1961'de, 27 Mayıs 1960 hükûmet darbesinden sonra teşekkül eden ilk Parlamento'dan itibâren, işimin gereği Meclis çalışmalarını yakından takip etmeye çalışırım. Zaman zaman yakın arkadaşlarımız, beraber çalıştığımız arkadaşlarım, dostlarımız milletvekili seçildiler. Dönem dönem Türk Parlamentosu, dönem dönem seçilip gelen parlamenterler farklılıklar taşıdılar. 1960 İhtilâlini - Darbe-i Hükûmetini gerçekleştiren askerlerden bir bölümü, alelacele, CHP ve İsmet Paşa'yı iktidara taşımak istiyordu. Bunun için 1961 Anayasa'sı bu Anayasa'nın türevleri siyâsî partiler ve seçim kanunları buna göre tanzim edilmişti. CHP'nin ve İsmet Paşa'nın önünde hiç bir engel bırakılmamıştı. O günlerin meşhûr deyimleriyle, "Sâbık ve Sâkıt İktidar" (eski ve düşürülmüş iktidar) hakkına, Demokrat Parti ve mensupları hakkında herşeyi söylemek, "Düşükler, kuyruklar", en hafifleri, her tür hakâret serbest, fakat Demokrat Parti'nin külleri üzerine kurulmuş bulunan partilerin, meselâ Adalet Partisi'nin, "Demokrat", demeleri, Bayar'dan Menderes'ten bahsetmeleri, o dönemi hatırlatan tek bir kelime söylemeleri dahi yasaktı. Onun için, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde Adalet Partisi mitinglerinde konuşulmaz, kürsüye çıkanlar, miting alayını uzun uzun ve derinden süzdükten sonra hiç konuşmadan "Gözümün içine bakın! Ne demek istediğimi anlayınız," diyerek kürsüden inerlerdi. Bu şartlarda bu partiden aday olmak bile büyük cesaret isterdi. Gözünü budaktan esirgemeden aday olup seçilip gelenler, bence Türk Parlamento tarihinin en cesûr insanlarıydılar. Bu insanlar arasından Türk Devletine namuslarıyla, şereflice hizmet vermiş me'buslar vardı. Türk Parlamento tarihinin en zekî, en kibar, en muktedir Meclis Başkanı (Allah sağlıklı uzun ömürler ihsan eylesin!) Muhterem Ferruh Bozbeyli Beyefendi'yi kim unutabilir? Bendenizin de basın locasından takip ettiğim, Senato ve Millet Meclisi'nin çok hareketli geçen bir toplantısına başkanlık etmektedir. Demirel kürsüde, CHP'liler sürekli göz atıyor, Başbakan'a sataşıyorlar. Bozbeyli, her zaman olduğu gibi Meclis'i adilâne bir şekilde yönetiyor, zaman zaman Adalet Partili milletvekili ve senatörlere de parlamento âdabını hatırlatıyor, onların da tepkilerini üzerine çekiyordu. CHP'liler, kalın gözlük camlarından kinâye, "Başkan görmüyorsun," diye bağırıp-çağırıp sitem ediyorlar. Bozbeyli, kendisine yapılan bu ta'rizi zekice idrak etmiş, aynı zekâ pırıltılarıyla, kendisine ta'rizde bulunanlara endirekt bir cevap vermiştir. Yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Genel Kurul Salonunda Başkanlık Kürsüsüne göre en uzak loca, basın locasıydı. Bozbeyli, basın locasında ayak ayak üzerine atmış bir vaziyette gazete okuyan bir gazeteciyi ikaz ederken, "Basın locasında Cumhuriyet Gazetesi'ni okuyan arkadaşım, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir, burada ayak ayak üstüne atılarak oturulmaz," Başkan bir taraftan gazeteciyi ikaz ederken, diğer taraftan kendisine "görmüyorsun," diyenlere de endirekt olarak ta'rizçilere de cevap vermiş oldu. Türk Parlamento tarihinde buna benzer nükteler, cevaplar hep olagelmiştir; Meşrûtiyet Meclisinde Başkanlık divanı katibi Abdülaziz Mecdî Efendi İttihad ve Terakkî Partisi'nin ileri gelenlerinden Maarif Nâzırı (Bayındırlık Bakanı), İsmail Hakkı Bey'in ismini, kasden (bilerek) "Yabanzâde" diye okumuş... Osmanlıca'da Baban ile Yaban arasında sadece bir nokta farkı vardır. Abdülaziz Mecdi Efendi İsmail Hakkı Bey'i ve Baban ailesini çok iyi tanırdı. Bir yanılma ve hata sözkonusu değildi, fakat Mecdi Efendi o tarihlerde bir kaç arkadaşıyla birlikte İttihad ve Terakkî'den ayrılmışlardı. Bu sebeple, takılmak için yoklama yaparken 'B' harfini 'Y' olarak okumuş, "İsmail Hakkı Yabanzâde" demişti. Başkanlık Divanı Kâtibinin bu sözü üzerine İsmail Hakkı Bey oturduğu yerden seslenmiş "Babandır, baban!" diye cevaplandırmıştı. 1950'li yılların Büyük Millet Meclisi'nde Demokrat Parti'den milletvekili seçilen Murat Ali Ülgen'in Türkçesi kıt, genel bilgisi zayıftı. Buna rağmen, kürsüye çıkan her hatibe laf atar, sataşırdı. Bir gün kürsüdeki CHP'li hatip Murat Ali Ülgen'e dönerek, "Sende mi Brütüst" der. Murat Ali şaşırır, çünkü Brütüs'ün kim olduğunu bilmiyordu. Hakârete uğradığını zannederek kürsüdeki mebusa şu cevabı verir: "Sizin bu sözünüzü red ve aynen iade ederim." Murat Ali Ülgen'in bu sözleri Parlamento'yu kahkahaya boğar. Yine Murat Ali Bey, kürsüde uzun uzun konuşmakta olan, Merhum Osman Bölükbaşı'nın sözünü sık sık keserek "Sen de erkek misin?" diye laf atar. Tırt Osman namıyla meşhûr, Osman Bölükbaşı cevabı hemen yetiştirir; "Arkadaş, ben erkekliğimin zekâtını verseydim, sen dahî erkek olurdun!.." Türk Parlamentosu'nda sayılar, 1961 Anayasası'na göre 450 milletvekili, 150 seçilmiş senatör, ölümlerle değişmekle birlikte 38 Millî Birlik Komitesi Üyesi, Tabiî Senatörler, 10 kişi de Cumhurbaşkanı'nın kontenjanından ta'yin edilen Kontenjan Senatörü ve sağ olan eski Cumhurbaşkanları da tabiî senatör olarak Meclis'te bulunurdu. 12 Eylül 1980 yılına kadar 700'e yakın parlamenter vardı. 1982 Anayasasıyla senatörlük, seçilmişiyle, tabiî'siyle, daimisiyle kaldırılmış, milletvekili sayısı da 400 olarak tesbit edilmiştir. Daha sonra Anayasa değiştirilerek önce 450'ye daha sonra da bugünkü sayıya 550'ye yükseltilmiştir. Bu parlamenterlerden bazıları vardır, seçildiğinde yemin etmek için Meclis kürsüsüne çıkarlar, bir daha 4 yıl boyunca kendisini konuşma yapmak için kürsüye çıktığını göremezsiniz. Komisyonlarda ve Genel Kurulda, kanunların tedvininde vazife alan bütün partilerden milletvekili sayısı iki elin parmakları kadardır. Grup adına konuşmalar, diğer gruplardan ve milletvekillerinden, Genel Başkan ve gruba yapılan sataşmaları cevaplandırma konuşmaları genellikle Grup Başkanvekilleri tarafından cevaplandırılır. Teknik bir kanun görüşülüyorsa, istisna olmakla birlikte konunun uzmanı olan milletvekilleri ise bütçe kanunları gibi formal usûl ve şekillerin yerine getirilmesi zımnında, iktidar mensup olanların, "bu bütçe çok iyi bir bütçedir, memleketimizi kalkındıracak bir bütçedir, oyum beyaz olup, memleketimiz için hayırlı olmasını dilerim," muhalefette ise, "Bu bütçe hayal ürünüdür, kaynaklar hayal mahsulüdür, bu bütçeyle memleketimizin ekonomisi çökecek, milletimiz büyük bir ızdırap çekecektir, bu vesiyle oyumun red, kırmızı olduğunu beyan eder saygılar sunarım", diye konuşurlar. Türk Parlamento tarihinde, nezâketiyle, umûmî kültürüyle, hitâbet san'atının incelikleriyle meşhûr olmuş, parlamenterler vardı. 1960 sonrası dönemlerde 1950'li yıllarda da Parlamento'da bulunmuş, tek başına veya bir iki arkadaşıyla birlikte 500'den fazla milletvekili bulunan Demokrat Parti'ye kök söktüren bir Osman Bölükbaşı. Tüm provakatif hareketlere karşı nezâketinden, Beyefendiliğinden hiç bir şey kaybetmeden, kendisine en ağır hakârette bulunanlara bile "Beyefendi", diye hitap eden Ferruh Bozbeyli... Yalnız Türk Parlamento tarihinin değil, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde de uzun yıllar vazife yapmış olan Merhûm Kemal Kacar Bey, ki kendileri 1965-1969, 1969-1973 dönemlerinde Kütahya, 1977-1980 döneminde İstanbul Milletvekili olarak vazife yapmıştı. Bu sürenin büyük bir bölümünde de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Türkiye'yi temsil etti. Gerek Türkiye Büyük Milet Meclisi'nde ve gerekse Avrupa Konseyinde, nâdiren kürsüye çıkardı, fakat mecliste bulunan bütün milletvekilleri tarafından büyük bir dikkat ve ciddiyetle dinlenirdi. Konuşmalarında günlük basit politikalardan uzak, partilerarası polemiklere rağbet etmeksizin, memleketimizin âlî menfaatlerini ön plâna çıkardığı için takdir edilir, dinlenirdi. Muhâlifi-muvâfıkı, bütün parlamenterler tarafından dikkatle dinlenen ve takdir edilen kıdemli bir diplomat, Bitlis Senatörü ve Milletvekili Kamran İnan, hitâbet san'atanın bütün inceliklerini ortaya koyan tok sesli, Dr. Agâh Oktay Güner, Türk Parlamentosunun yüzakı temsilcileriydi. Son dönemden önceki iki dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, İstanbul Milletvekili olarak vazife yapmış olan Muhterem Hocamız, Prof.Dr. Nevzat Yalçıntaş, Parlamentoda bulunduğu sırada, NATO, Avrupa Güvenliği İşbirliği vs. parlamentolararası hey'etlerin başkanlığını yapmış, vâkıf olduğu, -bizim bidiğimize göre en az 4 yabancı dili "Anadili gibi" okuyup-yazan hocamız pek çok dili de anlamaktadır.- lisanı, dünya kültürü, bilgisi ve dirâyetiyle aziz milletimize ve eşsiz memleketimize çok büyük hizmetler vermiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kürsüye çıktığında, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ndeki kürsüsünde öğrencilerine ders anlatır gibi bir rahatlık içinde bütün nezâketiyle, kibarlığı ile, babacan tavrıyla, Genel Kurul'a hitap etmeye başladığında, tüm milletvekilleri husûsiyle muhalefete mensup milletvekillerince büyük bir dikkat ve zevkle dinlenirdi. Hoca, günlük politikalar, basit polemikler yerine memleketimizin içinde bulunduğu şartar, bu şartların değiştirilmesi için yapılması gerekenler hususunda öylesine ilmî, öylesine doyurucu konuşurdu ki, celseyi idâre eden başkan konuşma süresi dolsa bile sözünü kesmeye cesâret edemez, hiç bir parlamenter de itiraz etmezdi. Prof.Dr. Nevzat Yalçıntaş Hocamızın ve emsâli ilim ve devlet adamlarının parlamento çatısı altında bulunmamaları aziz milletimiz ve memleketimiz için çok büyük bir nakîsadır. Halen, Parlamento'da bir milletvekili vardır. Parlamento'da bir partimizin grup başkanvekili de olan bu parlamenter, milletvekili seçilmeden önce bürokraside müfettiş olarak, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürü olarak vazife yapmıştır. Anlaşılan hâlen bürokrasinin önemli yerlerinde, kendisine bilgi ve belge ulaştıran yakınları olmalıdır. Uzun yıllar öncesine ait bilgiler ve belgeleri bile rahatlıkla elde edebilmektedir. Bu bilgileri ve belgeleri değerlendirerek "Yandaş Medya"yı da arkasına alarak kişilere, kuruluşlara, kuruluşların başında bulunanlara düello dâvetiyesi çıkarmakta, Parlamento zemininde ve "Yandaş Medya" zemininde tarafsızlığı, kendisinin ve yandaşlarının yaydıkları "Şöhret-i Kâzibe" olan, bal gibi taraf birisinin de katkı ve yardımlarıyla, fos çıkan pek çok iddiasına rağmen Efkar-ı Umûmiyye'de haklı çıkarılan bu milletvekili ortamı boş bulmuş at oynatıyor. Oysaki, iktidara mensup milletvekilleri bu kadar çok tembel olmasalar da, meselâ 1991'de kurulan DYP-SHP (CHP) hükûmetinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Moğultay tarafından SSK açılımı "Sosyal Sigorta Kurumu" Genel Müdürlüğü'ne getirilen bu zât'ın, genel müdürlüğü döneminde emekli olacakların kararları geçici bir müddet Bölge Müdürlüklerine bırakılıyor. Aslında bölgelerde İhtiyarlık Sigortası Müdürlükleri vardır, emeklilik müddetini doldurarak emekli olmak için dilekçe verenlerin dosyaları, Bölge Müdürlüklerince tetkik edilir, prim gün sayısı, emeklilik yaşı ve süresini doldurmuş olanların dosyaları, Ankara'ya SSK Genel Müdürlüğü'ne gönderilir, "Emeklilik Kararı" genel müdürlükçe verilirdi. Zannım odur ki, hâlen de tatbikat bu yöndedir. Geçici dönemde, özellikle İstanbul İhtiyarlık Sigortası Müdürlüğü'nde, iştirakçilerin dosyaları manuel sistemden bilgisayar ortamına geçiriliyordu. İddialar odur ki, bu sırada ta'kip edilmeyen 200.000 kadar dosya üzerinden SSK'ya tabi herhangi bir işyerinde bir gün bile çalışmayan onbinlerce insan emekli edilmişlerdi. Bu sahte emeklilerin ekserisi de yine iddialara göre, Tekirdağ, Trabzon hariç "T" ile başlayan diğer iller nüfusuna kayıtlı olduklarıydı. Tabiî ki, bunlar birer iddiaydı, ancak bu iddiaları zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan da dile getirmişti. Kimse çıkıp da "Arkadaş sen Bakansın, makamın şikâyet yeri değil, çözümler bulma makamıdır," demedi, diyemedi!. Meselâ düşünüyorum da, iktidar mensubu bir kaç milletvekili danışmanlarına birer talimat verseler de, "SSK'daki bu iddiaları bir inceleyin," herkesten önce, bugünün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, bu iddiaları bizzat dillendiren, eski Bakanlardan Yaşar Okuyan'a, "Sayın Bakan, size bu iddiaları dillendiren sebepler nelerdir, hangi bilgi ve bulgulara dayanarak böylesine bir iddiada bulundunuz, lütfen bizlere yardımcı olunuz," deseydi, deseydi de, afra-tafra ile koltuğunun altında dosyalarla Meclis ve yandaş medya zeminlerinde dolaşan bu milletvekiline bu eski müfettiş ve eski genel müdüre soracakları sorular, alacakları cevap olurdu, diye düşünüyorum.