Her yer metro, her yere metro

Her yer market, her yere market

Her yer hastane, her yere hastane

Her yer ev, her yere ev

Her yer mülteci, her yere mülteci…

İlginç bir süreçte değişik mottolarla, algı zorlanması yaşıyoruz. Birisi diyor çok iyi yaşıyorum, öbürü diyor sürünüyorum.

Ben geçip giden yaşamımda doğaya verdiğimiz zararın bedelini nasıl ödeyeceğimiz ve gelecek nesillere nasıl bir gelecek bıraktığımızın derin üzüntülerindeyim…

Yaz döneminde Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’ne bağlı Assos Antik Kenti’ndeki Athena Tapınağı’na gidip, çevresindeki mistik güzelliğinden sizlere biraz bahsetmiştim. Tepenin hemen altında yer alan binlerce yıllık tarihi ile bir dünya mirası olan, turkuazın o sonsuz ufuklarına virajlarla kavuşulan Assos limanındaki turistik tesislerin, üzerine ve yollara kaya parçaları düştüğü gerekçesiyle, bir iki ay önce kapatıldığını  duymuştum. Meçhul sorular ve pesimist yaklaşımlar düşünmedim desem yalan olur…

Eskiyi bulamayacağımın dayanılmaz ağırlığı ile Milanvari laflar beynime matkaplarla saldırdı …

Belli ki yıllar yıllar önce bir- iki tesisin dekorasyon çalışmalarında çektiğim fotograflar albümlerimde anı olarak kalacaktı … 

New-York İkiz Kuleler’de, Sur’da, Hakkari’de, Mardin’de, başka şahit olduğum ve sonradan değişen karelerle ve de tabii ki İstanbul’da, yıllar içinde çektiğim, eskinin izlerini taşıyan fotografların yanında yer alacaktı.

Assos’ta çay bahçeleri, restoranlar, butik oteller, büfeler, pansiyon gibi işletmeler kapatılarak tahliye edilmişti. Pasta içinden çıkan sürprizi bekliyecektik…

Taa-Taaaa

Pasta bozulmuş olarak, içinden hamam böcekleri çıkarak da servis yapılabilirdi.

Son bir foto gördüm Assos Antik Kenti’nin deniz cephesinden çekilmiş… O dayanılmaz acı yine düştü görselime …yüreğime…

Tasarımın her adımını basamak basamak öğrencilerime anlattığım o metodun verdiği umutsuzluk içinde rant canavarının bizleri yutan baskısını yine ensemde hissettim. 

İnşallah bu sefer ürktüğüm olmaz ve yine o şirin belde yeşil ve doğal yapısıyla geri döner.

Hay Allah nerden geldi aklıma… Yazmak istedim;

Paris'teki ekmek kıtlığının doruğa ulaştığı esnada, Reims'de gerçekleşen XVI. Louis'nin taç giyme töreni esnasında söylenmiş olan, "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler! -Qu'ils mangent de la brioche.- sözü, kötülemek ya da sözü popüler yapmak amacıyla, Marie Antoinette'e mâl edilmiş. Onun tarafından söylendiğinin kanıtı yokmuş. Hatta Marie ekmek kıtlığından haberi olduğunda, şöyle demiş; "Kendi bahtsızlıklarına rağmen bizlere böylesine iyi davranan bu insanları gördükçe, onların mutluluğu için kesinlikle daha sıkı çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu gerçeği kral da görmektedir. Kendi adıma konuşmam gerekirse, taç giydiğim günü -yüz yıl bile yaşasam da- hayat boyu unutmayacağım."

Ahh Antoinette’ciğim !!!

Ama insanoğlu bu ağzı torba değil ki büzesin! Tarih O’na kötü bir son yazmış …

2 Ağustos 1793 günü, sabaha karşı saat ikide gardiyanlar tarafından uyandırılan kraliçeye üzerini giyinmesi söylenmiş.16 Ekim 1793 sabahında da, bir gardiyan ellerini arkadan bağlamış saçlarını kesmiş. Römorklu alelade bir at arabası ile Paris sokaklarında bir saatten fazla dolaştırılarak Devrim Meydanı'na -Concorde Meydanı- getirilmiş. Arabadan yavaşça inen ve giyotine şöyle bir bakan Marie Antoinette’in kulağına, O’na eşlik eden papaz, " Bu an madam… cesaretinizi kuşanmanız gereken andır" demiş. Kraliçe papaza gülümseyerek dönmüş; 

"Cesaret mi? Tüm sıkıntılarımın sona ereceği bu an, cesaretimin yüzümü kara çıkaracağı an değildir" demiş… 

Başka bir söylentiye göre, giyotine giderken cellatın ayağına basmış , özür dilerim mösyö, istemeden oldu  demiş.

Vay sen cellatla nasıl dalga geçersin deyip bu kez  ceza olarak çırılçıplak soyulmuş…

Hepimizin keşkeyle o anlara dönüp, kelebek etkisi, yaşamayı istemelerimiz oluyordur.

Ama keşke yok arkadaşlar. İçinde bulunduğumuz an, yaptığımız ve yapacaklarımız gerçek. 

Gerisi tarih!