Kapitalist sistemin bireyselliği ortadan kaldırdığını ileri süren bir diğer düşünür de Theodor Adorno'dur. Adorno, bireysellikten bahsederken, üretim araçlarının standardizasyonu yüzünden bireyin bir aldatmacadan ibaret olduğunu söyler. Birey ancak kendi kimliği genel üretimle bütünleştiği ölçüde var olabiliyor ve özellikle toplum tarafından şekillendiriyordu.  

Komünist ve Faşist sistemler ile her türden dikta rejimlerde bireyin gelişimi, baskı ve tek yönlü bilgilendirme yöntemleriyle önlenirken, kapitalist toplumlarda hegemonyasını kurmuş olan sınıf bunu nasıl başarabilmektedir?  

Üstelik Kapitalizmin yapısında kendisini tehdit eden bir iç çatışması vardı. Karl Marx'a ait bu tespite göre Kapitalizm, oldukça merkezileşmiş bir ekonomik üretim, sistemi olmasına rağmen, potansiyel açıdan demokratik olan kendi kültürüyle çelişkiye girmektedir. Bu çelişik yapısı yüzünden yaşanmakta olan çatışma kapitalizmi tehdit etmektedir. Marx, Demokratik kültürün merkeziyetçi kapitalizmi yok edeceğini bekler.  

Marx, "kültürel hegemonya" gerçekliğini görememiştir. Onu kendisinden sonra gelen taraftarlardan yazımızın başlangıcında zikrettiğimiz Gramsci fark edecektir. Gramsci'nin tespiti olan, eğitim ve inandırmak yoluyla hakim sınıfın diğer sınıflar üzerindeki tahakkümünün; bireyselliği yok edecek düzeyde olduğunu ise Horkheimer, Adorno, Benjamin, Formm ve Marcuse gibi düşünce adamları keşfedeceklerdir.  

Herbert Marcuse, kapitalist üretim sisteminin toplumda her türlü muhalefeti ortadan kaldırdığını ve "tek boyutlu bir toplum" oluşturduğunu tespit ettikten sonra kullandığı araçlarını araştırıyor. Marcuse, Kapitalizmin bu başarısını şu üç araçla sağladığını söylüyor:  

"Kitle iletişimi, reklamlar ve PROPAGANDA."  

Marcuse'un saydığı bu üç araca dikkatle baktığımızda, ana aracın "propaganda" olduğunu diğerlerinin ise onun kullandığı talî araçlar olduğunu fark ederiz. Yani hegemonyanın yegâne aracı propagandadır ve onu en etkili kullanabildiği ölçüde muhalefetten muaf olacaktır.  

Yukarıda isimlerini saydığımız ve görüşlerinden istifade ettiğimiz düşünürlerin hepsi Avrupalıdır ve Marxisttir. Bu itibarla konuyu sadece o açıdan ele almışlar ve tenkitlerini, kapitalizme yöneltmişlerdir. Marx, "sanayi öncesi toplumdan sanayi toplumuna geçişte" olan toplumsal değişimler ve doğan sınıfların haldeki ve gelecekteki durumlarının analiziyle meşgul oluyor ve kapitalizmin alternatifini öngörüyordu. İzleyicileri ise düşmanları olan kapitalizmle etkili bir mücadele verebilmek için onun, üstün ve başarılı olduğu alanlar ile zayıf olduğu alanları araştırmakla haklıydılar.  

Düşmanın gücünü ve silahlarını bilmek, onu etkisiz kılmanın yollarını araştırmayı kolaylaştıracaktır. Aynı silahlar ona döndürülebileceği gibi emsal ya da daha üstün silah araştırmaları da ayrıca yapılması gereken çalışmalardır.  

Gücünü gözlemledikleri propagandada komünistler de en az kapitalistler kadar başarılı olmuşlardır. Liberal kapitalizm "hürriyet" kavramını vurgularken, komünizm "eşitlik" kavramını vurgulamıştır. Komünizmin çökmüş olması propaganda zaafiyetinden değil insan ve cemiyet yapısına daha fazla aykırı olmasındadır.  

Her ikisi de aynı batı kültürü içerisinden doğmuş olduğu için bakışları tek yanlı ve dolayısıyla verdikleri bilgiler en azından bize göre alabildiğine eksiktir.  

O halde ister adımıza İslâm alemi, ister batı dışındakiler, ister mazlum milletler, ister doğulular, ister uygun gördüğünüz bir terim söyleyin, ama konuya bizim açımızdan da eğilmek gerekmektedir ki onu da yarın yapalım.