SİYASİ HİTABET!...
Mustafa AKKOCA
Türk Siyâsî tarihinden nice hatipler gelmiş-geçmiştir;
Çok partili siyâsî hayata geçilinceye kadar, alternatif siyâsî partiler bulunmadığı için, siyâsî propagandaya ihtiyaç hissedilmiyordu. Tek parti, kimin nereden, meb’us seçileceğine karar veriyor, müntehib-i Sânî (ikinci seçicilere) bu isimler veriliyor. Ankara’dan hiç ayrılmadan, hayatında seçim bölgesini hiç görmeden meb’us seçilenler çoktu.
Türk Dili’nin ustalarından, Ankara Dil ve Coğrafya Fakültesi’nin unutulmaz hocalarından, eski Millî Eğitim Bakan’larından Merhûm, Tahsin Banguoğlu, 1946 seçimleri öncesinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Fakültesi’nde Doçent’dir. Fakültedeki odasında otururken bir gün telefonu çalar, telefonun diğer ucunda devrin CHP Genel Sekreteri vardır. Merhaba, faslından sonra, “Tahsin Hoca! Hayırlı-uğurlu olsun, şu andan i’tibâren kendinizi Bingöl Milletvekili sayınız!”
“Aman efendim, ne haddime! Ben Edirne’liyim, şimdiye kadar Edirne’den başka gördüğüm, İstanbul ve Ankara’dır. Edirne’den-İstanbul-Ankara trenle geliş güzergahımda bulundukları için, Kocaeli-Bilecik ve Eskişehir’den de geçmişliğim vardır, bana göster deseniz Bingöl’ü haritadan bile gösteremem,” der. Fakat parti idaresince, Tahsin Banguoğlu’nun, Bingöl Meb’usu olması uygun görülmüş, bundan Tahsin Banguoğlu’nun da Bingöllülerin de haberi yokmuş, o devir için ne fark ederdi ki!..
Bu bakımdan bugünkine benzemese de siyâsî nutuklar ve hitabeler, çok partili döneme geçildikten sonra başlamıştır.
1946 ve 14 Mayıs 1950 seçimleri arefesinde, Celal Bayar’ın ve Adnan Menderes’in geniş halk kitlelerine hitabeleri vardır.
1950-1960 arasında iş tersine dönmüş, muhalefettekiler, iktidar, iktidardakiler muhalefet saflarına geçmişlerdir.
Muhalefet Lideri Celal Bayar, Cumhurbaşkanı seçilmiş, Cumhurbaşkanlığı müddetince her ne kadar DP rumuzlu baston taşımış ise de meydanlara çıkıp siyâsî mahiyette konuşmalar yapmamıştır.
Menderes, zarif, nâzik, kibar bir adamdı, siyâsi konuşmalarında kelimeleri itina ile seçer, muhataplarına hakaretamiz kelimelerle hitap etmez, en fazla hücum etmek istediğine söylediği kızgınlık kelimesi “Bu Beyefendi, bu Beyefendiler”dir.
Bu dönemlerde, Anamuhalefet Lideri İsmet Paşa’da, zaman zaman meydanlara çıkar, nutuklar irad ederdi. Fakat gerek fizikî bünyesi ve gerekse genizden konuşması sebebiyle konuşmaları muhatapları tarafından anlaşılmazdı. Bunun için miting meydanları kısa zamanda dağılır gider, Paşa gittiği yerlerde fiskos politikası yapar, gıllu-gış ile işleri hallederdi.
1960’lı, 1970’li yılların siyâsî hitabet gülleri şüphesiz, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit idiler.
Demirel, acemilik yıllarında biraz tutuk idi. Fakat siyâsî hayatta biraz pişince, muhitten-aile’den gelen kültürünü ortaya çıkardı, tam bir polemik ve diyalog ustası haline gelmişti. Meydanlarda, salonlarda ve TBMM’sinde CHP’liler çileden çıkaracak monologlar, diyaloglar ve polemikler ortaya koyardı.
Bülent Ecevit, şüphesiz 1970’li yılların hitabet yıldızıydı. Israrla, Öztürkçe ve uydurukça kelimeler kullanıp, Türk Dili’ne büyük ölçüde hasar verdiren Ecevit, uzun uzun tiratlarla hayallerini, “Akgünleri”, “Akgünler Yakındır” sloganını, “Ne ezen ne ezilen, Hakça bir düzen”, “Toprak işleyenin su kullananın”, “Köykent’ler,” uzun uzun bunları dinlerdik. Fakat, Bülent Ecevit nezaketinden, kibarlığından asla ta’viz vermezdi. Rakiplerine asla hakâret etmedi. En baş rakibi, Süleyman Demirel’e bile “Sayın Demirel” diye hitap etmeye devam etti. Ecevit’ten önceleri siyâsî hitabeler, Meclis konuşmaları, “Muhterem Samiîn,” ya da “Muhterem Reis Beyefendi, Muhterem Milletvekileri,” diye başlardı. Ecevit sonrası ise, “Sayın Başkan!”, “Sayın Milletvekilleri!” diye başlıyor. Türk siyâsî hayatının en başarılı siyâsî hatibi hiç şüphe yok ki, Merhûm Osman Bölükbaşı’ydı. Millet Partisi Genel Başkanı, televizyonların olmadığı yalnız radyoların yayında olduğu dönemlerde müthiş konuşmalarıyla yıldızlaşmıştı. TRT’deki Calib-i Dikkat konuşmalarından dolayı kendisine, Anadolu insanı, TIRT Osman lakabını uygun görmüştü. Osman Bölükbaşı’nın asıl şöhreti, seçim meydanlarındaki konuşmalarıyla gelmişti. Osman Bölükbaşı’nın partisi Millet Partisi, siyâsî hayatında hiç bir zaman iktidar olamadı, iktidar ortağı da olamadı. Ama, Osman Bölükbaşı hem Demokrat Parti idarecilerinin hem de İsmet Paşa’nın korkulu rüyasıydı.
Merhum, Osman Bölükbaşı, seçim meydanlarında kürsüye bavullar dolusu evrâk vesikalarla çıkar, kürsünün hemen yanında büyük boy bir su testisi hazır bulundurulurdu.
Rahat konuşur, akıcı ve selis bir uslupla saatlerce konuşur, konuşmaları sırasında dikkati dağılan topluluğun dikkatini toplaması için zarif latifeler patlatırdı. Ekim 1965 seçimlerinden bir gün önce, Taksim Meydanı’nda Osman Bölükbaşı’nın, Millet Partisi’nin mitingi vardı. Taksim Meydanı, tarihî günlerinden birisini yaşıyordu. Osman Bölükbaşı, zaman zaman Demirel’e, sık sık aralarda da İsmet Paşa’ya yükleniyordu. Kalabalığı görünce, “Oh!” dedi, “Sadece buraya gelenler bana rey verseler, partim çoktan iktidar olmuştu,” esprisini patlattı. “Harman bizde dövülür, buğday başkasının evine gider. Düğün bizim evde yapılır, gelin başkalarının koynuna girer,” gibi esprileri peşpeşe sıraladıktan sonra, Pazar günü seçimler olduğu için lig maçları Cumartesi günü oynanıyor, o zaman ki adı, Mithatpaşa Stadı olan, İnönü Stadında da Beşiktaş-Fenerbahçe maçı oynanıyor, takımlardan birisi gol atınca, Sur-u İsrafil gibi müthiş bir ses duyuldu. Yeri göğü inletircesine göğe yükselen ses, “GOOOOOL”, Bölükbaşı “GOOOOL” sesini anladı fakat anlamamazlıktan geldi, sordu. Hayırola! Bu ses de nereden geliyor, “Gol oldu Efendim” dediler. “İsmet Paşa da bizim golleri duyuyor mu?” diye sordu.
Tabiî ki, müthiş bir diyalog ve halkla tam bir bütünlük meydana getiriyordu. Günümüzdeki başat partilerin liderlerinin siyâsî mahfillerin tozunu yalamış, İmam-Hatip Okulu’nda müsâmere grubu başkanlığı, mümessilliği ile başlayan topluma hitabetini, Mahalle liderliği, İlçe Başkanlığı, İl Başkanlığı, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, nihayet Parti Liderliği ve Hükûmet Başkanlığı gibi çok önemli mevkilerde, hitabet konusunda ustalaştıkça ustalaştı. Polemikleri, monolog ve diyalogları müthiş, beden dilini en iyi kullanan lider.
Diğeri henüz daha oturduğu koltuğun ağırlığını hissetmemiş, 23 Nisan makam çocukları gibi, arkadan verilen suflelerle, konuşmaları ve elini bir istikâmette heykel gibi sürekli tutması, insicamsız, sık sık tekrarlanan aynı cümlelerle konuşması, bu vadide daha pek çok fırının bütün ekmeklerini yemesini gerektirecek kadar acemilik, toyluk sergiliyor.
Yorumlar