(Eski kavimlerin çoğu sihre inanırlardı. Bu yüzden sihir, dinî inançlarla tamâmen karışmış durumdaydı. Bu sebeple sihirbazlar halkı kandırıyorlardı.)
SİHR’İN ÇEŞİTLERİ:
Keldânî’lerin Sihri, bunlar yıldızlara taparlar, kâinatı idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve şerrin onlardan geldiğini, semâvî güçlerin yerdeki güçlerle birleşmesi sonucu mu’cize’ler meydana geldiğini söylerlerdi. Bunları irşad için Allah, Hz.İbrahim’i gönderdi.
Bunlar da, kendi aralarında üç fırkaya ayrılırlar:
1- Eflâk ve yıldızların ebedî olduğunu söylerler ki onlara “Sâibe” denilir.
2- Eflâk’ın ulûhiyetine inanırlar. Bunlar her bir felek için yerde bir put yapmış ve ona hizmet etmiş putperest’lerdir.
3- Eflâki ve yıldızları yaratan birisi olduğunu ve bunun onlara yeryüzünü idare etme hakkını verdiğini söyleyenler. Bunlar yıldızları aracı kabul ederlerdi.
RUH GÜCÜNE DAYANILARAK ORTAYA KONULAN SİHİR:
Buna göre, insan ruhu tasfiye ile icadetme, öldürme, diriltme, bünye ve şekilde değişiklik yapma gücüne ulaşır.
Ruhânî varlıklardan faydalanılarak yapılan sihir; Muska yapmak ve cin’lerden yardım almak gibi şekillerle uygulanır.
Göz boyamak şeklinde yapılan sihir; Hokkabazlık, el çabukluğu ve benzeri davranışlar gibi...
Müfessir’ler, İslâm âlimleri, sihrin birinci ve ikinci şekline inananların kâfir olduklarında ittifak etmişlerdir. Ancak, âyet-i Kerime’de beyan buyrulduğu şekilde, yaratıcının, Allah-u Teâlâ olduğuna inanarak ve asla kötülükte kullanılmamak şartıyla, sihir ilmini öğrenmekte bir beis yoktur. Yahûdiler arasında büyü yaygın idi. Bu yüzden Haz.Süleyman’ın büyük bir büyücü olduğunu, hükümdarlığı büyü ile elde ettiğini, hayvanlara ve cinlere hükmettiğini söylerler ve buna inanırlardı. Hazreti Süleyman Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber olarak tanıtılıp kıssa edilirse, “Hâşâ! Muhammed Süleymanı Peygamber sanıyor, halbuki o bir büyücüdür,” dediler.
MUAVVİZETEYN, (FELAK VE NÂS SÛRE’LERİNİN İNDİRİLİŞ SEBEBİ):
Medine-i Münevvere’de, Lebîd İbn-i A’sam isimli bir Yahûdî Sevgili Peygamber’imiz Haz. Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz için, 11 düğümlü, bir sihir (büyü) yapmış olup, Medine yakınlarındaki Zervan Kuyusu’na atmıştı. Normal şart’larda bulunması, (eğer herhangi bir i’tiraf sözkonusu olmazsa) neredeyse, imkânsızdı. Zaman içinde Sevgili Peygamberimiz, bu sihir’den çok ciddî bir şekilde müte’essir oldu. Ruhî ve bedenî rahatsızlıklar zuhur etti. Bunun üzerine, Cebrâil aleyhisselâm, 11 âyetten oluşan aşağıda meâllerini vereceğim, iki sureyle birlikte indi.
“De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım.” (Felak 113/1, 2, 3, 4, 5.)
“İnsan’ların kalplerine vesvese sokan, (İnsan Allah’ı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hâkimine) insanların İlâhı’na sığınırım.” (Nâs 114/1, 2, 3, 4, 5, 6.)
Cibril-ü Emîn, bu sûrelerle birlikte, Yahûdî Lebîd İbn-i A’sam’ın, sihrini gizlediği yeri, Zervan Kuyusunu da haber vermişti.
Haz.Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Haz.Ali ve Talha’yı, ba’zı rivâyet’lerde ise, Haz.Ali ile Haz. Ammar İbn-i Yâsir’i, sihri bulup getirmeleri için Zervan Kuyusu’na gönderdi.
Getirdiler, 11 düğümden oluşmuş bir şeydi. Resûl-i Ekrem sure’lerin âyet’lerini bir bir, okumaya başladı. Her bir âyet okununca bir düğüm çözüldü.
Resûl-i Ekrem Efendimizin ağrıları dindi. Rûhî ve bedenî sıkıntıları zâil oldu. Muavvizeteyn, (Felak ve Nâs Sûreleri) ya da, Muavvizât, (İhlas Suresiyle birlikte, Felak ve Nâs Sûre’leri) önce Fâtiha Sûresi ve Âyete’lkürsî okunduktan sonra, İhlas Suresi üç kerre okunur, Felak ve Nâs Sure’leri, sık sık, okunursa, Cenab-ı Hakk’dan şifa dilenirse, biizni’llâh! Rûhî ve bedenî rahatsızlıklar zâil olur.
Şeytan ve cin’lerin tasallutundan, sihir yapanların sihrinden, kötü gözle bakanların nazarından kurtulmak için de, Muavvizât Sûre’lerinin sık sık, okunması lâzımdır.
Farkında olarak, Revâtip sünnet’lerden, (her gün kıldığımız beş vakit farz namaz’ların öncesinde ve sonrasında kılmakta olduğumuz sünnet’lere “Revâtip Sünnet’ler” denilir ki, (tertip’li olarak kılınan ve terk edilmeyen sünnet’ler demektir.) iki rek’atlı sünnet’ler ki, Sabah Namazının farzından önce iki rek’at, öğle namazının farzından sonraki iki rek’at, akşam namazının farzından sonraki iki rek’at, yatsı namazının farzından sonraki iki rek’at sünnet’lerde, Fâtiha’dan sonra muavvizeteyn, (Felak ve Nâs Sûre’leri) okunursa, 24 saatlik zaman diliminde, Allah, şeytan’ların, cin’lerin ve kötü niyetli insan’ların nazarından ve şerrinden korur.
Cibril-ü Emîn, Peygamber’imize geldi ve şöyle haber verdi:
Cin’lerden, İfrit, senin için çeşitli hile ve desise kurmaktadır; Geceleri yatağına girdiğinde, muavvizeteyn’i, (Felak ve Nâs Surelerini) oku, dedi.
Âişe Vâlidemiz radiya’llâhu anhâ buyurdu ki, “Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem, vücudunun herhangi bir yerinden şikâyeti olduğunda, önce İhlas Sûresi’ni, sonra da, muavvizeteyn’i okur ve sağ elinin içine, avuç’una, üfler, şikâyet ettiği yeri sağ elinin içiyle, avucuyla mesh’ederdi.
Osman İbn-i Ebi’l-As es-Sekafî radiya’llâhu anh, Resûlüllah’ın huzuruna gelmiştim. Üzerimde beni rûhen ve bedenen iptal edecek, şiddetli ağrılarım vardı. Resûle’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki, “Sağ elini ağrıyan yerine koy, yedi kerre “Bismillâhi, Euzü bi’izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ Ecidu.” (Allah’ın adıyla, Allah’ın kudreti ve izzeti şanıyla, beni bulan, benim bulduğum, şey’lerin şerrinden sığınırım.)
Peygamber’imizin ta’rifini aynen yaptım ve Allah bana şifa verdi.
Yine Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, sefere çıktığında, şöyle buyurdu:
“Ey yeryüzü! Benim ve senin Rabbin Allah’tır! Senin şerrinden, senin içindekilerin şerrinden, senden çıkacak olanın şerrinden, senin üzerinde hareket halinde olanların şerrinden Allah’a sığınırım. Ve yine aslandan, kara yılandan, çıyan ve akrep’ten bu beldenin sâkinlerinden, doğuranın, doğanın şerrinden Allah’a sığınırım.”
İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ, Resûlüllâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bütün ağrılar’dan ve sıtma hastalığından kurtulmamız için şu du’a’yı öğretti. “Kerîm olan Allah’ın adıyla, yüksek kan basıncından, (yüksek tansiyon), yüksek ateşin şerrinden azîm olan (azemeti yüksek) Allah’a sığınırım.” “Bismillâhi’l-Kerîm, Euzü Billâhil’Azîm, Minkülli arkın Ne’âârin ve minkülli Şerri harr’in-Nâr.”
Burada bir mu’cize’ye işâret etmek isterim. Günümüzde tıbbın ziyâdesiyle meşgul olduğu, insanlar üzerinde telâfisi imkânsız hasarlara sebebiyet veren iki hastalık, şüphesiz, yüksek kan basıncı (yüksek tansiyon) ve yüksek ateş’tir. Bir türlü düşürülemeyen yüksek tansiyon eğer ölüme sebebiyet vermemişse, beyin kanamasına, felç’lere sebep olmaktadır. Hele, çocuklar’da yüksek ateş’in sebebiyet verdiği hastalıklar saymakla bitmez.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Her kim, hastanın yanına girdiğinde, eğer hasta Sekerât-ı Mevt halinde değilse, ölüm halinde değilse şöyle desin; “Eselüllah el-Azîme Rabbü’l-Arşı’l-Azîm, en yeşfîke,” (Arş-ı Azîm’in Rabbi olan Azîm Allah’tan sana şifa vermesini isterim.) Bu du’a’yı yedi kerre tekrarlarsa Allah’ın izniyle o hasta şifa bulur.
Haz.Ali Kerreme’Allâhu Vechehû’dan rivayet edilmiştir:
Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem bir hastayı ziyaret ettiğinde; “İzhebi’l-Be’se Rabbu’n-Nâs Eşfi Ente’ş-Şâfî Lâ Şâfî İllâ Ente”. “Ey insan’ların Rabbi, kötülüğü (hastalığı) gider. Sen şifa ver, Sen’den başka şifa verecek yoktur.”
Yine İbn-i Abbas’tan rivayet edilmiştir. İbn-i Abbas demiştir ki:
Resûl-i Ekrem, torunları ve göz bebekleri Hasan ve Hüseyin için Allah’a sığınır ve şöyle derdi. “Üîzübikümâ Bikelimati’llâhi’ttâmmeti minkülli şeytanin ve hâmmetin ve minkülli aynin Lâmetin”. (Her bir kötü gözden, zehir’den zehirli yılan-çıyandan ve her bir şeytan’dan, Allah’ın Tâmme Kelimatıyla sizin için Allah’a sığınırım).
YORUMCU’LARLA HASBİHÂL:
Sami rumuzuyla yorum yapan, Sami’nin yorumuna katılan Hafızalioğlu rumuzlu değerli Kardeş’lerime! Yazılarımda, açıkça ve sarâten, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’in hangi Mübârek Zât olduğunu belirtmiş olmama rağmen, “Kim bu zat açıklasanız da bilsek” demeniz tarafımdan anlaşılamamıştır.
Yalancıların, sahtekâr’ların asrı olan bu asır’da, bütün yalancılar, bütün sahtekâr’lar, mevcud bütün televizyon kanallarında hep bir ağızdan bağırsalar ne yazar? “Bozacı’nın şâhidi şıracıymış,” denilmiştir. 15. Asr’ın müceddidi’nin şahidi Cübbeliyse, tam ma’nasıyla “Kefânî Yekfûk” hikâyesine benzer. (ta’birin ne demek olduğunu, Arapça bilen birisine sorarak anlayabilirsiniz. Belki size hikâyesini de anlatır.)
“Dünya İlim Adam’ları Kongresi” diyorsunuz. Kongreler, delegasyonlar tarafından toplanan büyük kurultaylardır. Hele, bir de adına “Dünya Kongresi” derseniz, dünya’dan, özellikle İslâm Dünyası’ndan, İslâm âlimlerinin kendi aralarından seçtikleri temsilciler, delegeler olmalıdır. Bu kongreye katılanlar, hangi ülkelerin İslâm Bilim Adamları tarafından seçilmişlerdir, kimleri temsil etmektedirler? Bunların ilmî mertebeleri nedir? Mezhepleri, meşrebleri nedir? Tasavvuf vâdisinde Seyr-i Sülûkleri var mıdır?
Yoksa, yüzbinlerce Müslümanı tokatlayarak, Ege sâhillerinde, “Seferî’yiz,” ma’zeretine sığınıp, oruç kaçkını Müslümanları ağırladığı, 5 yıldızlı bir otel alan, şimdiler’de İstanbul’da, sakallı-şalvarlı kardeşlerimiz için, karsoniye devremülk pazarlayan, müthiş pazarlamacı bir zât-ı Muhterem’in oyunu mudur? Mürşid-i Kâmiller, müceddid’ler, Nasib-i Ezelî’leriyle, Tensib-i İlâhî ile Alem-i Ezel’de takdir edilir, zamanları geldiğinde de, fiîlî vazifelerine başlarlar. Yoksa bütün dünya’nın insanları bir araya gelseler de “Şu adam mürşiddir, müceddid”dir,” deseler. Allah takdir ve tensip etmemişse, ne mürşid ne de müceddid olur.
Bu vâdîde size söyleyeceğim son söz, Ezelî Takdîr ve Tensib-i İlâhî ile vermemişse Ma’bud, neylesin Mahmud!...
Pek Muhterem Mehmet Yetim Beyefendi. Çok haklısınız. Bendeniz, kısa yazılar, fıkra’lar yazmıyorum. Araştırma yazıları, uzun makaleler yazıyorum. Haftada ancak, Pazartesi ve Cum’a günleri olmak üzere, iki gün yazıyorum. Ehemmi mühimme tercih zımnında, insicamın bozulduğu bir vâkıa’dır. Daha dikkatli olmalıyız, çok teşekkür eder, selâm ve hürmetlerimi arzederim...