Şöhreti Ülkemiz Sınırları Dışına Taşan Tanınmış Kalp Cerrahı, Entelektüel İlim Adamı
Prof. Dr. BİNGÜR SÖNMEZ
Mutluluk ve Sağlık Formülünü Okuyucularımızın İstifâdesine Sunuyor:
ANDERALİN VE ENDORFİN DENGESİ…

YAZARLARIMIZ OĞUZ ÇETİNOĞLU VE M. KEMAL SALLI SORDU,
PROF. SÖNMEZ, BÜTÜN SAMİMİYETİ İLE CEVAPLANDIRDI.
(FOTOĞRAFLAR: M. KEMAL SALLI)


- ‘Kâinatın en şerefli yaratılmışı’ olan insanın, en hayatî organı olan kalp üzerinde operasyon yaparken neler hissediyorsunuz?


Prof. Dr. Bingür Sönmez: Bana sıklıkla şu soruluyor: ‘Siz ölümle hayat arasındaki ince çizgide koşarak giden bir doktor olarak talihe inanıyor musunuz?’
Cevabı çok basit.Ben talihe inanmaktan öte bu işi yaparken talihle bütünleşiyorum. Mevlevi dönerken, nasıl döner? Bir eli yukardadır, bir eli aşağıdadır. Esprisi nedir? ‘Tanrıdan alıyorum, bedenimden geçiriyorum ve toprağa gönderiyorum.’
Alevi dede semah yaparken ne yapar? Bir eli yukarıdadır. O da Allah’tan alır, vücudundan geçirir, toprağa gönderir. Hep Tanrı’dan bir şeyler alınıp vücuttan geçirilir ve toprağa gönderilir. Ben ameliyat sırasında, ameliyat masasının bir lambası varır. Lambanın bir sapı vardır. Bu ameliyat masası lambasının sapını tutarken bir an kendimi o dönen derviş gibi veyahut semah yapan Alevi gibi hissederim. Sanki yukarıdaki lambadan aldığım enerji vücudumdan geçer ve o esnada diğer elim hastanın üzerindedir. Bir an öyle hissederim ki, yukarıdan bir şeyler geliyor, bedenimden o hastaya geçiyor. Ona can veriyor muyum? İnanın, bunu bâzen hissediyorum; yâni ona can vermeye ben vesile olduğumu hissediyorum. Diyorum ki; ‘Ben Tanrı ile bütünleşiyorum burada…’
Allah’ın beni buna vesile ettiği için de büyük minnet duyuyorum. Bu bir Tanrı vergisidir.
Ben okulda çok başarılı öğrenci değildim. Önümde öğrenciler vardı. Önümde çok asistan arkadaşlarım vardı. Önümde çok değerli uzman arkadaşlarım vardı. Ben çok zeki bir insan da değilim, çok akıllı da değilim, ama çok çalışkan bir öğrenciydim. Çok çalışıyorum, ama bazen
görüyorum ki bu ameliyat başarıyla bitti. Fakat burada benim el becerim, ilmim buna yeterli değildi aslında. Bu arada bir fark var, boşluk var. Bu boşluğu dolduran bir güç var. Ben o gücü derinden hissediyorum zaman zaman. Hep dua ediyorum ki o güç hiç eksilmesin arkamdan. 

- Tıp ilminin hedefi ne olmalı? Sağlıklı standart süreli bir ömür mü, giderilebilir sağlık problemleri ile birlikte çok uzun bir ömür mü?

Sönmez: Hekimler Hipokrat'ın değil, Gılgamış'ın torunlarıdır. Hep “ölmez otu”nu arıyoruz.

- Gılgamış “ölmez otu”nu bulmuş mu?


Sönmez: Bulmuş. Fakat bir yılana kaptırmış. Gılgamış’a nasip olmamış. Biz de Gılgamış'ın “ölmez otu”nu arıyoruz.
Bulursak biz mi yararlanacağız? Hayır. İnsanlarla bölüşeceğiz. Fakat esasındaki gibi bulsak bile yararlanamayacağız. Yararlanmak da şart değil. İnsanlar ölmeli! Hayat bir yerde bitmeli. Diğer canlılar gibi bitmeli yerine başkaları gelmelidir.
Şöyle bir şey düşünün: Yüzelli yaşına gelmiş bir insan, hiç bir arkadaşı kalmamış, konuşacak hiç bir şeyi kalmamış.. O günkü hayat şartlarına adapte olamıyor. Telefon kullanamıyor, televizyondan anlamıyor, CD player nedir bilmiyor, otomobil kullanamıyor.. Bu insanın yaşamasının bir anlamı var mı? Hayır. İnsanlar topluma verimli olduğu sürece, diğer insanlara yük olmadığı süre ile sınırlı olarak yaşamalı.
Bu hayat, benim öğrencilik yıllarımdaki kadar kısa olmamalı tabii. 60'lı yıllardan sonra, 70'li yılların başında tıp fakültesinde öğrenciyken; erkeğin yaş ortalaması elli, kadının yaş ortalaması 55 idi. Biliyorsunuz, Mustafa Kemal 57 yaşında öldüğünde yaşamış, öldü zannettik.
Dünyada geçen yıl ortalama insan ömrü erkeklerde 70, kadınlarda 75 idi. Günümüzde kadınlar 76 olmuş. Giderek yaş standartları yükseliyor. Şöyle bir etrafınıza bakın. Çocukluğumuzda 50-60 yaş civarında çok yaşlı insanlar vardı. Şimdi öyle değil. 50-60 yaşında insanlar hayatın zirvesine tırmanmak üzereler. 80 yaşında çok insan var etrafımızda. Biz ülke olarak bu yaşlı insanlara hizmet etmeye ve bakmaya müsait değiliz. Bugün hemen her evde bir yaşlı insan var. Bazen iki yaşlı insan var ve birçoğu bakıma muhtaç. Alzheimer olanı var, ortopedik özürlü olanı var. Onların yaşamaktan çok fazla zevk aldıklarını zannetmiyorum. Çocuklarına yük oldukları için çok büyük üzüntü duyuyorlar. İnşallah toplumumuz da batı ülkelerindeki gibi o insanlarımıza hizmet verebilirler.

HUZUREVLERİ, YAŞLILAR İÇİN UYGUN BİR ÇÖZÜMDÜR…


Şundan utanmamalıyız: Ben anneme babama bakamıyorsam, evde perişan olacağına bir bakım evine götürürüm. Sabah akşam ziyâret ederim, haftada bir ziyâret ederim. İhtiyaçlarını görürüm. O zaman daha çok mutlu olur. Yaşındaki insanlarla beraber olur. Onu sinemaya götürürler, onu eğlendirirler. Bakımevinin bir bahçesi vardır, bahçesine çıkar, ağaçları sever. Eğer yatalaksa, ona müzik dinletirler, onu severler, onun bakımını yaparlar. Benim evde veremeyeceğim hizmetleri verirler. Bir defa yeni nesle bunu öğretmemiz lazım ve yaşlılarımız da bunun baştan savmak olmadığını, doğrusunun bu olduğuna inanmalılar.
Ben çocuklarıma şimdiden vasiyet ediyorum. Ben bakıma muhtaç olursam, sakın beni annenizin bakımına muhtaç bırakmayın. Hizmetçilerin bakımına bırakmayın. Özel bir bakım evine götürün.
Param var, imkânım var. Özel bakım evinde bana bakılsın.
Yaşlılarımıza şimdiden söylüyorum: Bunu kabul ettirelim. Yaşlılarımız bilsinler ki, onlara bu özel bakım evlerinde daha iyi bakılır. Evde çoluk çocuğun veya Moldavyalıların elinde kalmasın. Çocuklarımız da bunu bir ayıp gibi düşünmesinler. Doğrusu, onlara bunu öğretmeliyiz.
Şimdi görünen o ki, önümüzdeki 50 yıl içerisinde, ortalama insan ömrü yüz yaşın üzerine çıkacak. Bakın şuan 70-71. Bir kaç senedir yaş artmış durumda. Hele genetik mühendisi arttıkça insanların ömrü uzayacak. Fakat demin bir cümle kullandınız: ‘sağlıklı ve muhtaç olmadan yaşamak.’ Herhalde yüz yaşına gelene kadar sağlıklı olabileceğiz, ama yüzün üzerinde o sağlık biraz sıkıntıya girecek. Ben yüz yaşını aşıp da ölmeyi arzu etmiyorum.

- ‘İnsanoğlu, kimsenin ölmeyeceği bir ortamda yaşamaya hazır değil’ diyorsunuz?


Sönmez: Değil!

- Dünyamız, 100-200 veya daha uzun süreler yaşayacak olan insanları maddeten tatmin ve mânen mutlu edecek donanıma sâhip mi?

Sönmez: Hayır, değil! Efsânelerde şöyle şeyler geçiyor: filan peygamber 500 yıl yaşadı, filan peygamber 280 yıl yaşadı.. Hayır! Aslında o kadar yaşamamışlar.. Dünya o kadar yavaş dönüyormuş ki, insanlara öyle gelmiş, öyle hissetmişler. Yoksa onlar da 50, 55, 60 yaşında vefat etmişlerdir. Efsâneye 500 yıl diye geçmiş. Şimdi dünya o kadar hızlı dönüyor ki… Bir bakıyorsun 20 yaşındasın, bir bakıyorsun 50 yaşındasın, bir bakacaksınız 80 yaşına gelmiş olacaksınız. Dünyada insanlar o kadar hızlı yıpranıyor ki…
Bakın dünyada medeniyetler kaybolmuş. Bir sene içinde mi kaybolmuş? Hayır. O sırada 7 sene üst üste kıtlık olmuş, hiç yağmur yağmamış. Büyük göçler olmuş ve Mısır medeniyeti kaybolmuş. Bir takım felaketler olmuş. Avrupa’nın üstüne yanardağ bulutu gelmiş. İki yıl, üç yıl insanlar hiç tarım yapamamış ve açlıktan ölmüşler.
Şu an küresel ısınma çok büyük felaketlere gebe. Bir kaç yıl mı? Hayır. 50 yıl, 100 yıl, 200 yıl… 6-7 milyon yaşında olan bir dünya için 50 yıl, 60 yıl fazla bir zaman dilimi değil. Fakat eninde sonunda dünyanın da sonu insanlar gibi yaşlılık dönemine girecek. Kıtlıklar olacak, su olmayacak, hava olmayacak. Nasıl Orta Asya’dan, Afrika’dan bütün dünyaya göçler olmuş. Artık dünyadan bütün gezegenlere göçler olacak. Oynayan film, milyon yıllık film yâni. Baştan sonra altmış dakika değil.
Bunları yaşayacağız.

MUTLULUĞUN REÇETESİ: ADRENALİN – ENDORFİN DENGESİ…


- Huzurlu bir hayat, berâberinde sağlığı getirir mi?


Sönmez: Vücudumuzda bazı hormonlarımız var. Bunlar yaşamamızı sağlayan hormonlar. Bunlardan bir tanesi adrenalin. Şimdi siz benim karşımda ayakta durabiliyorsanız, benimle konuşabiliyorsanız adrenalin hormonunuz oluğu için. Adrenalin hormonunun bittiği yerde hayat
bitiyor. Nabzımızı sağlayan, tansiyonumuzu sağlayan, heyecanımızı sağlayan, mutluluk salgılayan hormonlardan biri adrenalindir. Şimdi biz bunu öğütüyoruz. Heyecan, stres, üzüntü kahır sırasında adrenalin hormonu artıyor. Heyecanlandığımız zaman ne olur? Nabzımız daha hızlı artar, tansiyonumuz yükselir, başımız ağrır, suratımız kıpkırmızı olur. Bunlar adrenalin hormonunun zararlı tarafları. Demek ki, adrenalin hormonu belirli bir seviyede olursa mutluluk getirir. Adrenalinin fazlasının zararlarından korunmalıyız.
İkinci hormonumuz da endorfin. Bunu da vücudumuz salgılıyor. Biz bunları dışarıdan alamıyoruz; yiyerek, içerek alamıyoruz. İyi
bir müzik dinlediğimiz zaman, ibâdet ettiğimiz zaman, güzel bir yemek yediğimiz zaman, güzel, iyi insanlarla sohbet ettiğimiz zaman endorfin hormonumuz artıyor. Endorfin hormonumuz, adrenalinimizin tamamen tersine, nabzımızı yavaşlatıyor, tansiyonumuzu düşürüyor, damarlarımızı genişletiyor. O zaman, vücudumuzda adrenalin ve endorfin dengesini endorfin lehinde geliştirebilirsek, mutluluk hormonumuz fazla olursa, daha uzun ömürlü olacağız kesinlikle.
Mutluluk endorfin hormonunu sağlar. Vücudumuzun yararlı hormonudur. Stres, sıkıntı, üzüntü adrenalimizi artırır ve ömrümüzü törpüler. İkisi de alışkanlık yapar. İnsanlar neden hızlı araba kullanırlar? Neden korku filmi seyrederler? Neden yüksekten atlarlar? O anki adrenalin onlara çok büyük mutluluk verir.
Endorfin de olumlu yönde mutluluk verir. Olumlu yönde bizim hayatımızı etkiler.
O yüzden endorfinimizi artıralım. Yürüyüş yapalım, müzik dinleyelim, âşık olalım. Bin çeşit aşk var. Sadece karşı cinse âşık olmak değil; eşinize âşık olabilirsiniz, okumaya âşık olabilirsiniz…
Müziğe âşık olabilirsiniz, çocuklarınıza âşık olabilirsiniz, kendinize âşık olabilirsiniz. Bunlar sizi mutlu etmek için yeterli olan sevgiler.

- İnsanoğlu; ‘Enel Hak / Hak benim içimde’ diyen Hallac-ı Mansur’u kendisine örnek alarak; ‘Enel Huzur’ diyebilmek için hangi formülü uygulamalı?

Sönmez: Desem ki, ‘adrenalin seni yiyor’… ‘Ne yapayım? Bedenimden çıkıyor’ diyeceksin. Onun için, huzur için endorfinini yükselteceksin. Endorfin yükselirse, ömrümüz uzun olacak, sağlıklı olacağız.
Tabi önleyemediğimiz şeyler var. Genetiğimizde yazılı bir takım hastalıklar var. Yani,
hani ‘alın yazısı’ diyoruz ya, aslında alnımıza değil de genlerimize yazılmış, DNA' larımızın üzerine yazılmış bir şeyler var. Mesela benim DNA'mda kalın bağırsak kanseri olacağım yazılıysa, bu olacak. Ama erken yaşta, ama geç yaşta. Olmaması için yapacağım bir takım şeyler var. Lifli gıdalarla besleneceğim. Tuvalet alışkanlığıma dikkat edeceğim. Bunun yanında elli yaşından sonra mutlaka bir kolonoskopi yaptıracağım. Böyle bir durum varsa erken müdâhale edilecek. Hani olayı geciktirici, uzaklaştırıcı şeyler yapılabiliyor. Fakat bunlar ölümsüzlüğü aramak için değil, sağlıklı yaşamak için olmalı.
Genetik haritamız çıkarılabilir, bir takım genetik problemlerimiz düzeltilebilirse, her türlü hastalığı önleyebileceğiz. Tabîi tıp değişik bir safhaya girmeye başladı.
Şimdi anne meme kanseri. Genç bir kız var, 20-22 yaşlarında. Bir genetik araştırması yapılıyor, kızında da meme kanseri var. Daha doğrusu ihtimali var. Ne yapılacak? Memesini alacak mıyız kızın? Çok zor bir karar. Veya anne-baba kolon kanserinden vefat etmiş. Genç bir insana bakıyorsunuz ki kolon kanseri geni var. Bunu değiştiremeyiz doğduktan sonra. Peki, kalın bağırsağın hepsini alalım mı? Tıp değişik bir safhaya giriyor. Artık sanal ortamlara girmeye başladık. Huzur da sanal. ‘Huzur benim içimde’ dediğimiz gün, gerçekten huzurlu olacağız, kalp sağlığı açısından. Fakat kanser…
Orada durum farklı. Kanserde de stresin çok önemli rolü olduğunu biliyoruz. Dünyanın insan sağlığı açısından geleceği genetik mühendisliğinde bitecek.

- Huzurlu bir hayat için formül şeklinde söylenecek bir şey var mı?


Sönmez: Bir defa annemizi babamızı seçemeyiz. Yani kötü bir ailede doğmuş olabiliriz. Devamlı
kavga içinde olan bir anne baba olabilir. Bu şartları değiştiremeyiz. Fakat iyi bir evlilik yapmak
insanın ömrünü uzatır. İyi bir meslekte çalışmak, iyi bir meslek seçimi insanın ömrünü uzatır, çok
iyi evlat ve anne-baba ilişkileri ömrü uzatır, çok iyi bir ülkede yaşamak ömrü uzatır. Bunlardan
hangisini yapabiliyoruz? Bu saydığım beş maddeden belki sadece iki tanesini yapabiliyorsak o bize yeterlidir. Bu beş maddeden beşini bir araya getirmek hakikaten imkânsız. En azından iki tanesini tutturabilirsek iyi bir evlilik, iyi bir iş… Çocuklarla problem olabilir mi? Hepimizin çocuklarıyla problemi vardır. Fakat onlar büyüyünce belki düzelecek.. Eğer iyi bir eşiniz varsa, iyi bir işte çalışıyorsanız, ülkenin şartlarıyla barışıksanız… Tabi ki daha huzurlu, daha mutlu olacaksınız.
Fakat eğer evde hır gür, işyerinde hır gür, ülkeyle probleminiz var, siyasîlerle probleminiz var… O zaman işiniz zor. Beslenme en arkada geliyor. Bütün bu olumsuzluklar içerisinde iyi beslenmeseniz de olur. Zâten bütün felaketler kapınızda demektir.

- Belki sabırlı olmak, sağlıklı ve huzurlu olmak için diğer şartlara ilave edilebilir…


Sönmez: Tabîi… Sabır, tevekkül bunların en başında gelen şeylerdendir. Sürekli isyan etmek, Sürekli kavgacı olmak, sürekli eleştirel olmak, bunlar işte o adrenalimizdir, içimizde bizi kemiren kurttur.

- Çağımızda stressiz olmak mümkün değil. Fakat bu arada ‘stresi yönetmek’ diye bir yöntem var…


Sönmez: Evet, özel psikolojik destekler var. Stresin yönetimi mümkündür. Özellikle üst düzey yöneticilere, iş adamlarına böyle kurslar veriliyor ve çok faydalı olduğuna inanıyorum.

İNANÇLI OLMAK BÜYÜK KAZANÇTIR…


- İnançlı olmanın, inançlarının gereklerini yerine getiriyor olmanın insan sağlığına etkileri hakkında neler söylemek istersiniz?


Sönmez: Allah inancı büyük bir kurtuluş, büyük bir çıkış yolu. Şöyle düşünelim, gencecik bir insan babasını kaybediyor, çok sevdiği bir insanı kaybediyor. Allah inancı olmasa isyan eder. O içindeki Tanrı inancı o büyük acıya tahammülünü sağlayabiliyor veya bir baba küçük evladını kaybediyor. En sevdiği evladını kaybediyor ve ölmüyor o baba. O acıya tahammül ediyor. O acıya tahammül ettiren ne? Allah inancı, mukaddes inanç. O olmasa var olamayız. Onun için inançlı olmak insanın ömrünü uzatır.
Tevekkül sâhibi olmak, bazı şeylerin yukarıdan yönetildiğine inanmak… Bunlar insanı rahatlatan unsurlardır. Geçmişe bir bakalım, Budizm’de de bu böyle. Musevî Kültüründe de bu böyle, Hıristiyan kültüründe de bu böyle, İslam kültüründe de bu böyle. Bazı şeylerin ilahî güçler tarafından, ilahî bir kimse tarafından yönetildiğine inanmak bir gönül huzuru, bir rahatlık veriyor. Hep ne söyler mesela bir baba? Çok genç yaştaki çocuğunu kaybeden ne der? ‘Allah, çok sevdiği kulunu erken yanına alırmış’ der. Bu sözde bir teselli var. Bu nedir? Bu, Allah’a inanmaktır; başka bir şey değildir. Yoksa isyan eder, tabiata isyan eder. Onun için Tanrı inancı, dini bütün olmak tabiî ki insanlara bir gönül huzuru veriyor, rahatlık veriyor.
Şöyle geçmişe dönüp bir bakın: Tekkelerde, zâviyelerde şeyhler var. Onlar, Tanrı’yla bütünleşme çabası içerisindedir. Hiç kırk yaşında ölen bir şeyh gördünüz mü? Hep seksen, seksen beş yaşlarında ölmüştür. Geçmiş dönemlerde yani kendi çağdaşlarının kırk-kırk beş yaşlarında öldüğü dönemlerde, tekke şeyhleri 80 yaşını aştıktan sonra ölmüştür. Orada bunun ispatını görüyorsunuz.

- İyimser olmanın insan sağlığına etkisi var mıdır?

Sönmez: Optimist- pesimist olmak. Optimist olmak; umutlu olmak, hep iyiliğe bakmak. Tabi ki bu
insanlar daha uzun ömürlü oluyor. Çünkü daha sosyal oluyorlar, daha görüşmeci oluyorlar.
Pesimist insanlar; içindeki o adrenalin o kadar yükseliyor ki herkesle kavga ediyorlar, Dönüp
kendileriyle de kavga ediyorlar. Tabi ki o adrenalin fazlalığı onları yiyor. Optimst insanların
endorfini daha yüksek, daha uzun ömürlü olurlar.

(DEVAM EDECEK)





ALLAH’IMA BÜYÜK MİNNET DUYUYORUM

Bana sıklıkla şu soruluyor: ‘Siz ölümle hayat arasındaki ince çizgide
koşarak giden bir doktor olarak talihe inanıyor musunuz?’
Cevabı çok basit.Ben talihe inanmaktan öte, bu işi yaparken talihle bütünleşiyorum. Mevlevi
dönerken, nasıl döner? Bir eli yukardadır, bir eli aşağıdadır. Esprisi nedir? ‘Tanrıdan alıyorum,
bedenimden geçiriyorum ve toprağa gönderiyorum.’
Alevi dede semah yaparken ne yapar? Bir eli yukarıdadır. O da Allah’tan alır, vücudundan geçirir, toprağa gönderir. Hep Tanrı’dan bir şeyler alınıp vücuttan geçirilir ve toprağa gönderilir. Ben ameliyat sırasında, ameliyat masasının bir lambası varır. Lambanın bir sapı vardır. Bu ameliyat masası lambasının sapını tutarken bir an kendimi o dönen derviş gibi veyahut semah yapan Alevi gibi hissederim. Sanki yukarıdaki lambadan aldığım enerji vücudumdan geçer ve o esnada diğer elim hastanın üzerindedir. Bir an öyle hissederim ki, yukarıdan bir şeyler geliyor, bedenimden o hastaya geçiyor. Ona can veriyor muyum? İnanın, bunu bâzen hissediyorum; yâni ona can vermeye ben vesile olduğumu hissediyorum. Diyorum ki; ‘Ben Tanrı ile bütünleşiyorum burada…’
Allah’ın beni buna vesile ettiği için de büyük minnet duyuyorum. Bu bir Tanrı
vergisidir.