SÖYLEM GÜZEL VE GURUR VERİCİ, AMA DIŞİŞLERİ BAKANI DAVUTOĞLU'NUN SAVUNDUĞU GİBİ, ORTADOĞU'NUN GELECEĞİNİ BiZ ŞEKiLLENDİREBiLiR MiYiZ? KÜRESEL OPERATÖRLERLE TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARI NE ÖLÇÜDE ÖRTÜŞÜYOR? TÜRKiYE, ORTADOĞU’NUN GELECEĞiNi ŞEKiLLENDiRMEYE SOYUNUP KENDi ÇIKARLARINI ÖNE ÇIKARDIĞINDA, BUGÜN SIRTIMIZI SIVAZLAYAN ‘DOSTLARIMIZIN’ KAŞLARI ÇATILMAYACAK MIDIR?
UNUTMAYALIM, BUGÜN ORTADOĞU’DA YAPILANLAR BAHÇE DÜZENLEMESİ DEĞİLDİR; DÜNYANIN GELECEĞİ PARSELLENİYOR.

Annan Planı'nın Beşar Esad için son şans olduğu söylendi bir süre.. Fakat, Annan Planı'nın Suriye konusunda bir çözüm üretemeyeceğine inanıldığı için de kimse bu plana umut beslemiyordu.  Herşeyden önce, küresel sorunların çözümüne önerilen planlara adı konan Annan bir "müellif" değil, bir "postacı" olarak biliniyor. Bu nedenle de Esad'ın, E. BM Genel Sekreteri'nin getirdiği çözüm önerilerine sıcak bakmayacağı bir sır değildi.
Esad zaman oynadığı için, Annan Planı'nı açıkça reddetmedi; çevresinde dolanarak bir zaman kazanma vesilesi olarak kullandı.
Esad, İran ile Rusya ve Çin'in desteklemesi ile iktidarını sürdürüyor. Suriye'ye destek verenlerin, bu küresel konjonktürde, Beşar Esad'ı daha ne kadar ayakta tutabilecekleri belli değil. Suriye'de sayıları giderek artmakta olan BM gözlemcilerinin de Suriye coğrafyasında bir çözüm ortamı yaratabileceklerine şans veren yok gibi..
Peki neler oluyor Suriye'de; başdöndürücü trafik sonrasında beklenen nedir?
Bu soruya doğru yanıt bulabilmek için, gelişmelere hangi açıdan baktığımız ya da bakacağımız çok önemlidir. Afrika'dan Afganistan'a uzanan ve büyük bir bölümü Müslüman olan coğrafyadaki gelişmelerin boyutu dikkate alındığında, bölgede yaşanmakta olan bu kadar büyük bir depremi tetikleyecek güçte bir ülke olmadığına göre, olaya daha geniş açıdan bakma zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Bu noktada akıllara hemen, Dışişleri Bakanımız Davutoğlu'nun, "Ortadoğu'daki gelişmeleri bundan böyle biz yönlendireceğiz" mealindeki açıklaması gelebilir. O değerlendirme doğrudur; Başbakan Erdoğan'ın Arap Baharı coprafyasına yaptığı geziler sırasında gördüğü ilginin de ortaya koyduğu gibi, "Türkiye'nin bölgede zengin tarihi ve kültürel mirasının kazandırdığı çok önemli bir stratejik derinliğe sahiptir. Fakat, derin bir küresel ekonomik krizin yaşanmakta olduğu bir ortamda, bölgenin orkestra şefini tayin edecek parametreler, para ve silah gibi, stratejik derinliğin çok ötesinde etkili olabilecek değerlerdir. "Para, para, para" diyen Napolyon her zaman haklı, ama "adalet"in yerini "orman kanunu"nun aldığı bir ortamda son sözü silah söylüyor. Kurtlar sofrasına dönen dünyamızda güçlü kimse haklı olan da o!
"SYCOS-PİCOT ANLAŞMASI'NI UNUTMAYIN"
 Suriye'nin arkasında duran İran, mezhepsel nedenlerle destek vermeyi sürdürse de, Rusya ve Çin'in, parlak ekonomik rüşvetler karşısındaki tutumunun ne olacağı konusunda bugünden bugünden birşey söylemek doğru olmaz. BM'lerin daimi üyesi olan iki ülkenin de "küresel aktör" sıfatlarını sürdürebilmeleri için büyüme tempolarını belli oranda korumaya, bunun için de bol ve ucuz enerjiye ihtiyaçları var. Dünyanın çeşitli bölgelerinde bayrak göstermelerinin nedeni de bu zaten.
Akdeniz'i bir "Batı Gölü"ne dönüştürme çabası içinde olan küresel elitler, Rusya'ya, "Lazkiye'de bir deniz üssü bulundurman bizin için önemli değildir" dedikleri anda, Suriye'ye her konuda destek veren Rusya'nın güçlü sesinin desibeli ne oranlara düşer, bilebilir miyiz?
Son zamanlarda, seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle Batı basını tarafından acımasızca eleştirilen Putin'e yönelik kampanyanın dozundaki yumuşama, bazı yakınlaşmaların işareti sayılabilir mi?
2016 yılında küresel ekonominin kaptanlıını üstlenecek olan Çin bugün İran'ın bir numaralı koruyucu meleği, fakat, "Canım bir süre de tamamen sahipsiz kalan Libya'nın tatlı petrol kuyularından biri de senin tankerlerini doldursun" dendiği anda, éÇin'in İran konusundaki tutumunda hiçbir değişiklik olmaz" denilebilir mi?  
Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan Müslümam coğrafyada "Arap Baharı" etiketi altında yaşanan gelişmeleri o kadar güçlü alkışlıyoruz ki, bazı Arap aydınlarının, "Sycos-Picot Anlaşması'nı unutmayın" uyarılarını duymuyoruz. Sycos- Picot Anlaşması Osmanlı'nın Ortadoğu'daki topraklarını paylaşmak üzere Fransa ile İngiltere arasında imzalanmış bir anlaşmaydı. I. Dünya Savaşı öncesinde imzalanan bu anlaşma, kendisine verilen sözler tutulmadığı için Rusya tarafından açık edilmiş ve hayata geçirilememişti.
I. VE II. DÜNYA SAVAŞLARI BİTTİ Mİ?
Günümüzde yaşanmakta olan gelişmeleri yerli yerine oturtabilmek için, 'matruşka bebekler gibi birbiri içinden çıkan I. ve II. Dünya Savaşları noktalandı mı, yoksa, küresel ekonomik krizlerle kesintiye uğrayan silahlı küresel çalkantılar, bazı aktörlerin de katılımıyla, kaldığı yerden aynı sürdürülmekte midir?' sorusuna doğru yanıt bulmamız gerekir.
Gelinen noktada Suriye'deki Esad rejimine son verecek, ülkeyi Irak'ta olduğu gibi, Osmanlı yönetim düzenindeki parsellere ayıracak operasyonun başlama işaretini vermek için, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi,  koşulların oluşması bekleniyor. Aslında koşullar oluşturuldu da, dünya kamuoyuna saldırıyı meşru gösterecek son ve ses getiren bir "bahane" bekleniyor. Kim nasıl kurgular ve uygular, bilemeyiz, ama Suriye de Libya gibi, NATO tarafından bombalanmak için gün sayıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Hillay Clinton, sanki başarısız olacağı bilinmiyormuş gibi, "ABD Annan Planı’nın reddedilmesi sonrası için hazırlanıyor" diyor.
Suriye'nin bombalanması ile küresel elitler, 'yeni dünya düzeni'nin ve Geliştirilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP)'nin hayata geçirilmesi yönünde bir adım daha atmış olacaklar.
Bu tarihi yürüyüşte Türkiye'nin yeri ve rolü ne olacaktır? Bu sorunun yanıtını ciddiyetle tartışmamız gerekir. Çünkü bölge ülkeleri, yaşanan siyasi gelişmelerle, bir Şii-Sünni çatışmasının eşiğine gelmiştir. Avrupa'yı onyıllar, hatta yüzyıllar boyunca hırpalayan, güçsüz bırakan mezhep çatışmaları küresel elitlerin amaçlarına ulaşmak için kullanabilecekleri uzun soluklu bir kaos ortamı yaratacaktır. Önemli olan, bizim bu badireden nasıl kurtulacağımız, daha doğrusu, bu küresel çıkar çatışmasını en az hasarla nasıl atlatacağımızdır.
ORTADOĞU’DA BAHÇE DÜZENLEMESİ YAPILMIYOR
Söylem güzel ve gurur verici, ama Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun savunduğu gibi, Ortadoğu'nun geleceğini biz şekillendirebilir miyiz? Küresel operatörlerle Türkiye’nin çıkarları ne ölçüde örtüşüyor? Türkiye, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirmeye soyunup kendi çıkarlarını öne çıkardığında, bugün sırtımızı sıvazlayan ‘dostlarımızın’ kaşları çatılmayacak mıdır?
Ortadoğu'da bir bahçe düzenlemesi yapılmıyor; dünyanın siyasi haritasını değiştirecek operasyonlar gerçekleştiriliyor. Bir savunma örgütü olarak kurulan NATO, küresel elitler tarafından, Afganistan ve Libya'da olduğu gibi, ülkelerin enerji kaynaklarına el koyabilmek için bir saldırı timi olarak sorumsuzca kullanılabiliyor. Savunmasız ülkeler, “demokrasi ve insan hakları” gibi, tüm insanlığın baş tacı ettiği değerlerin kamuflajı altında işgal ve yağma ediliyor. Kısa sürede kendilerine gelip direnişe geçmelerini önlemek için de uzun soluklu iç çatışmalarla kaosa sürükleniyorlar..
Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan ve Ortadoğu’nun yeniden parsellenmesine yönelik operasyonların gerçek hedefi “Osmanlı mülkü”nün paylaşılmasıydı. Tarihin bu yöndeki akışını değiştirecek ne gibi değişmeler oldu ya da oldu mu?
Türkiye'nin coğrafyası ve geleceği hakkında ne gibi bir planlarının olduğu ayrıntıları ile bilinmediğinden, Batılı dostların, Ortadoğu'yu Türklerin dizayn etmesine ne ölçüde izin verecekleri de çok bilinmeyenli bir denklem olarak karşımızda durmaktadır.
Stratejik derinliğimizi lehimize kullanabilmek için, her şeyden önce gelişmeleri doğru okumamız gerekmektedir.