Türkler, atı ilk kez evcilleştiren ve askeri alanda kullanan millet olmuştur. At kutsal sayılmış; günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. At, Türk toplumunun kültüründe, destanlarında ve efsanelerinde ve Türk mitolojisinde önemli yerini almıştır. Türklerin bozkır ve göçebe kültürü hayat tarzı ve hürriyet düşkünlüğü gibi sebeplerle tarihten beri atlara oldukça önem verilmiştir.

Askeri, ekonomik, ulaşım ve sosyal hayatlarında ata olan ihtiyaç, sevgi ve bağlılık, atlı bir kültürün doğmasına sebep olmuş ve Türklerin dilinde, atasözlerinde, deyimlerinde, destanlarında, mitolojisinde ve sanatında yer almasında etkili olmuştur. Efsaneler ve destanlarda at ve sahibi arasındaki duygusal bağ, önemli bir yer tutmuştur. At, kişilik kazanmıştır; zekâsı, anlayışı ve dostluğu ile dikkat çekmiştir; sahibinin en yakın arkadaşı, en değerli varlığı, zafer aracı ve “Türk’ün kanadı” olmuştur. Tarihten beri Türkler, özellikle Türk askeri, her zaman atı ile birlikte olmuştur. At binmede ustalaşmışlar; atlarla başarıdan başarıya koşmuşlardır. Bugün hâlâ, ulusal ve uluslararası atlı oyunlar ve ata sporları varlığını korumaktadır.

Türk söylencelerinde Atın yaratılışı çok özeldir. Seçkin cins atlar Hz. Hızır eliyle gökyüzünde yaratılmıştır. Özellikle “Alacalı Atların” Türk kültüründe ayrı bir yeri vardır.

At, kişilik kazanmıştır; zekâsı, anlayışı ve dostluğu ile dikkat çekmiştir; sahibinin en yakın arkadaşı, en değerli varlığı, zafer aracı ve “Türk'ün kanadı” olmuştur. Tarihten beri Türkler, özellikle Türk askeri, her zaman atı ile birlikte olmuştur. At binmede ustalaşmışlar; atlarla başarıdan başarıya koşmuşlardır.

Çok değerli Emel Esin'e göre “Benekli” ve “Alacalı” hayvanlar, Türk mitoloji ve kozmoloji düşüncesinde, kutsaldır. Alaca at ve alaca geyik efsaneleri araştırmacılar tarafından kuzeyli göçebelere ve Türklere bağlanır. Bunlar göklerde ya da cennette yaşadığı düşünülen "Mitolojik" varlıklardır. Bu bağlamda Alaca Atların köken söylenceleri de olağan üstüdür. Alaca atlar Hz. Hızır eliyle yaratılmıştır ve kökeninde "Ejder Aygırı" efsanesi vardır.

Asil Türk atları olan Ak-Boz At, Alaca At ve Kır At sulardan yaratılmıştır. Bu atlar aslı ejderha olan kutlu hayvanlardır. Hz. Hızır, ölüme çare ararken, yolu Süt Gölüne düşer. Süt gölünde (Türk mitolojisinde Samanyolu süt ak göl olarak bilinir) havada uçmak için kanatlı, suda yüzmek için kürekli, Ejder-Atların bulunduğunu görür. Uçan atlardan tutmak ister, ama tutamaz. Göle şarap döker, sudan içen atlar sarhoş olur. Hızır bunlardan bir çiftini tutar, uçmasınlar diye kanatlarını kırar. Bunları yeryüzündeki kısraklar ile çiftleştirir. Yeryüzündeki cins atlar, özellikle “Alaca Atlar” işte bu sudan çıkan ejder atların soyundandır. Hızır ve Köroğlu’nun atı kanatlıdır.

Türk mitolojisinde uçan atlar Tulpar adıyla bilinir. Yunan mitlerindeki karşılığı Pegasus'tur. Hatta sadece uçmakla kalmazlar. Bu atların, suda yüzebilmek için yüzgeçleri de vardır. Türklerde At ile ilgili efsaneler göl ve sular ile bağlantılıdır. Anlatılarda bu atların göllerden çıkıp geldiği söylenir. Tulpar'ın Kırgızistan’da “Tulpar Gölü” adında bir gölden çıktığı rivayet edilir.

Türk mitolojisinde Alaca Atların, Ejder Aygırının soyundan geldiği anlatılır. Türk Oğuz Boyu olan Ala-Yont-Luu boyunun ismi de bunu doğrular niteliktedir. Ala-Yont-Luu, Alaca Ejder At anlamına gelir. Orta Asya da bu atları sadece Türkler yetiştirir. Oğuzların Ala Yont Luu boyu, siyah beyaz alaca at yetiştirmekte ünlüdür.

Hollandalı Türkolog ve Sinolog Johannes Jacob Maria de Groot’a göre; milattan önceki binyılda, Çin’in kuzeybatısında yaşayan, (7. Ve 8. YY.)  “Ti” adı verilen Türk boyları ve Göktürkler döneminde  yaşayan bir Türk boyu olan Basmıllar bu atları yetiştirmiştit.

Türkler 5. Ayın (Mayıs) ortasında yani Ejderha Takımyıldızının gece göğünde yükselmeye başladığı dönem olan Hıdrellezde, At kurban eder. Bu ritüel Türklerin “Ejder Aygırı” efsanesiyle ilgilidir.

Başkurt Türklerinin 12 Tanrısı, gökyüzündeki 12 takımyıldız olarak bilinir. Türkler 12 takımyıldızı “Atlı Biniciler” olarak düşünmüş ve tasvir etmişlerdir.

At, Türk kozmolojisinde "Zaman" kavramı ile de bağlantılıdır ve At'ın "Zamanı Sürdüğü" düşünülür. Türkçe “Süre” kelimesi de zaten “Zaman” anlamına gelir.
Bu bağlamda Atlar, gökyüzünün döngüsü, takımyıldızlar, kutup yıldızı ve birtakım gezegenlerle ilişkilendirilir.

Türk mitolojisinde "Alaca Atlı Yol Tengrisi", zamanı sembolize eder ve Merkür ile bütünleşir. Irk Bitig’de “Yol Tengri” adıyla atlı “Astral” bir Tanrı vardır ve Alaca Ata binmiş bir binici figürü olarak tasvir edilir. Alaca atlar Merkür’ü simgeler ve Osmanlı sanatında Merkür, alaca at üzerinde tasvir edilir. Merkür’ün biçimsel simgelerinden biri de Attır.

Türkler zamanı Ay döngüsü ile ölçer ve Kaşgariye göre "At" bir Ay hayvanıdır. Atın alnındaki beyaz lekenin, Ay için olduğunu söyler. Ay, tıpkı Alaca Atlar gibi aydınlık ve karanlık tarafıyla gece ve gündüzü, dolayısıyla “Zamanı” simgeler.

Altay Türkleri 12 yılda bir Tanrı Ülgen'e beyaz bir At kurban eder. Türk mitolojisinde Ülgen'in göksel karşılığı Jüpiter’dir ve burçlar kuşağındaki döngüsünü 12 yılda tamamlar. Fransız sinolog Edouard Chavannes 12 Hayvanlı takvimi, Türklere mal eder. O'na göre Türkler Jüpiter takvimi de kullanmışlardır ve 12 hayvanlı Türk takvimi aslında Jüpiter döngüsüne göre yaratılmıştır.

Türk evren tasarımı “Renkli Atlar” ile ifade edilir. Bu renkler 4 yön ve 4 unsur ile bağlantılı renklere denk düşer. (Gök At; Doğu-Mavi, Kızıl At; Güney-Kırmızı, Ak At; Batı-Beyaz, Kara At; Kuzey-Siyah).

Türk kozmoloji düşüncesinde dört yöne yerleştirilen unsurlar, gezegenler ve takımyıldızlar, renkler ile ifade edilir. Hayatları at üstünde geçen Türkler, savaş düzenlerini de at renklerine göre yapmışlardır.

Hiongnu-Hun hükümdarı Mete Han renk simgeciliği nedeniyle, değişik renklerdeki atlardan oluşan süvari bölüklerinin askerlerini, dört ayrı yöne sevk etmiştir. Al atlar güneye, ak atlar batıya, kara yağız yani siyah atlar kuzeye ve doru ya da demir kırı olan atlar doğuya gönderilmiştir.

İskitlerde ise At Mars ile ilişkilendirilirdi. İskitler Mars için At kurban ederdi. Çünkü At o çağların en önemli savaş aracı idi.

Venüs, kamların davulları üzerinde, ak bir ata binen ve elinde yıldız tutan bir binici olarak tasvir edilmiştir. Türk mantık ve kozmoloji düşüncesinde Aklık Tanrıçalara özgü bir renk sembolizmidir. Venüs ve Ay Batı yönüne yerleştirilir ve Ak renk ile sembolize edilir. Ayrıca Venüs yeryüzündeki atların sahibi olarak da görülür. Venüs bazen yeryüzüne inerek atlara biner ve onları terletir.

Bu ifade Umay ananın, olumsuz tarafı olan Alkarısı ile de benzeşir. Alkarısı ahırlara girip at yelesi örmekten hoşlanır. Onların üzerine binerek koşturur ve terletir. Ayrıca Anadolu söylence kültüründe at kaçıran cinlerden bahsedilir.

Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliğinin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb. Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.

Türk evren tasarımında, Büyükayı Takımyıldızı Güneş ve Ay’ı taşıyan, mevsimleri ve zamanı oluşturduğu düşünülen, bir sürücünün sürdüğü at arabasına benzetilir. Büyükayı Takımyıldızının zamanı ve mevsimleri oluşturduğu düşünülür.

Güneş kahramanları ile ilgili mitler özellikle göçebe çobanlar, Türk-Moğollar arasında çok yaygındır. Ay ve Güneş tanrıları atlı göçebe Orta Asya halkları ile ilgilidir. Budist resimlerde Güneş ve Ay’ı taşıyan atlı araba sürücüleri, atlı göçebe kıyafetinde çizilirdi. Budizm’deki “Güneşin Oğulları” ve “Ay’ın Oğulları” tabiri büyük olasılıkla göçebe kültürü ile alakalıdır.

Güneş, ikonografilerde at arabasının tekerleği ile ifade edilir. Bu tekerlek 12 dilimli çarkıfelek olarak bilinir. Türk kozmoloji düşüncesinde “Gök Çarkı” ya da “Çarkıfelek”, bir çivi ya da kazık gibi düşünülen Kutup Yıldızı etrafında döner. Demir Kazık (Kutup Yıldızı) tüm evreni bir arada tutan bir At Kazığı olarak da düşünülür. Kutup Yıldızının yeryüzündeki izdüşümü kutlu ağaçlar, kutlu gök direkleri, kutlu dağlar ve kutlu dikili bengü taşlardır. Bir gün bu “Çivi” ya da “Kazık” çıkacak olursa, kıyamet kopacak ve tüm evren dağılacaktır. “Dünyanın Çivisi Çıktı” deyimi bu amaçla söylenir.

Yine “Çak” kökünden türeyen “At Çakı” ifadesi de Orta Asya’da “At Kazıkları” için kullanılan bir deyimdir. Türkler yalnız göğün değil yerin de bir direği olduğuna inanır. Gökyüzüne Kutup Yıldızına uzanan bir direk olduğu gibi, yeraltına uzanan bir direk ya da bir ağaç da vardır. Yeryüzündeki kısmına kahramanlar, yeraltındaki bölümüne Erlik, gökyüzündeki parçasına ise Ülgen atını bağlar.

Atgiller familyasından bir memeli. Erkeğine aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, yumurtaları çıkarılmış, iğdiş edilmiş olana da beygir denir. Hepsine genelde at adı verilir. Arabide binek ve yük hayvanı olan ata; dabbe, matiyye, semend, tusen-i sütur denir. Cenk atına da rahş denir. Hepsi otla beslenir. Geviş getirmezler. Memeleri kasık bölgesinde arka ayaklarına yakındır.

Üçüncü parmakları geniş bir tırnakla çevrilmiş olup “ toynak adını alır. Bunun üzerine basarak yürürler. İnsanlara hizmet eden hayvanların en kabiliyetlisi ve kıymetlisidir. İnsanların, eski harp meydanlarındaki yardımcısı, yük taşımada hizmetçisi, yarış, cirit, çit atlama ve av sporlarında neşe ve zevk ortağıdır. Silah gürültüsüne ve bando sesine rahatlıkla alışır.

At, cesur ve atılgan olduğu gibi sahibine son derece itaatkardır. Sahibi dilerse dolu dizgin, dörtnala koşar, isterse aheste yürür, isterse durur. Her durumda sahibini memnun etmeye dikkat eder. Yorgunluğa bakmaksızın kendini çatlatmak pahasına da olsa olanca gayret ve kuvvetini itaat uğruna sarf eder. Bugün Amerikan bozkırlarında yaşayan Mustang adıyla anılan vahşi atlar, İspanyolların Amerika’ya götürdükleri ehli atlardan kaçanlardan yabanileşenlerdir. Az yiyecekle yetinip, her türlü iklim şartlarına dayanırlar.

Türk mitolojisine göre Küçükayı Takımyıldızı, kutup yıldızına bağlı, ak-boz ve gök-boz atların çektiği bir araba olarak düşünülür. Gökyüzüne doğru uzanan direklere “Kutlu At Kazığı” ya da “At Çakı” adı da verilir. Türk mitolojik düşüncesine göre Kutup Yıldızı, At kazığının kutsal Tengrisi olarak kabul edilir.

Türk mit ve masallarında at kılı ya da saç kılı yakmak, kahramanı ya da Şamanı öbür dünyaya götürecek olan sihirli atı çağırmak demektir. Oboo ya da Ovoo adı verilen kutsal taş yığınlarından geçerken buraya At Kılı atılır.

Altaylılar ve Yakutlar Tanrıya kurban olarak kestikleri hayvanın derisini bir sırığa geçirip, asarlar. Buna Altaylılar “Baydara” Yakutlar “Tabık” derler. Türklerin eski ölü gömme adetlerinde ölenin ardından yapılan At Kurbanı, Atın onu cennete taşıyacağı inancına dayanır.

Türk Kağanlar ölüme Atları ile birlikte gider. Öteki dünya hayvanı olan At, Kağanı Tanrının makamı sayılan Kutup Yıldızına taşırdı. İbni Fadlan'ın aktardığına göre Oğuz Türklerinde de At kurbanı vardı ve kurban edilen atların ölen kişiye cennette hizmet edeceği düşünülürdü.

Alplar savaşa gitmeden önce atlarının kuyruklarını, savaşta ölürler ise kesilmesi için düğümler ve kadehe doldurdukları şarap ile ant içerlerdi. Eski Türkler için savaşta ölmek ölümlerin en şereflisi idi. Ölen savaşçının atının kuyruğu kesilir ve mezar başına tuğ olarak asılırdı. Savaşçı çoğu zaman at ile birlikte gömülürdü. At öteki dünya ile bağlantılı, ölüm ve yer altı hayvanıdır ve ölen savaşçının ruhunu Tanrıya ulaştırır.

Şunu da eklemek gerekir Hiung-nu, Hun ve Göktürklerde ölen Alp’ların saçları kesilir ve saçlar örgülü şekilde mezara konurdu. Eşlerinin saçları ve atlarının kuyrukları da yas alameti olarak kesilirdi. Bu işleme “Dullama” adı verilirdi. At ve eş dul kalmış sayılırdı.

Yakutlar Ay ile bütünleştirdikleri Ürüng Ay Toyon’a, canlı beyaz at kurban ederler ve kansız kurban olarak, at sürülerini serbest bırakırlar. Yakut mitlerinde, atın gökten indiği ve onun Ürüng Ay Toyon tarafından insanlara verildiği anlatılır. Türkler tarafından beyaz atlar kutlu ve makbul sayılır.

Yakutların kendi köklerine ait söylencelerine göre, ilk Yakut (saha) yani ilk insan gökten inen bir yaratıktan türemiştir. Bu yaratık yarı at, yarı insan şeklindedir.

Yarı at yarı insan görünümlü yaratıklar Türk sanatında çok görülür. En önemlisi Burak adını verdiğimiz ve Hz. Muhammedi Tanrı katına ulaştıran insan başlı at figürleridir. Her ne kadar bir çoğu geyik görünümünde olsa da at şeklinde olanlarına da rastlanır. Türk İslam astronomisinde, Yay Takımyıldızı çizimi yarı at yarı insan şeklinde bir yaratıktır. Tunguz söylencelerinde de başı insan, gövdesi at olan bir avcıdan söz edilir.

Atlar, arkaik çağlarda, göçen, savaşan Türkler için hayati öneme sahipti. Savaşçı Alp'lar aylar süren savaşlar boyunca, at üstünde uyur, Atın etinden sütünden, hatta kanından beslenirdi.

Çinliler Hun ve Türkler için "Onlar at üstünde yer-içer, at üstünde uyur ve at üstünde savaşırlar". “Hayatları atlarına bağlıdır” demişlerdir. Adeta atları ile bütünleşmiş olan Türk savaşçılar, Avrupalılar tarafından yarısı at yarısı insan olan "Mitolojik Yaratıklara" benzetilmiştir. Hatta Yunan Mitlerinde adı geçen Sentorların, Türkler olduğu bile düşünülmüştür. Eski çağlarda atın, Türkler tarafından ehlileştirilmesi ve ustaca kullanılması, bu söylencelerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Kaşgarlı Mahmud’un eseri Divan-ı Lügat’it Türk’te yer alan “yağış” kelimesi, eski Türkler için kurbanı ifade etmektedir.1 Bu tabir, Türklerin İslamiyet’ten önce Tanrı’ya yakınlık sağlamak, dilek dilemek ve şükran göstermek için kestikleri hayvanları ifade etmek için kullanılmıştır. Yine Kaşgarlı’nın eserinde geçen “ıduk” kelimesi de bir tür kurbanı temsil etmektedir.2 Türklerin, kutlu ve mübarek olan her nesne için bu tabiri kullandıkları bilinmektedir.

Doğaya bırakılan, sütü sağılmayan, yük vurulmayan ve yünü kırkılmayan hayvanlar için de aynı tabir kullanılmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere eski Türkler için kurban, yalnızca kan akıtma ve kesme işi ile sınırlı bir eylem değildir. Birtakım hayvanların doğaya özgür bırakılmaları da bu niyeti karşılamaktadır. Kansız kurbanlar olarak sınıflandırılmış olan bu gruba Tanrı’ya sunulan birtakım hediyeler ile saçı yapma geleneğini de ekleyebiliriz.

Toy ve düğünlerde, kimi zaman da birtakım tabiat olayları karşısında yapılan “saçı” hemen hemen bütün Türk topluluklarında mevcuttur. Saçılan nesneler, topluluğun değişik zamanlarda ürettiği ve kendileri için önemli olan ürünlerdir. Bunlar avcılık devrinde; avın kanı, yağı ve eti, çobanlık devrinde; süt, kımız ve hayvanların yağı, çiftçilik devrinde ise darı, buğday, meyveler ve altın, para, mücevher gibi kıymetli eşyalardır

Aspavati Hintlilerin Türk, Kuşhan ve diğer eski atlı Kuzey İç Asya boylarının Hükümdarlarına verdiği bir isimdir. Hintliler Türkler için "Atın Efendisi, Kuzeyli Atlı Beyler" tabirini kullanır. Hint kaynaklarında “Kuzeyli Atlı Beyler” Türk Hakanlarının unvanıdır.

Türk Delhi Sultanı İltutmuş (1210-1235)
Paranın üzerinde İltutmuşun adı ve “Hamir” yani Emir kelimesi ile Aspavati(Atlı Hükümdar) unvanı yazılıdır.