TÜRKİYE-PAKİSTAN KARDEŞLİĞİ BİR EFSANE DEĞİL, KÖKÜ YÜZYILLAR ÖNCESİNE DAYANAN BİR DAYANIŞMA ÖRNEĞİDİR. “UNUTMAYALIM” NOTUYLA DİKKATİNİZİ ÇEKMEK İSTERİZ, OSMANLI İMPARATORLUĞU’NU TARİH SAHNESİNDEN SİLMEK İÇİN İŞBİRLİĞİ YAPANLAR, ÖNCELİKLE HİNDİSTAN COĞRAFYASINDAKİ KARDEŞ BABÜR İMPARATORLUĞU’NU HEDEF ALMIŞLARDI. OSMANLI SULTANININ ‘HALİFE’ SIFATINI KULLANARAK ‘CİHAD’ İLAN ETMESİNDEN KORKUYORLARDI. 1918’DE KURULAN HİLAFET HAREKETİ’NİN HİNDİSTAN COĞRAFYASINDA YARATTIĞI HEYECAN VE DAYANIŞMA RUHU, BU KORKUNUN NE KADAR DOĞRU OLDUĞUNUN EN AÇIK GÖSTERGESİDİR. Pakistan’ın uğradığı benzeri görülmemiş sel felaketi karşısında, dünya kamuoyu gibi, bizlerin de gerektiği kadar duyarlı davranmadığımızdan söz eden sohbetlerimizde, Pakistanlı kardeşlerimize can borcumuz olduğunu belirtmiştik. Bizim Kurtuluş Savaşı verdiğimiz dönemde Pakistan, Hindistan toprakları içindeydi ve Hindistan da henüz bir İngiliz sömürgesiydi. O nedenle, o dönemden söz ederken Hindistan denildiğinde, Hindistan/Pakistan coğrafyasını birlikte düşünmek gerekir. Tarihte aynı dönemde hüküm süren ve dolaylı yoldan Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemiş olan Hind Türk –Moğol İmparatorluğu’ndan (Babür İmp.) söz ettiğimizde de, Hindistan/Pakistan ortak coğrafyasından söz ettiğimiz unutulmamalı. Aynı şekilde, Kurtuluş Savaşı’mız sırasında Hindistanlı Müslüman kardeşlerimizin yaptıkları unutulmaz yardımların da Hindistan/Pakistan coğrafyasında yaşayan insanların fedakarlıkları olduğu bilinmelidir. Kurtuluş Savaşı sırasında, o zamanlar Hindistan coğrafyasında yaşayan Pakistanlı kardeşlerimizin kollarındaki bilezikleri, ağızlarındaki dişleri söktürerek Türk kardeşlerine destek oldukları efsane değil, belgeleri hala arşivlerde olan yaşanmış gerçeklerdir. Osmanlı İmparatorluğu ile Hindistan coğrafyası arasındaki tarihi ve kültürel araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Azmi Özcan, Pan İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngilizler (1877-1924) adlı eserinde, Kurtuluş Savaşı verdiğimiz dönemde, Hintli/Pakistanlı Müslümanların yaptıkları yardım çalışmalarını ayrıntılarıyla ve belgeleriyle anlatmıştır: “Hindistan Müslümanları, I. Dünya Savaşı’ndaki bütün baskılara rağmen, Osmanlılara olan ilgilerini devam ettirmişlerdir. Özellikle savaşın sonlarına doğru yaşanan sıkıntılar ve Osmanlıların yok olma ihtimalinin belirmesi Hindistan’da yeni bir heyecana sebep olmuş ve Aralık 1918’de ünlü Hilafet Hareketi doğmuştu. Hareketin amacı, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumak ve mukaddes yerlerin Osmanlı’nın himayesinde kalmasını sağlamaya yönelikti. Hindistan Müslümanları, bütün olumsuzluklara rağmen, İngiliz devletadamlarının kendilerine verdikleri teminata güvenerek başarılı olacaklarına inanıyorlardı.” GANDİ DE YARDIM İÇİN ÇALIŞMIŞTI Hak yememiş olmak için hemen not düşelim, Osmanlı’nın son döneminde ve Kurtuluş Savaşı sürecinde bizlere destek olmak konusunda Hindistan/ Pakistan coğrafyasında ortaya çıkan dayanışma ve yardımlaşma ruhu, yalnızca Müslümanları değil, tüm Hindistan coğrafyasını etkilemiş, Mahatma Gandi bile yardım kampanyalarına bizzat katılmıştır. Prof. Dr. Azmi Özcan’ın kitabından okuyalım: “Ancak Mondros Mütarekesi’nin ortaya koyduğu şartların hemen sonrasında oluşan hereket Abdülbari, Dr. Ensari, Hekim Ecmel Han, Ebu’l Kelam Azad, Hasret Monahi, Seth Çotani, Ömer Subhani, Müşir Hüseyin Kıdvai, Seyyid Zahir Ahmet ve Ali kardeşlerin öncülüğünde başladı. Hepsi de tanımış İslam Birliği’nin taraftarı olan bu kişilerin görüşleri, “Nihai barış şartları belirmeden Türklerin desteklenmesi gerekliliği” düşüncesinde birleşiyordu. Daha önce kurulan Müslüman Birliği’nin 1918 sonunda yaptığı toplantıda da bu görüş kabul gördü ve 14 Kasım 1919’da Merkez Hilafet Komitesi kuruldu. Başkanlığına da Seth Çotari getirildi. Komite büyük bir heyecanla çalışmaya başladı ve kısa zamanda teşkilatlandı. Hindistan’ın hemen her yerinde yerel Hilafet komiteleri kuruldu ve Hinduların da yoğun desteğini sağladı. Ünlü Mahatma Gandi de bu destekte başı çekerek Merkez Hilafet Komitesi’ne başkanlık etti. Hilafet Hareketi Hindistan’da büyük bir halk hareketine dönüştü ve Türkiye lehine çok ciddi bir kamuoyu oluşturuldu. Komite yayınladığı bildiride isteklerini; “İstanbul Türklerde kalmalı, düzenlenecek barış konferansına Hindistan delegeleri de katılmalı ve hilafetin siyasi ve dini haklarına halel gelmemeli” şeklinde sıraladı ve hapisten yeni çıkmış Muhammed Ali başkanlığında bir heyetin Londra’ya gönderilmesine karar verildi.” Prof. Dr. Azmi Özcan, Hindistan’da lehimize meydana gelen bu gelişmeleri Hindistan Hükümeti’nin resmi tarihçisi Theodore Morison’un kaleminden şöyle aktarıyor: “Türkiye lehine çok ciddi bir kamuoyu oluştu. Peşaver’den Argot’a kadar bütün Müslümanlar bu konu üzerinde yoğunlaşmışlar. Evlerine kapanan kadınlar bunun için göz yaşı döküyorlar. Daha önce bu tür konulara hiç ilgi duymayanlar bile dilekçeler, toplantılar ve gösterilerle duygularını dile getiriyorlar. Artık bu konu burada her şeyin önüne geçti. Başka hiçbir şey konuşulmuyor, düşünülmüyor. Ülke genelinde 17 Ekim 1919 tarihi, “Hilafet Günü” ilan edildi. Gandi’nin desteği ile Hinduların da yoğun katılımı sağlanarak muazzam gösteriler yapıldı. Dükkanlar, iş yerleri kapatılmış, okullar tatil edilmiş ve Hindistan’ın hemen bütün şehirlerinde binlerce insan sokağa dökülmüştü.” YURTDIŞINDAN YARDIM TOPLANMASI VE HİLALİ AHMER’E ULŞTIRILMASI “Milli Mücadele süresince Cemiyet’e yurtdışından yapılan yardımların toplanması ve ulaştırılmasında çeşitli güçlüklerin yaşandığı, zaman zaman toplanan yardımların ancak bir kısmının ulaştırabildiği, bazı yardımların ise, yurda ulaşmasına rağmen belli bir kısmının Hilal-i Ahmer’e intikal edebildiği anlaşılıyor. O tarihlerde bütün Müslüman ülkeler emperyalist devletlerin sömürgesi konumundaydılar. Zorlukların başında Salib-i Ahmer ile Hilal-i Ahmer’in aynı konumda olmalarına rağmen bu sömürgeci devletlerin taahhütlerine uymayarak Hilal-i Ahmer’e farklı muamele yaparak para toplanmasına izin vermeme, toplanan yardımların yerine ulaştırılmasına mani olma gibi baskıları gelmekte idi. Bu zorluklar raporda şu cümlelerle yer alıyordu: ‘Şurasını da zikretmeden geçmeyelim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kendileriyle henüz barış anlaşması yapmadığı devletlerin müstemlakından ( sömürgelerinden) gelen bu paralar, belki de o devletlerin müsaade-i mahsusaları (özel izinleri) olmaksızın bin türlü ihtirazlar (çekinceler) altında toplanmış ve birçok ihtimalatı (olasılıkları) göze alarak bizlere kadar irsal edilmiştir (ulaştırılmıştır). Yurtdışından toplanan yardımlar, raporda da belirtildiği gibi, dolaylı yollardan Hilal-i Ahmer Ankara Murahhaslığı’na ulaştırılıyordu. Özellikle Roma Büyükelçimiz aracılığı ile ulaştırılan yardımlarda gecikmeler ve eksik teslimler söz konusu olabiliyordu. Hint Merkez Hilafet Komitesi Başkanı Seth Çotani’nin Cemiyet’e gönderdikleri 28 000 İngiliz lirasının ulaşıp ulaşmadığını sorduğu 20 Aralık 1921 ve 12 Ocak 1922 tarihli mektuplarına Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği 8Temmuz 1922 tarihli mektubunda; Roma Büyükelçiliği aracılığı ile gönderilen paranın 20 000 İngiliz lirasının alındığı ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından maksadına uygun olarak harcandığı, fakat 8 000 lirasının henüz gelmediği belirtiliyor.” MEDİNE’NİN EFSANEVİ SAVUNUCUSU ÖMER FAHRETTİN PAŞA’NIN ROLÜ İngilizlerin “Çöl Kaplanı” dedikleri Ömer Fahrettin Paşa, Peygamberimiz Türbesinin bulunduğunu Medine’yi, 17 Temmuz 1916’dan 13 Ocak 1919’a kadar inanılmaz güçlük ve yokluklara katlanarak savunmuş, askerlik tarihine geçen bir efsane yazmıştı. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine Osmanlı Hükümeti’nin “Medine’yi teslim et” çağrısına da uymamış ve şehri 5 ay daha savunmuştur. Savunmanın son zamanlarında, din kardeşlerimizin yiyecek vermemeleri nedeniyle, gül ile sembolize ettiğimiz Peygamberimizin türbesini, 73 gün boyunca askerleriyle birlikte çekirge yiyerek yaptığı savunma, şanlı tarihimizin bir altın sayfası olduğu kadar, askerlik tarihinde örnek olarak okutulan destansı bir savunma dersi olmuştur. Artık yapacağı bir şey kalmayan Ömer Fahrettin Paşa, 13 Ocak sabahı ezanlar okunurken sevgili Peygamberinin türbesine giderek namazını kıldıktan sonra, “Ben ve askerlerim senin türbene düşman çizmesi girmemesi için elimizden geleni yaptığımıza Yüce Allah şahidimdir. Şahit ol Ya Rabbim, şahit ol Ya Rabbim, şahit ol Ya Rabbim” diye ağlamış ve İngilizlerin Mondros Mütarekesi imzalanmış olmasına rağmen beş ay boyunca belinden alamadıkları kılıcını çıkarıp Peygamberinin sandukası üzerine bırakmıştı. İşte bu Fahrettin Paşa, 1922-1926 yılları arasında TBMM Hükümeti’nin Kabil (Afganistan) büyükelçiliğini yapmıştır. Fahrettin Paşa Kabil’deyken, 1920’de yaptıkları Bombay Kongresi’nde İngiliz Hükümeti’nden Türkiye’ye karşı yürüttüğü yıkıcı siyasete son vermesini isteyen Hilafet Komitesi Başkanı Seth Çotani’yle temasa geçmiş ve Türk Kurtuluş Savaşı sırasında gönderilen yardım çalışmalarını teşvik etmişti. ŞİMDİ SIRA BİZDE Türkiye ile Hindistan/Pakistan coğrafyasında yaşayan insanlar arasında, böyle, kökü yüzyıllar öncesine dayanan bir dayanışma ve yardımlaşma geleneği var. Şimdi yardım için kolları sıvama sırası bizde. Oradaki kardeşlerimiz sel suları arasında yaşama savaşı verirlerken, bizim burada rahat uyku uyabilmemiz mümkün değildir. Bu her şeyden önce insanlık gereğidir. Hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle Afganistan’ı işgal edenlerin, Orta Asya’yı Afganistan/Pakistan üzerinden Hint Okyanusu’na bağlayan tarihi yolu kontrol altında tutmak isteyenlerin uyguladıkları haber karartma çabaları, dikkatimizi dağıtmamalı, vicdanımızı karartmamalıdır. Aksi halde, 63 yıl önce bağımsızlığına kavuşan Pakistan’ı yeniden kolonileştirmeye çalışan emperyalistlerin işlerini kolaylaştırmış oluruz. Kim ne derse desin Türkiye, tarihi ve kültürel mirası ile ekonomik gücüyle bölgenin kutup yıldızıdır. Pakistanlı kardeşlerimize göstereceğimiz ilgi, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan aldıkları güç ve ilhamla bağımsızlıklarına kavuşan ülkelerin yeniden emperyalizmin kıskacına girmeme çabalarına destek olacaktır. Çünkü, geniş açıdan bakıldığında, konuyla ilgili sohbetlerimizde anlattığımız gibi, Pakistan’daki sel felaketiyle ilgili ilginç örtüşmeler dikkati çekmektedir. “Unutmayalım” notuyla dikkatinizi çekmek isteriz, Osmanlı İmparatorluğu’nu tarih sahnesinden silmek için işbirliği yapanlar, öncelikle Hindistan coğrafyasındaki kardeş Babür İmparatorluğu’nu hedef almışlardı. Çünkü, Osmanlı sultanının halife sıfatıyla cihad çağrısı yapmasından korkuyorlardı. 1918’de kurulan Hilafet Hareketi’nin Hindistan coğrafyasında tarattığı heyecan ve dayanışma ruhu, bu korkunun ne kadar doğru olduğunun en açık göstergesidir. Kardeş ülkelerin ortak kader yaşadıkları da bir başka gerçektir.