Hatay 4000 yıllık geçmişe sahip. Dünyada kurulan ilk şehirdir.  Bu zamana kadar depremde 7 defa olduğu gibi yıkılıp tekrar kuruldu.  Antakya Mozaik Müzesi, mozaikleri bakımından Dünyada ikinci sırada. Dünyadaki ilk kilise olan St. Pierre Kilisesi Hristiyanlığın yayıldığı ilk mağara kilise buradadır.  Hristiyanlara "HIRISTIYAN"ismi ilk burada verilmiştir.  Türkiyenin en uzun kumsalları buradadır. (12 km)  İstikameti dolayısıyla tamamiyle "Güneyden" gelip "Kuzeye" dökülen iki ırmaktan biri olan Asi Nehri Güney’den Kuzey’e ters akan tek nehirdir.  Fetihler dışında müslümanlık Anadoluya ilk olarak buradan girmiştir "Habib-i Neccar Camii Anadolu'da yapılan ilk camidir"  Eski dünyanın bilinen en uzun surları buradadır. (Antakya Kalesi 26 km)  Eski Dünyanın en büyük ticaret yolları buradan başlamış ve bitmiştir "İpek-Baharat” M.Ö sinden 18 yy.la kadar nehir vasıtasıyla içeriye kadar deniz ticaretinin yapıldığı tek yerdir.  Hatay, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Devlet olma özelliğini kazanmış tek vilayettir.  M.Ö 300 yılında kurulan Antakya, M.Ö I. yy antik dünyanın üç büyük şehrinden biriydi.  Dünyada ilk Olimpiyatlar burada yapılmıştır."Roma döneminde yapılan Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapmıştır."  Hatay ismi Atatürk tarafından verilmiştir. Sınırdaki ışık anlamına gelir.  Antakya müzesindeki para koleksiyonu dünyada 3. sırada yer almaktadır.  İlk sokak lambaları Antakya'da kullanıldı "Dünyada meşalelerle aydınlatılan ilk sütunlu cadde olan HEROD CADDESİ (KURTULUŞ CADDESİ) Antakya’dadır.


Hititler Dönemi: M.Ö. 1620—1595 yılları arasında Hitit Kralı Hatuşil’in oğlu Murşil ile Yamhad arasında bir anlaşma imzalanır ve  bu anlaşmadan sonra Murşil ölünceye kadar Hatay Hititlerin egemenliği altında kalır. Murşil öldükten sonra M.Ö.1490 yılında Atçana ve Suriye, Mısır egemenliği altına girer.

Asurlar Dönemi: 13. Yüzyılda Hitit imparatorluğunun zayıf düşmesiyle beraber Asurlular bölgeye egemen olur. Asurluların bölgeye düzenledikleri sefer sonucunda  hem güneydoğuda hem de Hatay’da Asurlular dönemi başlar.

Oğuzlar Dönemi: M.Ö. 654 yılında Filistin yöresine gelen Oğuzlar, 10 yıl sonra Antakya önlerine geldiler. Oğuzlar şehri ele geçirdikten sonra 18 yıl boyunca Antakya’da hüküm sürdüler. M.Ö. 626 yılında Antakya’dan ayrıldılar.

Persler Dönemi: M.Ö. 550 yılında Pers İmparatorluğu büyük bir güç kazanarak Ortadoğu halkları üzerinde egemen olmaya başlar. M.Ö. 540 yılında ise Antakya Pers İmparatorluğuna bağlanır.

İskender Dönemi: Anadoluyu baştan başa aşarak Çukurova’ya gelen Büyük İskender M.Ö. 333 yılında İsos’ta (Dörtyol civarı) Pers İmparatorluğunu bozguna uğratır. Bu zaferden sonra Amanos’ları aşarak Amik Ovasına gelir.

Seleukeia Dönemi: M.Ö.323 yılında İskender’in ölümünden sonra komutanları arasında nüfuz mücadeleleri baş gösterir. I. Antigonos ile Selevkos M.Ö. 312 yılında savaşa tutuşur. Antigonos’u yenen Selevkos M.Ö.307 yılında Asi kenarında “Antigonia” şehrini kurdu. Selevkos ise M.Ö. 300 yılında Seleukeia  kentini kurar. I. Selevkos Antigonia’yı yıkarak yerine M.Ö. 22 Mayıs 300 yılında bugünkü Antakya’yı yani “Antiokheia” şehrini kurar. İlk olimpiyat oyunları da bu dönemlerde ( M.Ö.195-M.S.6. yy) yapılır.

Romalılar Dönemi: M.Ö. 64 döneminde Roma İmparatorluğunun egemenliği altına girer ve Suriye eyaletinin başkenti olur. M.S. I. Yüzyıl Hıristiyanlığın Kudüs’ten sonra yayılmaya başladığı ve ilk defa Hz. İsa’ya inananlara Hıristiyan denildiği yer Antakya’dır.M.S. 395 yılında Roma ikiye bölünür ve Antakya Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) sınırları içinde kalır. Bu dönemlerde Antakya’da saraylar, köşkler, heykeller, su yolları, hipodromlar, hanlar, hamamlar, kütüphaneler ve mozaik okulları açılır. Bu dönemde Antakya doğunun başkenti haline gelir.

İslam Dönemi: 540 yılından 628 yılına kadar Antakya İran işgali altında kalır. 638 yılında Suriye’de fetihler yapan Ebu Ubeyd’e Bin Cerrah komutasındaki İslam ordusu Antakya’yı kan dökmeden anlaşmayla teslim alır. Bu dönemde bir çok kale ve yapıtlar inşa edilir.

Bizans Dönemi: 331 yıl boyunca İslam egemenliği altında kalan Antakya 969 yılında Bizanslara teslim olur.

Selçuklular Dönemi: Selçuklu Hükümdarı Süleyman Şah 1084 yılında Antakya’yı teslim alır.

Haçlılar Dönemi: 1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya ulaşan Haçlılar önce İskenderun’u sonra Belen’i oradan da Antakya’ya gelerek Antakya’yı kuşatır. Bu kuşatmaya fazla dayanamayan Antakya 3 Haziran 1098 günü haçlıların egemenliği altına girer.

II. Bizans Dönemi: Antakya 1137 yılında Bizans İmparatoru Kommenos komutasında ikinci kez zapt edilir.

Eyubiler Dönemi: Selahaddin Eyubi 1187 yılında önce Halep şehrini ele geçirir. Daha sonra Haçlıların elinde bulunan Bakras ve Darpsak kalelerini zapt eder ve Antakya’nın Anadolu ile bağlantısını keser. Antakya Prensliğinin isteği üzerine yapılan anlaşma sonucunda Eyubi orduları 1191 yılında bölgeden çekilir

Memluklar Dönemi: Memluklar daha önce Antakya’yı iki kez kuşatmış olmasına rağmen  zapt edememişlerdi. M.S.1268 yılında Haçlıları mağlup ettikten sonra Antakya Memluklar tarafından zapt edilir.

Osmanlılar Dönemi: Memlukluların elinde bulunan Antakya için Osmanlılar iki kez savaş yaptı ve bu savaşların sonucunda Osmanlı ordusu yenildi. 1490 yılında ise iki devlet arasında anlaşma yapıldı. 24 Ağustos 1516 yılında ise Osmanlı ordusu ve Memluklar arasında yapılan Mercidabık savaşı sonrasında Osmanlı ordusu Antakya’yı zapt eder.

Fransızlar Dönemi: 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandı. Mondros’ta imzalanan bu mütareke, Osmanlı devletini paylaşma niteliği taşımakta idi. Bu mütareke aynı zamanda Hatay’ın  Fransızlar tarafından işgalini ön görmekte idi.  Hatay, İskenderun’dan başlayarak işgal edilmeye başlandı. Fransızlar bölgeye yerleşince 27 Kasım 1918 günü “İskenderun Sancağı” oluşturuldu. 7 Aralık 1919 günü de Antakya işgal edildi.

Hatay Devleti Dönemi:   12 Eylül 1938 tarihinde Hatay'da kurulan devlet.30 Haziran 1939 tarihinde Hatay Millet Meclisi'nin Türkiye'ye iltihak kararı alması ile son bulmuştur. Devletin ilk ve tek cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen'dir. Başkenti Antakya olan devletin 1938 yılındaki nüfusu 237.000 kişiydi. Birinci Dünya Savaşı'ndan 1938'e Hatay Osmanlı İmparatorluğunun 1. Dünya Savaşı'nı kaybetmiş olması sonucu, bütün cephelerde olduğu gibi Filistin ve Suriye'de dövüşen Osmanlı Ordusu da, 1918 Eylül ayı sonlarına doğru görev bölgesinden çekilmeye başladı. Suriye'de, VII. Yıldırım Ordusu'nun yöreden ayrılmasından sonra İtilaf Devletleri'nin desteği ile, Hicaz Emiri Faysal'ın başkanı olduğu bir Arap-Suriye hükümeti kuruldu. İngilizler, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşması hükümlerine dayanarak 25 Kasım 1918'de İskenderun Sancağı'na bir miktar asker çıkardılar. Aynı Antlaşma hükümlerine göre, Osmanlı yönetimine bırakılmış olmasına rağmen İskenderun Sancağı 'nı işgal eden İngiliz birlikleri, 5-6 gün kentte kaldıktan sonra çekilerek 7 Aralık 1918 tarihinde, Antakya'ya giren Fransız askerlerine işgali devrettiler.

Mondros Antlaşması ile bu topraklarda görevi bitmiş olan VII. Yıldırım Ordusu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa geri geldiği Adana'da bu işgal hareketini müttefik orduları kumandanı Mareşal Allanby nezdinde protesto etti. Yerli halkın ileri gelenlerinden bir grubun Fransız yönetimine karşı mücadele kararı alması sonucu sancakta mücahitler olarak adlandırılan ve zaman, zaman silahlı çatışmaya da giren bir direniş hareketi örgütlendi. 13 Temmuz 1919'da İskenderun Sancağı'na gelerek halka Fransız yönetiminden memnun olup olmadıklarını soran Amerikan heyetine büyük çoğunluğun Türk idaresini istedikleri şeklindeki beyanı, Fransız yönetimine karşı başlatılan direniş hareketinin haklılığını göstermekte idi.Sivas Kongresi'nde ilk esasları meydana çıkmış olan Misak-ı Milli kavramı ile ilgili olarak bu direniş hareketinin önde gelen isimlerinden Tayfur Ata Bey (Sökmen) ile Ankara arasında yapılan yazışmalarda, İskenderun Sancağı ve havalisinin de ( Hatay) bu hudutlar içerisinde olduğunun Mustafa Kemal tarafından belirtilmiş olması, bir süredir Misak-ı Milli hududu dışında kaldıkları kuşkusu içinde olan bölge halkının maneviyatını yükseltti.

Güneydoğu Anadolu ve İskenderun Sancağı'nda iki yıldır süregelen ve Fransız hükümetini huzursuz eden direniş hareketinin ve çatışmaların sona erdirilmesi amacıyla, Ankara Hükümeti ile 9 Haziran 1921 tarihinde başlanan görüşmelerin, 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile bir uzlaşma ortamına girmesi üzerine, Antakya'da Fransız yönetimine karşı sürdürülen direniş faaliyetine bir süre ara verildi. Ancak, antlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce, 26 Ağustos 1921tarihinde, Fransızlar bütün Suriye'yi işgal ederek, daha önce kurmuş oldukları Faysal başkanlığındaki Suriye Hükümeti'ne son vermiş ve ülkede manda yönetimini uygulamaya başlamışlardı. Gene Ankara Antlaşması hükümlerine göre Fransızlar, Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis ve Anteb'i boşaltırken,İskenderun, Antakya, Kırıkhan, Reyhanlı, Altınözü ve Samandağ'dan çekilmeyip bu beldeleri İskenderun Sancağıadı altında ve özel bir statü içinde, Fransız mandası olarak yöneltilmekte olan Suriye Devleti'ne bağladılar. Bu uygulamaları ile Ankara Antlaşması, sancağın kurtuluş ümitlerini gelecekte belirsiz bir zamana bırakmış olması nedeniyle Hatay'da yaşayan Türkler arasında üzüntü yarattı.


Ankara Antlaşması hükümleri içinde sancak dahilindeki okullarda Türkçe'nin okutulması, Arapça'nın yanında Türkçe'nin de resmi mahiyette bir dil olması, Türk kültürünün yayılması, sancak bayrağının Türk bayrağına benzer bir bayrak olması gibi maddeler bulunmasına rağmen Fransızlar bu maddeleri hiçbir zaman uygulamadılar..

Fransızların, İskenderun Sancağından çekilmemeleri ve sancak içindeki Türk nüfusa karşı davranışlarındaki eşitsizlik üzerine tekrar faaliyete geçen direniş örgütü, merkezi Adana'da olan, Tayfur Ata Bey (Sökmen) başkanlığında, İskenderun ve Havalisi Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti'ni kurarak, Ankara ile ilişkilerini devam ettirdiler ve bir heyet halinde Ankara'ya giderek, Mustafa Kemal'den bölge ile ilgilenmesini istediler.1922'de Fransızlar tarafından Suriye Devletleri Federasyonu kuruldu ve İskenderun Sancağı, Federasyona bağlı olan Haleb Devleti içinde yer aldı. Ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü garanti altına alan ve yeni Türkiye Devleti'nin sınırlarını çizen Lozan Antlaşmasında esaslı bir şekilde ele alınmayan ve bu nedenle yöre halkının umutsuzluğa sevk eden Hatay Meselesi, Atatürk'ün 15 Mart 1923 günü Adana'da yaptığı konuşmada, "... kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" sözü ile yeni bir dinamizm kazandı.

Diğer etnik gruplara karşı da örgütlenme ihtiyacı duyan Türk nüfus, Türkiye ile birleşme temasını işleyen Altın-Özü isimli bir gazete ile faaliyeti çok kısa süren Antakya Halk Fıkrası adlı bir de parti kurdular. Bölgedeki huzursuzlukların Milletler Cemiyeti 'nde yaptığı etkiler sonucu 1926 yılında Fransızlar, İskenderun'da bir hükümet kurulması teklifini gündeme getirdiler. Teklife göre, Beyrut'taki yüksek komiserliğe bağlı olarak çalışacak bu hükümetin kendi anayasası, kendi meclisi ve seçilmiş bir başkanı bulunacaktı. Hükümet merkezi olarak İskenderun öngörülmekteydi. Bu hükümetin teşkili amacıyla yapılan seçimler sonucunda, Arapların çoğunlukta olduğu bir meclis oluştu. Başkanlığına da Ahmet Türkmen'in adaylığına karşılık, İskenderun Sancağında Fransız olağanüstü komiserinin delegeliğini yapan H. Duriex'in getirildiği Bağımsız İskenderun hükümeti, gördüğü tepkiler karşısında kısa bir süre sonra ismini, Kuzey Suriye Hükümeti olarak değiştirme kararı aldı.

Anayasaları gereği sancağın bağımsızlığı için yemin etmiş olan Kuzey Suriye Meclisi milletvekilleri bu karardan dört gün sonra, Şam'daki Merkezi Suriye Hükümeti'ne bağlanma kararı aldı.

Fransa'nın Suriye üzerindeki manda yönetiminin sona ereceği 1935 yılından sonra, İskenderun Sancağının geleceğini, Türk nüfusun çıkarlarına uygun bir neticeye ulaştırmak amacında olan Türkler, Fransızların engelleme gayretlerine rağmen hedeflerine ulaşmak için yoğun bir propaganda faaliyetine girdiler. Bu faaliyet içinde, özellikle anavatanda gerçekleştirilmiş olan Atatürk ilke ve inkılapları örnek alındı.  Latin harflerini öğreten kurslar açıldı, fes yerine şapka giyilmeye başlandı ve herhangi bir faaliyet gösteremeyerek, sembolik bir kuruluş halinde kalan Halk Partisi kuruldu. Türk nüfusun yaptığı bu gayretli ve ısrarlı çalışmalar meyvelerini verdi ve bir süre sonra Fransızlar, İskenderun Sancağında Türk hakimiyeti kavramına sıcak bakmaya başladılar.

Sancakta yaşayan Türkler, Ankara'ya gönderdikleri heyetler ile zamanın başbakanı İsmet İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak aracılığı ile Atatürk'e bir kere daha aktardıkları davaları için Ulu Önder'den daha yakın ilgi ve destek istediler. Türk hükümeti, 1936 Eylül ayında Cenevre'de yapılan Milletler Meclisi toplantısında konuyu gündeme getirerek, İskenderun sancağının bağımsızlık talebini Fransız Hükümeti'ne resmen bildirdi.

Atatürk, 1936 yılı TBMM'nin açış konuşmasında, "... Fransızlar ile aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir" diyerek sancağın bulunduğu bölgeye Hatay ismini verdi. Bu davranışı ile Hatay Meselesine ciddi olarak el konduğunu ifade etmiş olan Atatürk, o sırada faaliyette olan Antakya-İskenderun Yurdu cemiyetinin adını da Hatay Egemenlik Cemiyeti olarak değiştirdi. Cemiyetin merkezi İstanbul'da idi.

Olayların hızlı bir gelişme içine girdiği bugünlerde, Fransız başbakanı Leon Blum'un, Suriye'ye bağımsızlık verileceği şeklinde beyanı, Hatay'ın Suriye'ye geçmeden anavatana katılması için yapılacak çalışmaların hızlandırılmasını gerekli kıldı. Bu sırada Türk nüfusun aleyhine gelişeceği sezilen, 14-15 Kasım 1936 genel seçimlerine Türkler katılmayarak seçimi boykot ettiler. 1937 yılı başında, Hatay'daki huzursuzluğu gündemine alarak görüşen Milletler cemiyeti, "...her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek hakkına sahiptir" maddesini içeren Türk tezini kabul etti ve yapılacak halk oylaması için Antakya'ya bir gözlemci heyeti gönderdi.

Heyetin halk oylaması konusunda olumlu bir kanı ile Cenevre'ye dönmesinden ve raporlarını 27 Ocak 1937'de Milletler Cemiyeti'ne vermelerinden sonra, İskenderun Sancağı için yeni bir statü ve anayasa taslağı hazırlanarak sancakta, Millet Meclisi seçimi yapılması kararı alındı. Türkiye adına Numan Menemencioğlu'nun katıldığı anayasa taslağı hazırlama komisyonu, Fransız, İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı diplomatlardan oluşmaktaydı. Komisyon tarafından 15 Mayıs 1937'de tamamlanan tasarı Milletler Cemiyeti'nce 29 Mayıs 1937'de kabul edildi. Bu taslağa göre sancak, içişlerinde bağımsız, dışişleri, maliye, gümrük işlerinde Suriye'ye bağlı kalacaktı. Sancağın toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa'nın garantörlüğü altındaydı.

Milletler Cemiyeti'nce kabul edilen tasarı esasları çerçevesinde Ekim 1937'de Antakya ve İskenderun'da Türk konsoloslukları açıldı. 15 Nisan 1938'de başlayan ve ileride yapılacak Millet Meclisi seçimine esas olacak sayım işleminde, adilane hareket edilmeyip, Türkler aleyhine bir tavır takınılması üzerine durum, Türkiye Cumhuriyeti'ne, Fransız Hükümetine ve Milletler Cemiyeti'ne duyuruldu.

Sayım sırasında yer yer kanlı olayların da çıkması üzerine örfi idare ilan edildi ve toplum düzenini sağlamak amacıyla Fransız milislerinden oluşan Albay Collet komutasında bir birlik Antakya'ya geldi. Türk partizanı bir asker olan Albay Collet tarafından düzen sağlanıncaya kadar, sayım işlerine beş gün ara verildi. Askeri tedbirlere rağmen olayların devam etmesi üzerine Fransız delegesi Carreaux, Hatay'ın yönetimini Türkler'e bırakmayı teklif etti.

Bu teklif üzerine Ankara'nın görüşü ve oluru alınarak, İçişleri Müdürlüğü mahiyetinde olan İskenderun Sancağı Valisi görevine Dr. Abdurrahman Melek atandı ve vali 6 Haziran 1938 tarihinde göreve başladı.
Bu tedbirlere rağmen etnik gruplar arasında sürüp giden gergin ortamda bazen ölümle sonuçlanan olayların devam etmesi üzerine, sayım işleri tamamen durduruldu ve seçim komisyonu 26 Haziran 1938'de Sancak'tan ayrıldı.

Duruma bir hal çaresi bulmak amacıyla Türkiye ve Türkiye ve Fransız heyetleri arasında Antakya'da yapılan ve bir hafta süren görüşmeler sonunda, 2500 Türk ve 2500 Fransız askerinden oluşacak birliklerin Hatay'a girmeleri ve sayımın bu birliklerin denetimi altında yapılması kararı alındı. Bu karar gereğince, 5 Temmuz 1938'de Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk alayı törenle Antakya'ya girdi. Alınan tedbirler ile sayım işlerine 22 Temmuz 1938 tarihinde yeniden başlandı sayım 10 gün içinde tamamlandı. Sayım sonucunda seçmen sayısı: Türkler 35.847, Aleviler 11.319, Ermeniler 5.504, Araplar 1.845, Ortodoks Rumlar 2.098, diğerleri ise 395 kişi olarak tespit edildi. Bu sayılara göre Millet Meclisi için: Türklerden 22, Alevilerden 9, Ermenilerden 5, Araplardan 2, Ortodoks Rumlardan 2 olmak üzere toplam 40 milletvekili  olarak meclise girdiler.

2 Eylül 1938 günü toplanan Hatay millet Meclisi, daha önce Atatürk tarafından aday gösterilen Tayfur Sökmen'i Hatay Devleti Cumhurbaşkanı seçti. Dr. Abdurrahman Melek başbakanlığa atanırken, Abdülgani Türkmen meclis başkanı oldu. Beş bakandan oluşan Hatay Devleti Hükümeti, Hatay Millet Meclisi'nin 6 Eylül 1938'deki oturumunda güven oyu aldı.

Çıkarılan bir yasa ile Türkiye Cumhuriyeti yasalarının tümü Hatay Devleti'nin yasaları olarak kabul edildi ve bunlar içinde hemen uygulanabileceklerin belirlenmesi için hükümete yetki verildi. Devlet yönetiminde vatandaşlara uygulanan eşitlik sayesinde cemaatler arasındaki ayrılık ve husumet giderek azaldı. İlk başta Antakya, İskenderun, Kırıkhan ilçelerinden ibaret olan Hatay Devleti'nde daha sonra Reyhanlı ve Yayladağ ilçeleri oluşturularak ilçe sayısı beşe yükseltildi. Para birimi Suriye lirası olan Hatay Devleti'ni dış ülkelerde Suriye Devlet Başkanı temsil edecekti. Devletin bayrağı, Türk bayrağının çok benzeri olup sadece yıldızı kırmızı idi.

Bir süre sonra Fransız idaresindeki Suriye Devleti ile Hatay Devleti arasında bazı konularda yetki ve yönetim açısından başgösteren anlaşmazlıklar giderek büyüdü. Manda yönetimi zamanından bu yana görev yapan bütün Fransız ve Suriyeliler, Türk yönetimince işten çıkarıldılar. Gerginleşen münasebetler üzerine Suriye Devleti'nin bir ara posta pulu vermemesi üzerine, Hatay Devleti, Türkiye Cumhuriyeti'nin pullarını kullanmaya başladı. Kısa bir süre sonra kendi pullarını çıkaran Hatay Devleti, Uluslararası Postalar Topluluğu'na üye oldu. Devletin parası Suriye parası idi. Vurgunculuğa mani olmak amacıyla gizlice toplanan meclisin bir gece içinde çıkardığı bir kanunla, Suriye parası yerine Türk lirasına geçildi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası İskenderun'da bir şube açtı.

Bu sırada Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti ile olan sınırı kapalı idi. Suriye Devletiyle anayasa gereği bir sınırı bulunmamaktaydı. 20 Ekim 1938 gece yarısı Fransızlar, kendilerine çıkarılan güçlükleri bahane ederek, Suriye Devleti'nin Hatay Devleti ile varolmayan sınırını kapattılar ve Hatay Devleti ile olan ilişkiyi dondurdular. Amaçları Türkiye ile sınırı kapalı olan Hatay Devleti'ni ekonomik açıdan güç duruma sokup kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorlamaktı. Bu olaya misilleme olmak üzere Hatay Devleti de Suriye ile yeni oluşan sınırını kapattı. Her iki taraftaki sınırın kapalı olmasının Hatay Devleti'nin ticaret ve ulaşım işlerini aksatacağı ihtimali karşısında, olaydan iki gün sonra Millet Meclisi'nde alınan bir kararla Türkiye Cumhuriyeti ile olan sınır açıldı. Suriye hududunun Fransızlar tarafından kapatılması, öteden beri düşlenen, Hatay'ın anavatana katılması hedefi için pek olumlu bir ortam yaratmıştı. Fransızlar'ın bu durumu sezip özür dileyerek, Hatay Devleti ile olan sınırı tekrar açmalarına rağmen Hatay Devleti, Suriye Devleti ile olan sınırını açmadı. Bu gergin ilişkiler içinde, anavatana katılma arzusu ile dolu sekiz ay geçti.

Türkiye Cumhuriyeti'nde 1939 yılında yapılan milletvekili seçiminde, Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen Antalya'dan, Başbakan Abdurrahman Melek ise Antep'ten milletvekili seçilerek TBMM'ne girdiler. Bu olay Hatay'ın anavatana katılması hedefinin bir diğer adımını oluşturmakta idi. Zaten Fransa da bu konuya son zamanlarda ılımlı bakmakta kamuoyunda ise bu çözümün bölgedeki istikrar ve her iki devletin geleceği için en uygun yol olacağı görüşü ağırlık kazanmakta idi.

Nihayet Fransa Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında yapılan anlaşmaya uygun olarak, Hatay Millet Meclisi'nin 23 Haziran 1939'da oybirliği ile aldığı karar gereğince Hatay Devleti, Türkiye Cumhuriyeti'ne katıldı. Hemen uygulamaya konan bu karar sonucu, Hatay'da görevli son Fransız birliği 7 Temmuz 1939 günü Antakya kışlasında yapılan törenle Hatay'dan ayrıldı. Türkiye Cumhuriyeti, Fransızlar'a bağlı olan Suriye-Büyük Lübnan Bankası, Tütün İdaresi, Elektrik Şirketi, İskenderun Liman Şirketi'ni satın alırken, Suriye uyruğuna geçmek isteyen vatandaşlarına da bir tercih hakkı tanıdı.

Suriye Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti temsilcilerinin katılımı ile oluşan komisyon sonucunda bugünkü sınır çizgisi tespit edildi ve TBMM'de çıkarılan 7 Temmuz 1939 tarih ve 3711 sayılı yasa ile Hatay ili oluşturuldu. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Hatay Egemenlik Cemiyeti Genel Sekreteri Şükrü Sökmen Süer, Hatay'ın ilk valisi oldu.

Antakya'da, 23 Temmuz 1939 tarihinde TBMM adına gelen heyetle beraber yapılan anavatana katılma törenleri ile Ulu Önder Atatürk'ün sağlığında neticesini göremediği büyük ülküsü olan Hatay meselesi daima karşısında olduğu bir askeri harekat yerine arzuladığı gibi politik yollarla kesin sonuca ulaştı ve Kırk Asırlık Türk Yurdu anavatan sınırları içine alınmış oldu.