5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ (2)
ÖVGÜ KAMUFLAJI ALTINDA BEYZBOL SOPASI GİBİ BİRŞEY..

Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim'in söyledikleri medyamız tarafından,"Türk ekonomisine Kim'den övgü" şeklinde değerlendirildi, ama "Dünya ekonomik sistemi dönüşürken Türkiye ekonomik sistemi de takdire şayan şekilde dönüşüyor" diyen Dünya Bankası Başkanı, övgü kamuflajı altında çok başka şeyler anlatıyordu.  Medyamız "övgü"nün sözlük anlamını yanlış okumuş olmalı. Obama'nın Başbakan Erdoğan'la konuşurken eline aldığı beyzbol sopasıyla çektirdiği fotoğrafı çağrıştıran bir övgü değil miydi,  Başkan Kim'in söyledikleri?

ATEŞLİ SİLAHLAR SUSTUĞUNDA EKONOMİNİN SİLAHLARI KONUŞMAYA BAŞLAR
Ateşli silahların sustuğu anda ekonominin silahları konuşmaya başlar. Ekonomi alanında başarı kazanmak, ateşli silahların kullanıldığı, cephelerin belirgin olduğu meydan savaşlarını kazanmaktan zordur. Aslında, meydan savaşlarıyla ekonomi savaşları matruşka bebekler gibidir; birbirlerini yakından etkilerler. Bu gerçek, tarihin her döneminde geçerli olmuştur.
Günümüzde Ortadoğu'da yaşanmakta olan küresel paylaşım savaşının hedefi, dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümünü barındıran bölgeyi ve enerji dağıtım yollarını kontrol altına almaktır. Batılı emperyalistlerin, sahip oldukları zengin petrol varlıkları nedeniyle kontrol altında tutmak istedikleri Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan coğrafya, yüzyıllar boyu içiçe yaşadığımız eski Osmanlı coğrafyasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun külleri üzerinde, emperyalizme baş kaldırarak kurulmuş genç, çağdaş ve dinamik bir ülkedir; bütün olumsuz gelişmelere rağmen Ortadoğu denkleminde önemli yeri olan, tarihi ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinliği nedeniyle bölgesel bir aktördür. Bölgenin enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrolü altına almak isteyen emperyalistlerle Türkiye'nin çıkarları çoğu zaman çatışmaktadır. Bütün bu nedenlerle Türkiye, bölge ülkeleri açısından bir "örnek" ülke olmasına rağmen, emperyalist Batılı ülkeler açısından, kontrol altında tutulması gereken bir ülkedir. Bölgesel ve küresel gelişmleri bu gerçekler çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

 ÖVGÜ KAMUFLAJI ALTINDA BEYZBOL SOPASI
1923'teki 1. İzmir İktisat Kongresi'nde yabancı kuruluşların temsilcileri yoktu, ama 2013'teki kongrede IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Merkez Bankası, UNDP gibi dünya ekonomisine yön veren kuruluşlar tam kadro İzmir'deydiler. Bu tablo Türkiye'nin önemini vurguladığı gibi, ne kadar yakından izlendiğinin de bir göstergesidir.
Türkiye Ortadoğu ülkelerine, ancak Batı'nın hoş gördüğü açıdan ve Batılıların kabul edebilecekleri ölçüde "örnek" olması arzulanmaktadır. Batılı emperyalistlerin, estirdikleri "Arap Baharı" rüzgarları eşliğinde kaosa, iç savaşa sürükleyerek, inandırıcı olmayan  gerekçelerle işgal ederek  yağmaladıkları ülkelere, Türkiye'nin, 1923 ruhuyla örnek olması asla arzu edilmemektedir. O nedenle, 5. İzmir İktisat Kongresi, Türkiye'nin 2023 vizyonu, Batılı uzmanlar ve kuruluşlar tarafından dikkatle izlenmiştir. Türkiye'ye "övgü" kamuflajı altında, aba altından sopa gösterilmiştir.

ÖVGÜ KAMUFLAJI ALTINDA BEYZBOLSOPASI
Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim'in söyledikleri medyamız tarafından,"Türk ekonomisine Kim'den övgü" şeklinde değerlendirildi, ama "Dünya ekonomik sistemi dönüşürken, Türkiye ekonomik sistemi de takdire şayan şekilde dönüşüyor" diyen Dünya Bankası Başkanı, övgü kamuflajı altında çok başka şeyler anlatıyordu.  Medyamız "övgü"nün sözlük anlamını yanlış okumuş olmalı. Obama'nın Başbakan Erdoğan'la telefonla konuşurken, elinde beyzbol sopasıyla çektirdiği fotoğrafı çağrıştıran bir övgü değil miydi,  Başkan Kim'in söyledikleri?
Dünya Bankası Başkanı Kim, Türkiye ile yakınlaşmanın tarihte görülenin son derece ötesinde olduğunu vurguladıktan sonra şöyle diyordu:
"Bu kazanımlar son derece kırılgandır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler çabuk toparlandı, ama iddialı büyüme hedefleri krizden olumsuz etkilendi. 'Hayalet kriz' denilebilecek etkiler bu hedefleri aşağı çekiyor. Herşey süratle değişiyor. Küresel sorunlara yeni çözümler üretilmesi gerekiyor. Türkiye gibi 'donör ülkeler'le daha yakın çalışmamız gerekiyor."
Kim'in sözlerini "övgü" olarak değerlendirmek için oldukça iyi niyetli olmak gerekiyor. Kim'in bu sözlerini, Demokrat ve Cumhuriyetçi Partili uzmanlar ve ABD'nin eski Türkiye büyükelçileri Morton Abromowitz ile Eric Edelman tarafından kaleme alınan "From Rhetoric to Reality-Reframing U.S." başlıklı 72 sayfalık raporda söylenenlerle birlikte okuduğumuzda, Türkiye'nin "örnek" bir ülke olduğu kadar "hedef" bir ülke olduğu kolayca görülmektedir.
 Söz konusu rapor, "Türkiye'nin dış politikasının mezhepçiliğe dönüşerek bölgedeki etkinliğini daha da azalttığına, Türkiye'nin bir dönüm noktasına yaklaştığına" vurgu yaparak, "Türkiye'nin, önümüzdeki 18 ay içinde üç seçim geçirecek olmasından ötürü, içeride, Suriye'deki iç savaştan çok kötü etkilenen azınlıklarının da dahil olacağı daha da artan siyasi karışıklıklarla kırılgan bir ekonomiyle karşı karşıya kalacağını" belirtiyor.   
2023 vizyonumuzu, 100. Yıl hedeflerimizi belirlerken, 90 yıllık başarılar dizisiyle oluşan Türkiye imajının, bölgeyle ilgili yüzyıllık planları olan emperyalist ülkeler  tarafından alkışlarla karşılanmadığını bilmemiz gerekir. Kırım Savaşı sonrasında yürürlüğe konulan ve Osmanlı'yı tarih sahnesinden silmeyi ve mirasını paylaşmayı hedefleyen planın, yeni aktörlerin de eklenmesiyle aynen sürdürüldüğü gerçeğini unutmamız gerekir.
Dün olduğu gibi bu gün de, Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan coğrafyada yer alan ve hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle işgal edilerek, "Arap Baharı" rüzgarlarıyla kaosa ve iç şavaşa sürüklenerek petrol varlıkları yağmalanan Müslüman ülkeler için tek "örnek",  bütün olumsuz koşullara rağmen emperyalizme baş kaldıran 1920'ler Türkiyesidir.

BAŞARABİLECEK MİYİZ?
5. İzmir İktisat Kongresi'nde yapılan vurgulardan anlıyoruz ki, Cumhuriyet'in 100 yılı olan 2023 hedefimiz, 1923'ün devamını getirmek, yani hızlı bir sanayileşme atılımıyla kalkınma, modernleşme, çağdaş medeniyet seviyesini yakalayabilme, 2 milyar büyüklüğündeki bir ekonomi olarak ilk 10 arasına girebilme ve kişi başı milli geliri 25 bin dolar seviyesine ulaşmak, Türkiye'yi gerçek demokrasiyle buluşturmak..
Başbakan Erdoğan, yaptığı konuşmada, 1923 ruhuna, o dönemin vizyonuna dikkat çekerek 1940'lı yılların kuruluş felsefesinden uzaklaşan bir anlayış benimsediğini söylüyordu: "Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerin büyük sermayedarlarına öz evlat muamelesi yapıp, Anadolu sermayesini horlamak, itip kakmak, asala ve asla Cumhuriyet'in politikası değildir."
Cumhurbaşkanı Gül, Klasik verimlilik ekonomisini terkedip bilgiye dayalı ekomiye geçmemiz ve yüzde 18 tasarruf gerçekleştirecek önlemler almamız gerektiğini vurguluyordu: "Kayıp yılların acısını hissediyoruz. Aynı çıkmaz yollara girmemeliyiz."
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, küresel krizin olumsuz etkilerine dikkat çekiyor ve  "Ekonomide hala güçlü, dengeli bir toparlanmanın olduğunu söylemek biraz güç.(...) Ekonomik güç dengelerindeki değişim, er geç siyasi güç dengelerine de yansıyacak. Ülkelerin tercihleri önümüzdeki 30 yıllık dönemin belirleyicisi olacak.  Ekonomik ve siyasi reformların devam etmesibizi başarıya taşıyacak temel etkenler olacak" diyordu.
Başarabilir miyiz?
Bütün engellemelere rağmen, 90 yıllık performansımıza, başarı grafiğimize baktığımızda, bunun hiç de zor bir hedef olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Önemli olan övgü dolu sözlerle gözlerimizi kamaştırmaya çalışan "dostlarımızın" önümüze kurdukları tuzakları görebilmektir. Emperyalizmin yeni yüzü olan küreselleşme rüzgarlarıyla savrulmamaktır;  "Konjonktürel etkidir, karşı konulamaz" aldatmacısına kanmamaktır.