MÜSİAD, geçtiğimiz cumartesi günü 4.000’e yakın işadamının katılımıyla 21. Genel Kurulunu yaptı. Zaman zaman yazılarıma konu ettiğim mütedeyyin müteşebbislerimize ait başka kuruluşlar da varsa da MÜSİAD, sosyoekonomik tarihimizde mümtaz bir yere sahiptir. Aynı paraleldeki diğer kuruluşların bazısı onun çatısı altında doğduğu bazısı da onu örnek aldığı için hepsinin ya anakucağı-babaocağı ya da modeli durumundadır. Bu itibarla MÜSİAD, İslamî hassasiyet taşıyanların iş âlemindeki dirilişini temsil etmektedir.

EKONOMİDE LAİKLİK VE DİNLER  

Batı’da burjuvazinin başlattığı sekülerlik/laiklik, çeşitli sınıf çatışmalarından sonra büyük kitlelere zenginleyebilme imkânı vermişken; Türkiye’deki laiklik, iş dünyasında büyük kitlelerin önüne set çekmiştir. Bu zıt sonuçlar, sadece tarafların laiklik anlayışlarından kaynaklanmamaktadır. Batı laiklerinin Hıristiyanlığı bilmek, Türk laiklerinin ise İslamiyet’i bilmemek(?) özellikleriyle de bağlantılıdır.
Max Weber’in kapitalizmi tüm dünyaya “Protestan ahlakı” diye kabul ettirmesi, aslında temelsiz bir iddiadır. Burjuvanın, merkezi ve yerel yönetimler ile Kilise karşısında birçok hak, hürriyet ve hatta imtiyazlar kazanması, Protestanlığın kuruluşundan çok önceye dayanır. Hatta kapitalizmi Protestan ahlakına dayandırmaktansa, kurucuları olan Luther ve Calvin’in aşırı kaderci prensiplerinden uzaklaşa uzaklaşa bugünkü hâle gelen Protestanlığı, seküler-laik kapitalist burjuvanın eseri görmek daha gerçekçi olmaktır. Aslında, Hıristiyanlığın temel kaynağı olan İncil’de helalinden de olsa fazla kazanma tasvip edilmemiştir (Matta, 6/19-24; Luka, 12/29-31).  Şayet önceden kazanılmış servet varsa fakirlere dağıtılması tavsiye edilmiştir (Matta, 19/16-25; Markos, 10/17-25; Luka, 18/18-25). Böylece herkese ancak geçinebilecekleri kadar bir maddî güç hedeflenmiştir.
İslamiyet ise hırsa kapılmadan, helal yoldan çalışmak ve kazançlardan fakirleri de sürekli yararlandırmak şartlarıyla fazla kazanmakta mahzur görmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Dünya talebinde mutedil olun” şeklindeki emri ile “Muttaki için zenginliğin bir zararı yok” şeklindeki açıklaması, zenginliğe İslamî bakışın ölçülerini bildirmektedir.  Kur’an-ı Kerim’de, borçlanmanın kayda alınması dâhil iş hayatı için çeşitli emir ve tavsiyeler bulunmaktadır (Bakara, 202, 282; A’raf, 31, 85; Rum, 39; Tekâsür, 8). Böyle bir kitaba sahip olan Müslümanların iş hayatına bigâne kalmaları mümkün değildir. MÜSİAD’ın 21. Genel Kurulunun açılışında okunan İsra Suresinin 22-29. ayetleri de Allah’a imanı, ana-babaya bakmayı, muhtaçlara “hakları” olarak yardım etmeyi, iyi insan olmayı, cimrilikten de müsriflikten de uzak durmayı emretmektedir. Nitekim MÜSİAD da prensiplerini, “Yüksek ahlak, ileri teknoloji” sözüyle özetlemektedir.

EKONOMİDE MÜSLÜMANLAR VE LAİKÇİLER
 
Müslüman müteşebbislerin ekonomideki laik yapılaşma karşısında yaşadıkları iki problem olmuştur. Bunlardan birinin kaynağı inançlarına göre yaşama hassasiyetleri, diğerininki ise laikçilerden gördükleri husumettir.
Dindar camialar, en azından Tanzimat’tan bu yana gelen laik uygulamalar yüzünden siyasî-hukukî içtihat organlarından dışlandıkları için, asırlardır gelişen yeni dünyanın meselelerine İslamî çözümler üretememiştir. Bu durumun piyasalara akseden en önemli yönü bankacılıkla ilgilidir. Ekonomide büyüme gayretindeki dindar müteşebbisler, “faiz-riba-vade farkı” gibi kavramlar arasında tereddütler yaşarken, “faizsiz bankacılık” gibi arayışların gündeme gelmesini sağlamışlardır. Açıkça belli olduğu gibi bu problem karşısında dindarların takındıkları tutum, gerekli ilmî çalışmaları artırmak olmuştur.
Dindarların yaşadığı asıl büyük problem ise, laikçilerden gördükleri düşmanca tutumlardır. Laikçi zihniyet, dindarların ekonomide büyümesini hazmedememiş, MÜSİAD’ın kurulduğu 1990 yılından itibaren hızla büyüdüklerini görünce “Yeşil sermaye” diye ilginç bir “düşman” nitelendirmesine başlamıştır. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, “İrtica PKK’dan daha tehlikeli” demiş, o beyanattan dört gün sonraki meşhur 28 Şubat 1997 tarihli MGK’da ele alınan taleplerden biri de “Yeşil sermayeye kısıtlama getirilmesi”dir.
Birçoklarının korktuğu o “postmodern darbe” ortamında, MÜSİAD hiç yılgınlığa kapılmamış, kitleleri kışkırtmaya da tevessül etmeden kararlı çalışmalarına kendi medenî üslubu içinde devam etmiştir. 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtıra karşısında ise bütün şubelerinin katılımıyla demokrasiden ve siyasî iradeden yana basın bildirisi yayınlamıştır.
Her türlü engelleme gayretlerine rağmen MÜSİAD, günümüzde dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birine sahip olan Türkiye’nin ihracatında %15’lik, millî gelirinde ise 105 milyar dolarlık bir üretim payına sahiptir. Kısacası bu kuruluş, Türkiye’nin demokratikleşmesinde ve kalkınmasında büyük hizmetler yapmıştır. 21. Genel Kurul’da görevi devralan yeni yönetimin de aynı başarıları sürdürmesini diliyoruz.