İbrahim Güray AYTEKİN ÖZEL HABER ARAŞTIRMA

31 Mart Vakası (İsyanı, Ayaklanması, Olayı yahut Hadisesi), II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanma ve darbe teşebbüsüdür. Rumî Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.

Meşrutiyet Rumeli olayları ardından zorla dayatılmış görünse de, aslında Osmanlı toplumu için özgürlükçü bir devrimdir. 33 yıllık mutlakiyet ardından seçimler yapılıp parlamento kurulmuş, güya zalimle mazlum uzlaşmış görünüyordu. Ancak iç çekişmeler endişe verici boyutlara ulaşmış, 13 Şubat 1909’da Kamil Paşa’nın düşürülmesiyle isyanın fitili ateşlenmiş, topluma verilen ayar 9 ay sonra bozulmuş, yani eskisi ölmüş ama yenisi doğmamış oluyordu.

13 Nisan’da başlayıp 27 Nisan 1909’da Abdülhamit’in tahtından indirilmesiyle sona eren bu isyan çok bilinmeyenli bir denklem, hatta bir muammadır. İlginç olanı Abdülhamit’in isyan boyunca hiç telaşa kapılmamasıydı. Softalar ve çavuşlarla çıkarılan isyanın, kendine yönelmediğini öğrenmişti. 

Herkese babalık gösterirken sadece İttihatçılar’la görüşmedi, halbuki meşrutiyetin en dinamik gücü ordu ve İttihat Terakki demekti. Başta İngiliz elçiliği olmak üzere 31 Mart’ın kışkırtıcıları, İsmail Kemal, Prens Sabahaddin, Mizancı Murad, Mevlanzade Rıfat ve Şerif Paşa’ydı. Silahlı öncülerse avcı taburları, militanları da Bab-ı Meşihat uleması, El İslam Cemiyeti, medrese softaları, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti idi. 

Müderris ve dersiamlar, ders vekili Halis Efendi, Temyiz üyesi Haydar Efendi, Fetva emini Nuri Efendi, Rasim Hoca, Saidi Kürdi (Nursi) ve Derviş Vahdetin. Hepsi Ayasofya meydanındaydı.

İsyana öncülük edenlerin zihin haritasına bakılırsa İslamcı öğretinin yaratmış olduğu irtica hareketiydi. Kimsenin namaz niyazına karışılmamış, camiler kapanmamış, Halife başımızda, alay imamları askere namaz kıldırıyordu. Buna rağmen “Şeriatın” dili çözülmüştü. Kız liselerinin kapatılması isteniyor, kadınların saçı kesilip yüzüne tükürülüyor, musiki aletlerinde şeytan aranıyor, fotoğrafçı dükkânlarındaki resimler parçalanıyordu. Ağızlarında özgürlük, adalet, kardeşlik yerine, “şeriat-ı garra” sloganları duyuluyordu.


Abdülhamit’in 13 yıllık Dahiliye Nazırı Memduh Paşa’ya göre, Yıldız’ın üstünden uçan kuşlardan bile haberi olan Abdülhamit’in bu isyandan habersiz olması imkânsızdı. Muharrik gücü olmasa da Osmanlı tahtına gizlenmiş baş aktörüydü.

1) İttihat ve Terakki Cemiyetinin iktidara gelebilmek için kendine her türlü yolu meşru gören bir tavır içerisine girmesi, el altından cemiyetin desteklediği terör hareketleri ve birbirini izleyen siyasî cinayetlerden dolayı sorumlu tutulması,

2) Halkın hükümete olan güveninin sarsılması, Ordudan çıkarılan alaylı subayların menfaatleri zedelendiği için hiddete kapılmaları, İttihat ve Terakki Cemiyetine düşman kesilmeleri, kendilerine tercih edilen mektepli subayların “din düşmanı” oldukları hakkında halk ve asker arasında yaygın bir propaganda yapmaları,

3) Subayların askerler üzerinde yaptığı din konusundaki baskı biçiminde algılanan telkinler ile onları din görevlileri ve medreselilerle temastan menetmeleri, ülkede İttihat ve Terakki Cemiyetinin üzerinde bir kuvvetin bulunmadığı düşüncesini aşılamaları,

4) Medrese öğrencilerinin askere alınmak istenmesi, Derviş Vahdeti’nin kurmuş olduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve bu cemiyetin yayın organı olan Volkan gazetesiyle halkın dinî duygularını istismar ederek yayın yoluyla yaptığı kışkırtmalar,

5) Devlet dairelerinden açığa alınan memurların muhalefet saflarına katılmaları, İstanbul’a Meşrutiyet’in koruyucusu sıfatıyla getirilen Avcı taburlarına mensup İttihat ve Terakki yanlısı subaylar ile bu taburlarda görevli erlerinin başına buyruk disiplinsiz hareketleri,

6) Bu arada büyük devletlerin özellikle İngiltere’nin Orta Doğudaki çıkarlarını daha da sağlamlaştırmak amacıyla alttan alta yerli işbirlikçilerle yaptıkları menfi propagandaların devam etmesi, bu olaylar derece derece isyanın patlak vermesine neden olmuştur.

 Adliye Nazırı Nazım Paşa, Lazkiye Mebusu Emir Aslan öldürüldüğü, Binbaşı Ali Kabuli gözleri önünde linç edildiği halde, Abdülhamid sakindi, çünkü meşrutiyeti kendinin verdiği bir lütuf sayıyordu. Yetersiz kişiliği ihtirasını dolduramayınca vicdanları satın alarak ölene kadar saltanatta kalmayı planlıyordu. Fakat kendisi İttihat Terakki’ye neden güvenmiyorsa, onlar da kendilerini her an sırtından hançerleyecek biri sayıyorlardı.


Ayasofya meydanındaki bu çapulculara en donanımlı 1. Ordu’muz saraydan emir gelmediği için müdahale edemedi. Harbiye Nazırı, Sadrazam saraya sığınmış, hükümet düşmüştü. İsyan haberi Selanik’e ulaşınca askeri mahfiller ve İttihat Terakki merkezinde fırtına kopmuştu. Mabeyn’e çekilen tehdit telgrafıyla, meşrutiyet ve Osmanlı Ordusu’na sürülen lekenin temizlenmesi istendi. Bu görev 3. Ordu Kumandanı Mahmud Şevket Paşa’nın omuzlarına yüklendi. 

Mahmud Şevket Paşa bir Abdülhamid paşasıydı. Omuzları ve göğüsleri Abdülhamit’in nişan ve madalyalarıyla süslüydü. İstanbul’a asker gönderme kararı alarak, Selanik Redif Fırkası Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa’yı görevlendirdi. 

Yüzbaşı Mustafa Kemal bu fikirlerini Selanik’teki Askerî Kulüp’te yapılan toplantıda dile getirmişti. Onun subayların siyasetten ayrılmalarına yönelik düşüncelerinden rahatsız olan İttihat ve Terakki Cemiyetinin bir kısım ileri geleni, Mustafa Kemal’in İstanbul’a sevk edilecek ordunun kurmay başkanlığında bulunmasını uygun görmemiş, ancak tehlikenin büyüklüğü bu türden karşı çıkmayı imkânsız kılmıştır. Zaten tecrübeli bir komutan olan Hüseyin Hüsnü Paşa, Mustafa Kemal’in her durumda İstanbul’a gidecek olan orduda yer almasını temin edeceğini belirtmişti.

(14 Nisan 1909) Fırkanın Erkan-ı Harp Reisi Kolağası Mustafa Kemal idi. Mustafa Kemal’in önerisiyle kuvvete Hareket Ordusu adı verildi. 16 Nisan’da Çatalca’ya gelen Hüsnü Paşa iki beyanname yayımladı. Mustafa Kemal’in kaleminden çıkan beyannamelerde, meşrutiyete ve Osmanlı ordusuna sürülen lekenin temizleneceği, din kisvesine bürünen sahte dinci canilerin cezalandırılacağı vurgulanıyordu.


Mahmud Şevket Paşa iki gün sonra emir komutayı bizzat üzerine alarak Yeşilköy’e geldi (22 Nisan). “Yıldız Münzevisi’ne” çektiği telgrafta hem sadakat sergiliyor, hem yanıltma taktiği uyguluyordu.

25 Nisan’a kadar tüm direniş noktaları susturulmuş, Yıldız kontrol altına alınmıştı. 27 Nisan’da toplanan Meclis milli hal kararı aldı ve Ziyaeddin Efendi’nin fetvasıyla Abdülhamit saltanatı sona erdirildi. Bu Meclis’e Abdülhamit’in yedi kere sadarete getirdiği Said Paşa riyaset ediyordu. Said Paşa tam bir Brütüs kesmiş, 33 yıllık saltanat süresince çektiği kahırlar, ezilip horlanma, kullanılıp mendil gibi atılma sahneleri gözünün önüne gelmişti... 

‘Hal’ kararını Abdülhamit’e tebliğ için Gürcü Arif Hikmet Paşa, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram Efendi ve Musevi Emanuel Karasu seçilmişti. “‘Hal’ kararının tebliği milli ve dini bir mesele olduğu için, böyle bir heyete tevdi edilmesi” gurur kırıcıydı. Kısacası ‘hal’ fetvasını dört kişilik bu adam müsveddeleri tebliğ etmiş oldu.
Abdülhamit’in ilk aklına gelen hayatının korunmasıydı. Ömrünün sonunu Çırağan Sarayı’nda geçirmek istiyordu. Ancak felaketin daha büyüğü kapıdaydı.

Hareket Ordusu Abdülhamit’i Selanik’e gönderme kararı aldı. Karar ne kadar halisane olursa olsun İttihat Terakki’nin güç gösterisiydi. Cemiyetin ve Meşrutiyet’in kalbi Selanik’te attığına göre, onu kontrol için en uygun yer orasıydı. Abdülhamit İstanbul’da kaldığı sürece fesat çıkarabilirdi.


27 Nisan 1909 Osmanlı hanedanı için uğursuzluk ve sevinç günü oldu. Sultan Reşad da o gün tahta oturdu. Abdülhamit’e sürgün kararını Mabeyn’de Hüseyin Hüsnü Paşa, Galip Bey (Pasiner) ve Ali Fethi Bey (Okyar) tebliğ ettiler. Hüseyin Hüsnü Paşa, saygılı bir şekilde kararı Abdülhamit’e bildirdi. 

Abdülhamid’in aklına kanlı saltanat değişimleri gelmiş, bu karardan ürpermişti. Ben Selanik’e gidemem dedi. Hüsnü Paşa: “... Efendim, kerem ediniz, ordu bu karardan rücu edemez. Hayatınız tekeffül edilmiştir” diyerek yumuşattı.


27/28 Nisan Abdülhamit’i çaresizliğe sürükleyen zulmet gecesi oldu. Selanik treni Sirkeci’de yolcu bekliyordu. 33 yıldır saltanat sürdüğü sarayını aniden terk etmek kolay değildi. Birkaç bavul içine bazı eşya ile mücevheratı toparlayabildiler. Dört kadın efendisi, iki şehzadesi ile Şadiye, Ayşe ve Refia sultanları ve 32 kişilik kafileyi belirledi. 

Yıldız’ın her köşe bucağında hafiye jurnalleri kalmıştı...Yere serdiği halılar, duvara astığı tablolar, kendi eliyle işlediği masalar... Mikado’nun hediye ettiği kuşlar... Hamidiye Marşı’nı ezberlemiş papağanlar... Yıldız bahçesinde dolaşan her cinsten kediler ve köpekler... El emeği göz nuru köşkler ne olacaktı?


Abdülhamit Balkan Harbine kadar Selanik’te kaldı. Harp çıkınca Beylerbeyi Sarayı’na getirildi ve 1918 Şubat’ında eceliyle öldü.