Türkiye’de -eskiye nazaran- sayıları az da olsa, kısmen Rum, Ermeni ve Yahudiler var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdırlar. Bunların TBMM’nde temsilcileri bulunmasına nasıl bakmalı? Üstelik bunlar Hıristiyan ve Yahudi. Türkiye nüfusunun, en az yüzde doksan beşi Müslüman. Zaten ezici çoğunluğu Müslüman olanlardan seçilen ve onlardan olan bir mecliste, Hıristiyan ve Yahudi unsurlarından milletvekillerinin bulunması; Müslümanları rencide eder mi? Bu durum onlarda rahatsızlık doğurur mu? Üstelik, halkın ekseriyetinin bağlı olduğu İslamiyet ve Kur’an; böyle bir manzarayı nasıl karşılar? Bunun Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan farkı ne? Diye sorarsanız; derim ki: Ülke insanlarının vatanları birdir. Konuştukları dil de -başka hangi dili bilirlerse bilsinler- bir ise, hele inandıkları din de bir ise, millet birdir. Türkiye’de vatan da bir, dil de bir, din de bir, yani aynıdır. Vatan, dil ve din birliği nasıl milleti bir ediyorsa; vatan ve din birliği, milleti nasıl bir ediyorsa; vatan ve dil birliği / ayniliği de milleti bir eder. Çünkü kişinin milliyetini -aynı zamanda- konuştuğu dil de tayin eder. Nitekim Hz. Peygamber’e sorulur: “Arap kimdir Ya Resulallah?” Cevap verir: “Arapça konuşandır.” Demiyor: “Arap’tır.” Çünkü, aynı dili konuşmayan, ana baba bir kardeş dahi olsalar; aynı dili konuşamadıkça anlaşmaları nasıl mümkün değilse; aynı dili konuşmaları da, milletin nasıl bir olduğunu gösterir. Halbuki Türkiye’de Türkler ve -menşei ne olursa olsun- Türkleşmiş olan ve Türkçe’yi gayet güzel konuşan birçok unsur var. Yine Türkçe’yi ana dilleri gibi konuşan Hıristiyan ve Yahudi unsurlar var. Aynı vatanda yaşıyorlar. Bunun için aynı milletin yani Türk Milleti’nin birer mensubu ve öz vatandaşlarıdırlar. Yani birinci sınıf vatandaştırlar. Çünkü Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş yoktur. Kanun karşısında herkes eşittir. Bundan dolayı onların da temsilcilerinin TBMM’nde bulunmasında, bir mahzur ve sakınca yoktur. Hem olamaz da…Nitekim Meclis – i Meb’usan’da Hıristiyan ve Yahudi mebuslar vardı. Öyleyse bugün neden olmasın? Pekala olabilir. Çünkü danışma ve görüşmenin yapıldığı, yapılacak işlerin konuşulduğu yani meşveretin icra edildiği bir mecliste hüküm; ekseriyet ve çoğunluğundur. Çoğunluk ise Müslüman’dır. Üstelik aralarında birçok ilim adamları da mevcuttur. Kaldı ki, parlamenter ve milletvekilleri hürdür. Hiçbir etki ve tesir altında kalmamaları gerekir. - Ki zaten öyledir.- Demek ki hakimiyet Müslüman çoğunluktadır. Meclis’te bulunacak Hıristiyan ve Yahudilerin vereceği rey ve oyların İslam’da yeri nedir? Veya bir İslam ülkesinde bu durumun hoş karşılanması; İslam’ın tabii / normal bulacağı bir husus mudur? Diye sorarsanız, derim ki: Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi; Kur’an’ın yüzde 95’i, başka bir tespitte yüzde 99’u ahlakla ilgilidir. Kalan kısmı siyasetle alakalıdır. Hatta bu husus için; siyaset, Kur’an’ın ancak binde birini teşkil eder şeklinde bir saptamada daha bulunulmuştur. Tasdiksizlik olmadığı sürece; tatbik edip etmemek; baştakilerin bileceği bir iştir. Çünkü tasdiksizlik küfre sebep olurken, tatbiksizlik sadece insanı günahkar yapar. Fakat dinden etmez, imandan düşürmez. Demek ki, mecliste konuşulacak ve oylanacak hususlar; dinin esasına taalluk etmeyen, inkarına yol açmayan ve açmayacak olan dünya işleridir. Bu konularda Hıristiyan ve Yahudi mebusların oy vermelerinin İslam’a ters düşen, Kur’an’a aykırı olan bir tarafı yoktur. Bu husustaki endişeler yersizdir. Nitekim mesela bir teknik hususunda veya bir makineyi çalıştırmak konusunda, sanatkar bir Haço ve Berham’ın fikir ve görüşlerine değer vermek yerindedir. Bunun gibi meselelerde verecekleri oylar geçerlidir. Kur’an bunu reddetmez. Bilakis işi ehline sormayı öğütler. İşte Meclis ve Parlamentoda konuşulacak şeyler bu gibi meselelerdir. Siyasi fayda ve hikmetler..İktisadi ve ekonomik menfaat ve yararlardır. Meclis’te görüşülecek işlerin çoğu bu çeşittendir. Bu bakımdan şayet gayri Müslim milletvekilleri Meclis’te yer alırsa; onların varlığından endişe duymağa hiç mahal yoktur. Zaten TBMM’nde kimsenin İslam hükümleri ve hukukuyla bir alıp vereceği, asla söz konusu değildir. Zira İslam’ın ana kaide ve kuralları değişmez. Kimse de böyle bir düşünceyi aklının ucundan dahi geçirmez. Meclis’te konuşulup görüşülecek olanlar; memleket mes’elelerinin pratik hayatta geçerli olup olmadığı…Tatbik ve uygulanabilirliklerinin, ne derece mümkün oluş keyfiyetleri…Ve bazı mevcut kanunların, tercih edilip edilemeyeceklerine dair, alınacak kararlardan ibarettir. İşte Meclis’te meşverete ihtiyaç gösteren, bu gibi şeylerdir. Milletvekillerinden istenen, milletin inanç sınırında durmasını bilmeleridir. Milletin inandıkları ahkam ve hukuku suiistimal etmemeleri, kötüye kullanmamalarıdır. Her meslek ehlinden; mesleğinin hakkını veremeyenler, icabını yerine getiremeyenler çıkabilir. Bunun gibi, din adamları içinden de, -az da olsa- o kutsal görevine leke sürdürenler ve bu maksatla nice hilelere başvuranlar olabilir! İşte Meclis; böylelerinin isteklerini kursaklarında bırakmak için, bazı kanunlar yapar. Ta ki, mukaddes İslam’ın etrafına kanunlardan sur çekilsin, onun dejenere edilmesi önlenmiş olsun. Şayet varsa, böyleler aradıkları fırsatı bulamasın. Yoksa Meclis’in; temsil ettiği milletin, yüce inanç temellerinin dayandığı kutsal metinlere karşı bir hareketin içine girmesi; bindikleri dalı kesmesi demek olup, intihardan farksızdır.