Star gazetesi, cumartesi günlerine has çok güzel bir ek vermeye başladı. Bu ek, tefekkür ve edebiyat tarihimizin mümtaz şahsiyetlerinden Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” dergisinin tıpkıbasım nüshalarıdır. Böylece Star, editörlüğünü Halime Kökçe ve Fadime Özkan hanımefendilerin yaptığı, “Açık Görüş” isimli pazar eki gibi yüksek kalitede bir eke daha sahip oldu. Bu yeni eki incelediğimizde, Türkiye’deki dindar camiaların konjonktürel etkilerden nasıl süzülüp geldiğini de anlarız.

BİR PARADİGMA OLARAK DOĞU-BATI

“Büyük Doğu” ismi, Batılıların başlattığı, lüzumsuz bir Doğu-Batı ayrımcılığının Batı’ya üstünlük veren anlayışına tepkiden doğmuştur. Necip Fazıl, o dergisinde aslında İslamiyet’i savunmuştur. Büyük Doğu’nun bütün nüshaları buna delildir.
Doğru davanın mücahitleri, zaman zaman yanlış tasnif edilmiş saflarda yer alarak davalarını savunmak durumunda kalmışlardır. Doğu-Batı kamplaşması da öyledir.
Batı dünyası, doğuyu bir sömürü alanı olarak görmüştür.  Oryantalizm, o yolda kafa yormanın ürünüdür. Ona ilk itiraz, Hıristiyan bir Arap olan Edward Said’den gelmiştir. Yine bir Hıristiyan Arap olan George Saliba’nın da Batı’nın üstünlüğüne önemli itirazları vardır. O sömürücü zihniyet ise, sözde vicdanî tesellisini Batıyı üstün göstermede buluyordu. Güya kapitalizme ve her türlü sömürüye karşı olan Batılı Karl Marx bile, Batılı kapitalist İngiltere’nin Doğulu fakir Hindistan’ı sömürgeleştirmesini takdir etmiştir.
Doğu-Batı ayırımcılığı bir paradigma olarak uzun bir dönem, hatta hâlen entelektüelleri hatalı zeminde tartıştıran bir tasniftir. O lüzumsuz tasnif, Necip Fazıl’da, “Avrupalı olmamak şerefi”; İslam davasının bir diğer büyük mütefekkiri Muhammed İkbal’de, canlandırılması gereken “Şark tefekkürü” diye zikredilerek övülen bir “Doğu üstünlüğü” teziyle karşımıza çıkmaktadır. Hatta ilim ve yorumda çok büyük bir zirve olan Cemil Meriç bile, “Doğu-Batı kutuplaşması, Batı’nın eseri olan çok yersiz bir tasnif” demesine rağmen daha sonra şunları söyler: “Doğu büyük yaratıcılar ülkesidir: Konfüçyüs, Budha, Yajna Valkiya Doğuludur… Batı ruhunun mayası Hıristiyanlık bile Doğu’dan gelmiştir.”
Aslında her türlü sömürüye karşı olmak için sadece vicdan sahibi olmak yeterlidir. İslam’ı sahiplenmek için ise Doğululardan veya Batılılardan yana olmaya hiç gerek yoktur. Çünkü her iki tarafın da iyi özellikleri olduğu gibi, kötü özellikleri de vardır ve her şeyden önce mahallî niteliktedirler. İslamiyet ise, doğuda da batıda da çoğu kabul görmüş değerleriyle cihanşümul niteliktedir. Bahsettiğimiz değerli mütefekkirler ve benzerleri, Türkiye dâhil nerdeyse bütün İslam dünyasında hâkim aydınlarca uygulanan “Batılılaştırma” baskılarına karşı haklı itirazlarını, biraz da psikolojik saiklerle yanlış zeminde ifade etmişlerdir.

BİR PARADİGMA OLARAK MİLLET İNŞA ETMEK

Star’ın ilk verdiği Büyük Doğu ekinde, güçlü bir Türklük duygusu açıkça görülmektedir. Doğrudan doğruya Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan iki makaleden birinin ismi, “Türkün Muhasebesi”; diğerininki, “Türk İrfanı”dır. Bu Türklük duygusu, aşağıda işleneceği gibi Üstadın 1980’lere doğru Milliyetçi Hareket Partisi’ne destek vermesini sağlamıştır. Fakat burada asıl dikkat çeken husus, çok önemli farklılıkları olsa da Kısakürek’in de Gökalp gibi yeni bir Türklük inşası düşünmüş olmasıdır.
Üstad, 1 Şubat 1946 tarihli Büyük Doğu’daki “Türk İrfanı” başlıklı makalesinde şöyle demektedir: “Türk İrfanı, zâhirde 20, hakikatte 100 yıldır yepyeni bir başlangıç şartı yaşıyor. Bu irfana maya tutturacak biricik çare, onu iç ve dış istikametlerden, gerekli unsurlara hızla kavuşturmaktadır.” Gökalp da “Biz Türkler, çağdaş medeniyetin akıl ve ilmiyle donanmış olduğumuz halde bir ‘Türk-İslam’ harsı yaratmaya çalışmalıyız” demiştir.
Bu iki düşünür arasında dönemin Batı’dan ithal edilmiş paradigması olan yeni millet inşa etme (nation-building) hatalılığı açısından müştereklik olsa da tarihe ve İslam’a bağlılık açılarından büyük farklılıklar vardır. O farklılıklarıyla Necip Fazıl Kısakürek, Ziya Gökalp’a kıyasla çok daha millî olduğu gibi, gerçekten samimi bir Müslüman’dır. Dindar ve milliyetçi camialarda yeterince tanınmamış olan Erol Güngör ise apayrı meziyetleriyle düşünce tarihimizde yer almıştır.
Gelecek yazımızda bu konuya devam edelim.