"Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar." (Bakara/2/217) Akıllı birisinin, Allah tarafından vazolunan (konulan) vahiy ve mucizelerle müeyyed (kuvvetlendirilmiş) Peygamber tarafından tebliğ edilen, akla mantığa, beşerî fıtrata uygun Hakk Dini bırakıp, insanlar tarafından dizayn edilmiş, aslı tahrif edilmiş bir takım inanç sistemlerine dönmesi olağan şey değildir. İslâm'dan küfre, imandan inkâra, hele putperestliğe, şirke, insanlar tarafından dizayn edilmiş inanç sistemlerine dönüş elbette akıl kârı değildir. Tarihte ve günümüzde bakıldığında da zâten kitlesel irtidat (dinden dönme) vakalarına pek rastlanmaz. Ferdî dinden dönme vakaları ise, derinliğine tahkik edildiğinde görülecektir ki, ya nifakın ortaya çıkması, (inanmadığı halde inanmış gözüken gizli kâfirlerin artık küfürlerini ve şirklerini gizleme ihtiyacı duymayacak bir hale geldikleri için zâten içlerinde var olan küfürlerini meydana çıkarmalarıdır ya da tersine nifak, içlerinde imanlarını muhafaza ettikleri halde muhtelif sebeplerle dininden dönmüş başkaca bir inanca sapmış gibi görünürler. Fakir İslâm ülkelerinde, ender-i nâdir de olsa memleketimizdeki tanassur vakaları (Hıristiyanlaşma, Hıristiyanlaştırma) vakaları bu kabil sapmalardır. Maddî bakımdan biçâre olanlara misyonerler yaklaşıyor, câzip imkânlar sunuyor kendilerine refah dolu bir hayat vaadediyor, çocuklarına çok iyi ve pahalı eğitim kurumlarında okuma, okulunu bitirdikten sonra dolgun maaşlarla iş imkanı sunuyor. Pek tabî olarak da karşılığında dininden dönmeyi, imandan inkâra sapmayı teklif ediyorlar. Çâresizlik içinde az da olsa böylesine ahlaksız bir teklif kabul edenler varsa kanaatimce bunlar kalplerinde, iç âlemlerinde Allah, Peygamber ve Hakk Din inancını muhafaza ettikleri halde tersine bir nifak ile kendilerine telkîn edilen inanç sistemini kabul etmiş görünüyorlar. İstanbul'da ve Anadolu'nun muhtelif şehirlerinde misyonerlerin ve onların hizmetindeki görüntülü-yazılı matbuatta ballandıra ballandıra anlatılanların bu kabil Hıristiyanlaşma olduğu anlaşılıyor. Kelâmcılara göre, ilme, bilgiye ulaşmanın yolu üçtür; Havas-ı Selîme, Selim, Doğru ve sağlıklı hisler ki, işitme, görme, koklama, tatma ve dokunma hisleridir. İşiterek, görerek, koklayarak, tadarak ve dokunarak eşya hakkında bir bilgi ediniriz. İlmin, bilginin ikinci kaynağı Haber-i Sâdık (doğru haberdir)tır. Geçmişten bizlere ulaşan doğru haberler, ya tevâtür derecesinde haberlerdir; bunun şartları, haber verenlerin sayı adedi önemli değildir, ama haber verenlerin yalan bir haber üzerinde ittifak etmeyeceklerinin bilinmesi, haber verenlerin verdikleri haber hakkında bilgilerinin olması, verilen haberlerin imkân dahilinde hissen ve tecrübe ile müşâhede edilir olması, haber verenlerden hiç birisinin verilen bu habere muhalefet etmemiş olması gibi şartlar vardır. Hazret-i Kur'ân'ın bize kadar ulaşması, namazların nasıl kılınacağına dâir bütün hadis külliyatında bulunan ve Hadis-i Cibrîl olarak bilinen hadisler gibi hadisler bizlere tevâtür derecesinde ulaşmıştır. Tevâtür haberlerle bize ulaşan bilgiler kat'iyyet ifade ederler, inkârı da kâbil değildir, geçmiş zamanlardaki hükümdarların, firavunların varlıkları, görmemiş olsak bile uzak diyarların, memleketlerin varlıkları gibi... Tevâtür haberlerle bize ulaşan Kur'ân ve Mütevâter hadislerin inkârı küfre götürür. Haber-i Sâdık (doğru haber)'ın, bir başka nev'i, Haber-i Resûl'dür; Resûl, Allah tarafından kendisine kitap indirilen ve o kitabın hükümlerini insanlara tebliğ etmek üzere gönderilen ve mucizelerle teyid edilmiş insanlara denilir. Nebî ise, kendisine kitap veya sahif indirilmeyen, yalnız melek vasıtasıyla veya rü'yâ-i sâdıka gibi diğer vahiy yollarıyla insanlara doğru yolu göstermek üzere gönderilen peygamberlerdir. Bu itibarla her Resûl aynı zamanda Nebî'dir, fakat her Nebî Resûl değildir. İlmin, bilginin bir başka kaynağı akıldır; Akıl münhasıran Nefs-i Nâtıka'ya verilmiştir. Diğer zîruh (canlılar), ne yazık akıl nîmetiyle tezyin edilmemişlerdir. İnsan için akıl herşey değildir, ama çok şeydir. Havas-ı Selîme ve doğru haberin yerinde ve faydalı olarak kullanılması ancak akılla mümkün olabilir. Ayrıca akıl, Medâr-ı Tekliftir, yâni insanların haber-i sâdık kendilerine ulaşan dinî emirler ve nehiylerle mükellef olabilmeleri, böylesine bir şerefe nâil olabilmeleri akıl sahibi olmalarına bağlıdır. Bu bakımdan halk için ilmin sebepleri olan, havas-ı hamse (beş duyu) sahibi, haber-i sâdık (doğru) kendisine ulaşmış bir insanın, aklını kullanması halinde Hakk Din İslam'dan dönüp, hâşâ şirke, imandan vazgeçip hâşâ inkâra sapması mümkün değildir. Kitle halinde dinden dönmeler hususunda bir İslâm ülkesinde yapılması gerekenleri geçtiğimiz haftanın Cuma Sohbeti'nde kısaca ifade etmeyi çalışmıştık, ferdi irtidad (dinden dönme) hususunda da elbette çok ciddî fıkhî meseleler çıkmaktadır. Farz-ı Muhal, İslâm dininden dönerek başka bir inanca veya ateizme sapmış evli birisinin eşi, çocuğu, anne-babası ile münasebetleri nasıl tanzim edilecektir? Biz burada Türk Medenî Hukukuna göre olan münasebetleri kasdetmiyoruz. T.M.K. hükümleri elbette din, inanç farkı gözetmeksizin, nikah, miras ve diğer aile münasebetlerini tanzim etmiştir. İslâm hukukuna göre, Müslüman bir kadının bir Hıristiyanla, Yahudiyle veya müşrikle evlenmesi câiz değildir. Akdedilen nikah da nikah değildir. Hatta evli çiftlerden birisinin dinden dönerek, Hıristiyan, Yahudi veya dinsiz (ateist) olması durumunda ayrıca herhangi bir boşanma muamelesine bile ihtiyaç duyulmadan nikah kendiliğinden sona erer. Dininden (İslâm'dan) dönen birisinin İslâm'da iken kazandıkları mallarına el konulur, hak sahibi Müslüman vârisleri arasında taksim edilir. Yakın tarihlere kadar gayr-i müslim hanımların Müslüman erkeklerle evlenmelerine çok sık rastlanır, bu hanımların çoğu da İslâm'la şerefyap olurdu. Ancak bir Müslüman hanımın bir Hıristiyan, bir Yahudi, bir müşrik ve dinsizle evlenmesi karşı tarafın İslâm'ı kabul edip, sünnet olmasıyla mümkündü. Artık günümüzde hiç bir fark gözetmeksizin Müslüman hanımların gayr-i müslim erkeklerle hiç bir şart gözetmeksizin evlendiklerine pek çok kerre şahid olmaktayız. Son yıllardaki "Dinlerarası Diyalog" adı altında yapılan misyonerlik faaliyetlerinin de inançsızlarla evlenmeleri hızlandırdığı söylenebilir.