... dünden devam

Artık ne Amerika'nın, ne İngiltere'nin Türkiye'nin adaya müdahale etmemesi konusundaki tehditleri, blöfleri vız geliyordu bize… Çünkü bir kere karar verilmişti, dönüşü yoktu bu defa! Öyle hissediyorduk hepimiz.

Yıllarca deşilen, kangrene dönüşen Kıbrıs sorunu, bu acılı yarayı; kökünden kazıyacaktık. Mehmetçiğin muzaffer süngüsü, Yeşil adada parıldayan bir güneş gibi doğacaktı…

Çubuk Garnizonunu terk ediyorduk. Büyük bir coşku ve disiplinle otobüslere binen Mehmetçiklerin komuta kademesinde görev alan subay ve astsubayların yüzlerinde bir mutluluk ve sevinç ifadesi, vardı. Şanlı 230'ncu alayı, Çubuk Alayı, kader birliği yapmış bu insanlar, ben, biz, hepimiz; sanki savaşa değil de, büyük bir şenliğe gidiyorduk. Yıllar öncesini, istiklal savaşımızı yaşamış gazilerimizin anlattıkları bir, bir yaşanıyordu.

Bu ne büyük bir milletti Yarabbi? Tarihin içinde kalanlar, yıllar öncesinde Çanakkale'de, Sakarya'da, İzmir'de, Kore'de milletçe yaşadığımız o büyük heyecan; ulusal davalarımız söz konusu olduğunda, ortaya çıkan o muhteşem birliktelik, bir kez daha orya çıkıyor ve o coşkuyu milletçe bir kez daha yaşıyorduk.

Saatler 23.45'i gösteriyordu. 12.500 nüfuslu Çubuk ilçesi sokaklara dökülmüş, Mehmetçilerini uğurluyordu. Er meydanına, yiğitlik meydanına…

O esnada sanki sözbirliği etmişçisine 20 otobüs dolusu Mehmetçik; gırtlakları yırtılırcasına kendisine en çok yakışan, onu en iyi anlatan marşını söylemeye başlamıştı; "Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı…"Ağlıyordum, ağlıyorduk ve iftihar ediyorduk Türk Milletinin bir ferdi olmaktan…

18'i, 19 Temmuz'a bağlayan gecenin ilk dakikalarına girmiştik. Kıbrıs yolculuğumuz başlamıştı. Gecenin ilerlemiş o saatine rağmen, Ankara caddelerinde toplanan halkımız, "Yaşa, Varol, Aslan Mehmetçik"diye bağırıyor, onlara el sallayarak moral veriyorlardı…

Hayatımızda yaşanacak en önemli karelere az bir zaman kala! Tarih,19 Temmuz 1974 saatler 13.30'u gösteriyor, hava indirmenin helikopterlerle yapılacağı Ovacık nahiyesinin yakınlarında bir bölgedeyiz:

Ankara'da Çubuk'ta başlayan yolculuğumuz, Mersin yakınlarında Ovacık'ta son bulmuştu. Harekâta helikopterlerle katılacak birliklerimiz bu bölgede toplanıyordu. Bizden önce bölgeye Bolu Komando Tugayı ile Nevşehir Jandarma Komando Taburu intikal etmişti. Biz adanın derinliklerine indirilecek ilk piyade taburu olacaktık.

1/230'ncu Uçarbirlik Taburu…

Bulunduğumuz bölge; ay şeklinde dağların çevrelediği ve denizle birleşen 8-10 km'lik sahil şeridi, 15-20 km. derinliği olan bir arazi parçasıydı. Bölge zeytin ağaçları ve maki gruplarıyla örtülüydü.

Bu örtünün altında kamufle edilmiş, bizleri Kıbrıs adasına götürecek dizi, dizi helikopterler araziye dağılmış, hareket edilecek saati bekliyordu. Arazideki hâkim noktalara uçaksavar silahları yerleştirilmiş; olası bir Yunan Hava Kuvvetleri saldırısına karşı bölge, korumaya alınmıştı.

Otobüslerden inen birliklerimizle bize tahsis edilen bölgede süratle tertiplenmiş ve adaya gideceğimiz anı, yani taarruz emrinin verileceği saati beklemeye başlamıştık.

Bulunduğumuz arazi çok kayalıktı, Mehmetçiklerle birlikte, günün sıcaklığı ile yoğunlaşan adeta nefes almayı güçleştiren, yüksek nem oranı altındaydık. Bu nemli, sıcak, boğucu havaya ve adeta yürürken tabanımızı delecek kadar sert zemine rağmen; uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda intikal ettiğimiz bu arazide birliklerimizi mümkün olduğunca istirahat ettirmeliydik.

Bütün personel uykusuzdu ve ertesi sabah, harekâtın başlamayacağını kim garanti edebilirdi ki? Birliklerimize zeytin ağaçlarının gölgesinde, o kayalık zeminde istirahat etmeleri emrini verdik…

Devamı yarın...