Hayat acıdır... Biber de acıdır... Öyleyse hayat biberdir...
Akil insanlar su içerler... Ünlü oyuncumuz Hülya Koçyiğit tüm gün düzenli su içmeyi unutmaz... Akil insanlar seçilmiş kişilerdir... Öyleyse su içenler akil olur...
Bu ne mantığı oluyor bilen var mı?
Geçenlerde bankaya gittim. Gişedeki görevli bayan suratını muşmula gibi yapıp sordu; “Varlıklı müşterimiz misiniz?”
Bazen hazırcevaplığımı çok beğeniyorum.
“Aaaa ne görgüsüzsünüz böyle soru sorulur mu?”
Surat iyice buruştu...
“Bayan, biz müşterilerimizi sınıfladık. Haberiniz yok mu?”
“Yok canım ben başka bir planetten geldim...”
Meğerse insanları bankaya yatırdıkları parasına göre akillerince sınıflamışlar... Sen sen sen, şu kümeye aitsin.
Sen çık oradan doğru... Toplama kampı... Abarttım ama valla Hülya Avşar bir banka reklamında; “Tüm müşterilere benim gibi mi hizmet ediliyor?” diye şaşırıyordu.
Hepiniz kendinizi Hülyalardansınız sandınız ama ı-ıhh... Varlıklılar sıra nosu bile almıyor nabeerrr...
Eskiden sadece sigara içenlere ikinci sınıf vatandaş derdik... Bir de Kuzey-Güney, Amerikanın kuzey ve güney yaşayanlarının savaşı ve Aşağıdakiler-Yukarıdakiler, zenginler ve çalışanları üzerine diziler vardı ayırımcılık yapılan... En büyük ayırımcılığı köle Kunte Kinte’nin hikayesinde görmüştüm.
Hey gidi günler hey...
Tarih tekerrürdür döne döne kuyruğunu yakalar. Tekerrür denince aklıma geldi.
Son köşeyazımda Mimar Doğan Hasol’un “Mimarlar Dik Durur” kitabından bahsetmiştim. Tekerrürü yaşayan meslek dalların dan biri de mimarlık. Nasıl mı? O yıllarda yaşanan benzer hikayelerin, günümüzde de yaşanmadığını söylemek mümkün değil. Kitaptan alıntıdır.
“...Binaya sahip çıkma konusunda Devlet Operası ile Devlet Tiyatrosu arasında büyük bir çekişme başlamıştı. Tabanlıoğlu, bu çekişmeden duyduğu rahatsızlığı, sıkıntıları dile getirirken “Bunlar günün birinde binayı yakacaklar” diyordu. Sonunda Tabanlıoğlu’nun dediği ne yazık ki gerçek oldu. 27 Kasım 1970 akşamı Arthur Miller’ın “Cadı Kazanı” oynanırken sahnede yangın çıktı. Sahne ile salon arasındaki koruyucu yangın perdesini indirmek kimsenin aklına gelmediği için de bina tümüyle yandı.
Yangında can kaybı ve yaralanma olmadı. Seyirciler, doğru tasarım sayesinde salonu ve binayı kolayca terk edebilmişlerdi.”
Şan Tiyatrosunda oynanan son oyundan çıktıktan kısa bir süre sonra, yandığı haberini duyduğumu anımsadım. Kötü bir tesadüf tür ki, orada son oyunu görmek kısmet olmuştu.
İhmaller, bilgisizlikler, adamsendecilikler, bencillikler işte böyle böyle, tarihleri tekkerrür ettiriyor.
Kitaptan başka bir alıntı daha... E yuh be, dedirtecek cinsten...
“...1908 yılında Mısır’a bir tren istasyonu, Dalaman’a bir av köşkü yapılması gerekiyormuş. Bunun için projeler hazırlanmış, Mısır’a ve Dalaman’a gönderilmiş.
Fakat gelin görün ki, projeler yanlış yönlendirildiği için Dalaman’da tren olmamasına hatta tren 300 km uzaktan geçmesine karşın Dalaman’a tren istasyonu, Mısır’a da av köşkü yapılmış.”
Tıpta da yanlış ameliyatlara, yanlış diş çekimlerine de rastlamiyor muyuz? Ufacık bir hata nolcek ki...
Akil insan, tekerrür, tevekkül işte bu yazı da son buldu.
Biber gibi aci hayatlar, akilli sular, şaşkın projeler heran her yerde...