ŞERAFEDDİN KOCAMAN DA HAKK’A YÜRÜDÜ!.
Mustafa AKKOCA
Şerafeddin Kocaman, 1947 yılında Artvin-Yusufeli’nde dünyaya geldi. Lise tahsilinden sonra, 20’li yaşlarının başında, kazandığı, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arap-Fars bölümünde tahsiline devam etmek üzere İstanbul’a geldi. Şerafeddin Bey’in İstanbul’a geldiği yıllar, anarşinin kudurtulduğu, 68 kuşağı denilen Marksist-Leninst zihniyete sâhip genç’lerin üniversitelere hâkim olmaya çalıştığı yıllardı. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nin bulunduğu Beyazid, hergün, zıt görüşteki talebe’nin karşılıklı çatışmaları neticesinde savaş alanına dönerdi.
Şerafeddin Bey, İstanbul’a ilk geldiği aylarda, İstinye’de, İstinye Kur’ân Kursu’nun yurdunda kalıyordu. Henüz o yıllarda, Ortaöğretim ve Yüksek Tahsil Çağındaki talebe’nin kalabilecekleri yurtlar mevcut değildi. Anadolu’dan, İstanbul’daki üniversitelerden birisini kazanıp gelen ve bize müracaat eden talebe sayısı pek azdı. Hatırlayabildiğim kadarıyla, Şerafeddin Kocaman’dan başka, Ahmet Hamdi Başar, Radiş Sözen ve diğerleri.. Ama, hepsi birden onu bile bulmayan sayıda talebe.. Bunlar için, Kayseri’li, Merhûm Süleyman Kuşçulu Beyamca’nın, Cağaloğlu’nda kâin, Nuruosmaniye Caddesi üzerindeki apartmanından bir dâire tahsis edilmişti. (bu buna, hâlen, Yapı-Kredi Bankası Cağaloğlu Şubesi’nin bulunduğu binadır.) Şerafeddin Bey diğer arkadaşları ile birilkte bu daire’de kalmaya başladılar. Cağaloğlu-Sultanahmed, o yıllarda, şimdiki gibi terk edilmiş bir mekân görüntüsünde değildi. 24 saat cabcanlı, cıvıl cıvıl idi. Nuruosmaniye Caddesi üzerinde devasâ Milliyet Gazetesi Binası, bir üst sokak’ta zamanın başat gazetecilerinden Tercüman Gazetesi, bir alt sokak, Şerefefendi Sokağında Sonhavadis Gazetesi, devlete ait Güneş Matbaacılık ve pekçok yayınevi.. 24 Saat, esnaf, berberi, kasabı, manavı, çorbacı dükkanları, tatlıcılar, kahvehâne’ler açık tutulur, müşteriye hizmet verirlerdi. Cağaloğlu’nun her yanından Dev Rotatiflerin-gazete-dergi baskı makinelerinin homurtuları gelirdi. Şerafeddin Bey, buradan, Kapalıçarşı’nın içinden geçerek çok kısa bir müddet zarfında fakülteye ulaşıyor, derslere katılıyor, etrafında meydana gelen talebe hareketlerine hiç karışmıyordu. Bu yıllarda talebe hareketlerinin içinde onlar okullarını bitirememişler, herhangi bir ipe de sap olamamışlardı.
Şerafeddin Bey’i, fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi’nin kurulma ve haftalık, UFUK Haftalık Siyâsî Gazete’nin çıkarılma hazırlıkları sırasında yakînen tanıdım. Fazilet Neşriyat ve Ticaret A.Ş.’nin kuruluş hazırlıkları ve UFUK Dergisi’nin çıkarılma hazırlıkları, Nuruosmaniye Caddesi’ndeki Şerafeddin Beylerin kaldıkları dâire’de yapılıyordu. Şerafeddin Bey ve diğerlerinin, Bakırköyü, Kartaltepe’de, Merhûm İbrahim Makas Bey’in öncülüğünde inşa ettirilen yurt binasına taşınmalarından sonra şirketin ve Ufuk Dergisi’nin resmî adresi Nuruosmaniye 82/3 oldu, daha sonraki yıllarda Anadolu’nun muhtelif yerlerinden İstanbul’daki üniversitelerden birisinin herhangi bir bölümünü kazananlar da, Bakırköy’ü üniversitelerden birisinin herhangi bir bölümünü kazananlar da, Bakırköy’ü Kartaltepe’deki yurt binasında kalırdılar. Bu itibarla, günümüzde sayıları binlerle ifade edilen Ortaöğrenim-Yüksek Tahsil Talebe Yurt’larının ilk örneği Bakırköy’ü, Kartaltepe Yüksek Tahsil Talebe yurdudur.
Haftalık da olsa bir gazete çıkaracaktık, fakat, hiç birimizin gazetecilikle alakalı herhangi bir tecrübemiz yoktu. Bu sahada en tecrübelerimiz olsa olsa iyi bir gazete okuyucusuydu.
Gazetecilik câzip bir meslektir, zaman zaman, Anadolu’dan, malını, mülkünü, çitfini, çubuğunu tasfiye edip gelmiş ve milyonlarını burada batırış hatırı sayılır insanlar vardır. Bizim teşesbbüsümüzü de böyle bir teşebbüs olarak gören, komple gazeteci oldukları iddiasıyla etrafta dolaşan kaltabanlar vardı muhtelif çevrelerden bir şekilde bize ulaşıp, bize hizmet vermek (!) istediklerini söylüyorlardı. Bunlar ba’zılarını, cennetmekân Beyağabey Kemâl Kacar Bey’in huzuruna da çıkardık. Anlattıkları, ne Beyağabey’i ve ne de bizleri tatmin etti. Bunun üzerine, Ufuk’un çıkarılması hususunda hazırlıkların bitirilmesi ve bir an evvel çıkarılması hususunda bendenizi tam yetkili olarak vazifelendirdi.
Öncelikle, bir beyânname verilmesi gerekiyordu. İstanbulValiliği ma’rifetiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğüne verilmesi gereken beyânnâme’de meckute’yi çıkaracak olan zât ile, Yazıişleri Müdürü’nün nüfus ve ikâmet bilgileriyle belgeleri eklenerek gösteriliyordu. Mevkûte sahibi için herhangi bir tahsil şartı aranmazken, yazıişleri müdürlerinin enaz lise m’zunu olmaları şart koşuluyordu. Bu kabil dergilerde, fiîlen çalışmadığı halde lise me’zunu birisi gösteriliyor, dergiyi fiîlen başkaları çıkarıyordu.
Şerafeddin Bey’e fiîlen çalışmak kaydiyle yazıişleri müdürlüğünü teklif ettim, fiîlen çalışmak kaydiyle kabul etti.
“Fiîlen çalışmazsam, hariçten mes’ûliyet nasıl kabul ederim. dedi.
Beraber çalışmaya başladık, kısa bir müddet o zamanlarda bugün ve Bâbıâlî’de Sabah Gazetesi’nde çalışan, İsmail Oğuz, Ali Taban, İlhan Ezik gibi arkadaşlardan teknik yardım aldık, Şerafeddin Bey kısa bir müddet zarfında gazetecilikle alakalı mevzuları kavradı.
Dizgi, tertip ve baskı te’sislerimiz yoktu, arka sokağımızda devlete ait Güneş Matbaacılık vardı, çıfıt çarşısı gibi bir yerdi, dizilen, basılan gazete ve dergi sayısını matbaa idarecileri bile bimezdi. Hangi gazete-dergi’nin ne zaman dizileceği, tertip edileceği ve basılacağı belli değildi. Bu şartlar zâten zor ve meşakkatli bir iş olan gazeteciliği daha da zorlaştırıyordu. Diğer taraftan, gazete’de çıkan haber ve yazıların cezâî ve mâlî me’ûliyeti Yazıişleri Müdürü’ne, yâni Şerafeddin Bey’e aitti. Meşhûr, T.C.K’ununun 163. maddesi mer’iyetteydi, basın savıları, bırakınız, makale ve haberleri, halk sütununda, “İslâm en doğru ve hakîkî yoldur” tarzındaki ifadeler için bile ta’bikata geçiyor, “dîni siyâsete âlet ettiğimiz” iddiasıyla dâvâ ikâme ediyordu. Beher yazısı Basın Savcılarına saç-baş yolduran Merhûm Üstad Necip Fazıl Kısakürek haftada en az bir yazı olmak üzere Ufuk’ta yazıyordu. Günün şartlarında böylesine bir Dergi’de Mes’ûl Yazıişleri Müdürü olmak cidden cesâret ve mertlilik isteyen bir işti, Merhûm Şerafeddin Bey’de de bu cesâret ve mertlilik ziydesiyle mevcuttu.
Şerafeddin Bey’le mesâî yaptığım yıllar benim için hayatımın müstesnâ yıllarıydı.
Şerafeddin Bey okulunu bitirdi, aldığı eğitime muvfık bir işte ilerlemek istiyordu. Kültür Bakanlığı’nda, Süleymaniye Kütüphane’sinde vazife’ye başladı. Kütüphane ‘cilik’te Süleymaniye’de kariyer önemliydi. 1974-1981 yılları arasında Kültür Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra bir müddet özel sektör’de yine neşriyat ve kültür işlerinde hizmet verdi. 1991’de yeniden Kültür Bakanlığı’na, fakat bu sefer Bayezid Devlet Kitapları Kütüphane’sine döndü. 1991-1997 yılları arasında bu Kütüphane’de müdür muavini, 1997’den emekli olduğu, 20 Mayıs 2009 tarihine kadar da müdür olarak burada hizmet verdi. Kütüphâneler, karanlık ve soğuk birer kitap deposu, Kütüphane me’murları da abûs suratlı, çatık kaşlı birer devlet me’muruydular.
Yeni nesil kütüphane’ciler, Şerafeddin Bey ve arkadaşları, Kütüphane’leri soğuk ve karanlık kitap depoları olmaktan çıkardılar. Recepsiyon me’murundan müdürü’ne hepsi güleryüzlü, mültefid, i’timad telkin eden birer hizmet eri olarak genç bilim adamlarına, araştırmacılara, meraklı’lara hizmet verdiler. Evlerinde bile bulumadıkları sıcak bir ortamı burada yakalayanlar, neredeyse Kütüphane’leri ikinci adresleri haline getirdiler.
Tarihimiz, devletimizin yüzakı, Mefâhirimiz, nâdide eserlerimiz, yazma ve basma kitaplarımızı emânet ettiğimiz, kütüphanecilerimize kâfi değeri verdiğimize inanmıyorum. Bu fedâkâr insanlar, aslında Merkez Bankamızda, altın ve döviz rezerv’lerimizi teslim ettiğimiz insanlardan daha ağır bir mes’ûliyet altındadırlar. Merkez Bankası nezdindeki altınlar, dövizler bir şekilde zayi edilse telâfisi mümkündür, fakat kütüphanecilerin himâyesindeki, pek çoğu için söylüyorum- dünya4da tek bir nüshadır, zayii halinde telâfisi mümkün değildir. Özel uzmanlık alanı kabul edilmeli, çalışanların özlük hakları yeniden devletimizin imkânları ölçüsünde değerlendirilmelidir.
Şerafeddin Bey, geçtiğimiz yıl Ramazan Bayramı’nda rahatsızlandı. Son üç ayı çok zor şartlarda geçti, inşãallah! çektikleri, keffâretü Zünûp ve Terfi-i Derecesi’ne sebep olur.
20 Aralık 2009 günü Rabbi’mizin “İrcî emrine ittibâen Hakk’a yürüdü. Ahirete teşcî (uğurlama) için, Akrabâ ve taallukat’dan, Kültür Bakanlığı, Kültür İl Müdürlüğü’nden, İstanbul’da bulunun Kütüphane’lerden, Süleyman Efendi Hazretleri’nin talebe’sinden, Edebiyat ve Yayın âleminden Cem–i Gafîr (Çok büyük bir kalabalık cemaat) Sahra-yi Cedid Cami’nde hazır bulundu. Cenaze namazını Süleyman Efendi Hazretleri’nin ilk talebesinden muhterem hocamız Hasan Arıkan Hoca kıldırdı. Sünnete uygun, bütün gerekler yerine getirilerek ikâmetgah’ının karşısında bulunan Sahra-yi Cedit Mezarlığı’nda ebedî istirahgahına, Allah’ın rahmetine tevdi edildi.
Aziz Kardeşim Şerafeddin Bey’e Rabbi’min vâsî rahmetini niyaz ederken, Hanımefendisi, Kıymet Hanıma, kızları Elif ve Ayşegül hanımlara, damatları, Bülent ve Timur Bey’lere ta’ziyetlerimi sunarım.
Yorumlar