir durum değerlendirmesi yaptık. Toplantıya katılanlardan benden başka, her üç zât da son derece memnun görünüyorlardı. Sabah erken saatlerde İstanbul’a dönmek üzere izin istedik, Mehmed Arıkan Hocamızla otelimize çekildik.
Mehmed Arıkan Hocamızla birlikte biz İstanbul’a döndük. Bir hafta on gün, belki de biraz daha uzun bir müddet, taraflardan bana herhangi bir müracaat yapılmadı.
Dostumuz, kendisinin ba’zı zorluklarından bahsettiğine göre, “herhalde henüz görüşmelerini yapamamıştır” diye düşündüm, taraf’ların sessizliğine hayra yordum. Bir hafta ongün daha geçtiği halde yine taraflar’dan bir ses çıkmayınca, şu anda çok iyi hatırlayamadığım bir vesiyle ile Dostumuz’la bir telefon konuşması yaptım. Eski samîmiyetin yerinde yeller esiyordu, Dostumuz bir hayli soğuk ve bir hayli mesâfeliydi.
Sonradan anlaşıldı ki, toplantıda bulunan Ali Ak, Mehmed Arıkan ve bendenizle hiç istişâre etmeden, istişâre şöyle dursun, asgarî nezâket gereği hiçbirimize haber vermeden, o sıralarda içinde bulunduğu nâzik durumdan faydalanarak, görüşmediği ve aslâ ta’limatını almadığı halde, Beyağabeyle istişâre ettiği ve kendisine ba’zı şartlar dikta ettirdiğini iddia ederek, Dostumuzdan randevu talebinde bulunmuş – Hem dostumuzdan, hem de ilgili şahıstan benim sezebildiğim, görüşmenin, Başkanlık makamında olduğudur. - Hattâ önceden randevu talebinde bulunmadan doğrudan Başkanlık Özel Kalemine gelmiş, çok meşgul olduğunu, mühim görüşmeleri olduğunu söylemelerine rağmen, görüşmek için ısrar edince ve Mustafa Akkoca’nın da ismini verince makama alınmış ve görüşme gerçekleşmiş...
Görüşme dediysem bu gerçekten herhangi bir görüşme değil, randevu talebinde bulunan zâir’in kendi tespit ettiği maddeleri muhatabına dikta etmektir. O tarih’lerde, Dostumuzdan ve şahıstan aldığım bilgilere göre, şahıs:
1- Antalya’daki Muhâkeme’yi durdurun.
2- Diyânet İşleri Başkanlığı Hac işlerinden elini çeksin.
3- Size vereceğim listede ismi bulunan arkadaşlarımıza va’az etme yetkisi verilsin
4- Şimdiye kadar hangi makam ve mevki’de aleyhimizde verilen brifingler, enformasyonlar tashih edilmelidir. “Biz daha önceleri bunlar hakkında şöyle, şöyle söylemiştik. Bunların tamamı yanlıştır,” deyiniz...
Bunları yerine getirirseniz vardığımız mutabakata uyacağız. Aksi takdirde eskiden olduğu gibi, dişe diş mücadelemize devam edeceğiz,” deyip makam’dan ayrılmış...
Makam’a, Dostumuza dikte edilmeye çalışılan maddeleri tartışmak bile abes’le iştigaldir.
Yargıya intikal etmiş, yargıya malolmuş bir konuda, Cumhurbaşkanı’nın ve TBMM’nin bile durdurma yetkileri yoktur.
Hac mes’elesi, tek başına Diyânet İşleri Başkanı’nın ve Diyânet İşleri Başkanlığı’nın yetkisinde olan bir mes’ele değildir. Hac seyâhati, kanunlar, yönetmelikler ve Bakanlıklararası Hacc Komisyonu’nun prensip kararları ile yapılmaktadır.
1965 tarihli 633 Sayılı Diyânet İşleri Başkanlığı Teşkilât Kanunu’nun yürürlüğe girmeden önce Diyânet İşleri Başkanlığı’nın açtığı vâiz’lik imtihanını kazananlar, emekli müftü ve vâiz’ler, il ve ilçe müftülerinin uygun bulması halinde zâten va’az edebilirler.
Dikte edilen diğer şart’ları burada hatırlatmak bile abestir.