“Yaşadığımız bir dünya savaşıdır” değerlendirmemizi abartılı bulanlara sormak isteriz: Çin'in, Rusya'nın, ABD'nin, İsrail'in, İran'ın, başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ve Müslüman ülkelerin, Fransa'nın, Almanya'nın, İngiltere'nin, Osmanlı varisi olarak Türkiye'nin doğrudan, Japonya, Hindistan ve Latin Amerika ülkelerinin dolaylı olarak müdahil oldukları ve ateşli-ateşsiz her tür silahın kullanıldığı, enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına almayı hedefleyen bir küresel kavgayı tanımlarken ne diyebilirdik?
Tüm küresel aktörlerin tam kadro katıldıkları ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan yeni bir dünya düzeni hedefleyen bir küresel kapışmaya, ‘III. Dünya Savaşı’ değil de, ‘Ortadoğu Askeri Olimpiyatları’ mı dememiz gerekirdi?
Amerikan neo-conlarının 9/11 2001 İkiz Kuleler şoku eşliğinde ve ABD yatırım bankalarının eliyle yaratılan küresel ekonomik krizin narkoz etkisi altında hayata geçirilmeye başlanan yeni dünya düzeni operasyonlarına o kadar küresel aktör mudahil oldu ki, biz yazılarımızda bu tabloyu, "III. Dünya Savaşı" olarak değerlendirdik:
"… 11 Eylül İkiz Kuleler şoku eşliğinde, küreselleşme bağlamında ve küresel ekonomik krizin narkoz etkisi altında, daha çok siber savaşlar şeklinde yaşanan, konvansiyonel silahların da koçbaşı olarak kullanıldığı ve bütün küresel güçlerin rol aldığı bir küresel kapışma yaşamaktayız. “Yaşadığımız 3. Dünya Savaşı’dır” dememizin nedeni budur. Cephe oluşumu, kullanılan silahların ve komuta sisteminin daha öncekilerden farklı olması nedeniyle, küresel çapta çalkantılar yaratan bu kapışmaların bir dünya savaşı olduğunu algılamakta zorlanıyoruz. Küresel kriz ve psikolojik savaş enstrümanlarıyla uyuşturulan insanlık, bir dünya savaşı yaşamış olduğunu, ancak, sonuçları kendi canını dayanılmaz boyutta acıttığında algılayabilecektir.”
"Yaşamakta Olduğumuz Yeni Bir Dünya Savaşıdır" değerlendirmemiz biraz abartılı bulundu, “eşik henüz atlanmadı” denildi. Değerlendirmemizi “provokatif” bulanlara, birkaç soru sormak ve saptamalarımızı sıralamak isteriz:
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Ortadoğu merkezli gelişmeleri değerlendirirken, “Amerika’nın varlığını devam ettirebilmesi için savaşması gerekir, ekonomik krizden kurtulmak için savaşmaktan başka çare yok” görüşünü benimsemiş, silah sanayiinin stoklarını eritmek için her 10 yılda bir dünyanın bir köşesinde maraza çıkaran Amerikan derin devletinin başını çektiği yeni bir dünya düzeninden söz etmiyor muyuz?
“BÖLGEDE 22 ÜLKENİN SINIRLARI DEĞİŞECEK”
Büyük Ortadoğu Projesi Kuzey Afrika’yı da kapsayıp Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’ne (GBOP) dönüşmeden önce, bölgeyi ziyaret eden ABD eski Dışişleri Bakanı C. Rice’ın, “Bölgede 22 devletin sınırları değişecek” kehanetinin tek tek gerçekleştiği gelişmeler yaşamıyor muyuz?
Saddam’ı kandırıp Kuveyt’e soktuktan sonra, “Vay, BM üyesi bağımsız bir ülkeyi nasıl işgal edersin?” diyerek tepeleyen Batılı koalisyon ülkeleri, “Demokrasi, insan hakları götürüyoruz” kamuflajı altında ve orantısız güç kullanarak işgal ettikleri Afganistan ve Irak’ta milyonlarca masum insanın ölmesine neden olmadılar mı? “Toprak bütünlüğüne saygılıyız” dedikleri Irak’ı parçalayıp, tarihi eserlerini ve petrollerini yağmaladılar mı?
Hristiyan- Müslüman rekabeti yaşanmakta olan Afrika’da ve Asya’da da rahatsızlıklar, bölünmeler yaşanmıyor mu? Güneyinde zengin petrol yatakları bulunan Sudan, din (!) kavgaları sonrasında bölünmedi mi? Myanmar’a insan haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle uygulanan ambargonun ABD tarafından, bütün itirazlara rağmen kaldırılmış olması üzerine, Arakan’da Müslümanlar insanlıkdışı bir dram yaşamadılar mı?
Ekonomik ve askeri çatışmaların yanı sıra, küresel çapta çok acımasız sonuçlar doğuran antikültürel gelişmeler yaşandığı inkar edilebilir mi? Konvansiyonel silahların yanı sıra ayrıntılarını tam olarak bilemediğimiz siber savaş silahları da ülkelerin korkulu rüyası haline gelmedi mi? İran Nükleer tesisleri internet ağları aracılığı ile gönderilen bir yazılımla (solucan) bir süre için devre dışı bırakılmadı mı?
“Arap Baharı” rüzgarları eşliğinde Tunus’un, Mısır’ın liderlerini devirip, Batılıların sözünü daha çok dinleyen liderleri iktidara taşımadılar mı?
Seçim kampanyalarında milyonlarca dolar “destek kredisi” alan Avrupalı siyasiler, avuç açtıkları Kaddafi’nin ülkesi Libya’yı kaosa sürükleyip NATO şemsiyesi altında işgal etmediler mi? “Kıvırcık Kafa” dedikleri Kaddafi’yi hunharca öldürüp Libya’nın sıfır kükürtlü “tatlı petrollerine” el koymadılar mı?
1990’da I. Körfez Savaşı sonrasında 36. Paralel boyunca böldükleri Irak’ın kuzey parselinde Çekiç Güç’ün kanatları altında tam teşekküllü bir Kürt devleti kurmadılar mı? Bu Kürt devletinin denize bağlantısı olmadığı takdirde yaşamasının mümkün olamayacağı görüldüğünde, İran sınırından İskenderun Körfezi’ne uzanan “ Büyük Kürdistan”ı hayata geçirebilmek için, bu kez de Suriye kaosa sürüklenmedi mi? Bütün komşularıyla “sıfır sorun” politikası sürdürmeye çalışan Türkiye’nin başı Esed’le derde sokulup yalnız bırakılmadı mı? Türkiye’nin başına bir “Apaydın” çorabı örülmedi mi?
KüRESEL KRiZ VE ENERJi iHTiYACI
Elbette “altın vuruş” sorumuzu da soracağız, ama şu saptamalarımızı da birlikte okuyalım:
Dünyamız, ekonomik boyutu henüz tam olarak kestirilemeyen bir krizin pençesinden henüz tam olarak kurtulabilmiş değil. Dünya ülkeleri, ABD’li yatırım bankalarının kağıt üzerinde ürettikleri trilyonlarca dolarlık “toksik varlık” denilen sanal değerler nedeniyle oluşan bir küresel ekonomik krizin olumsuz etkilerini silmek ve kriz öncesi büyüme tempolarını yakalamak telaşı içindeler. Bunun için de enerjiye ihtiyaç var. Dünya enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kim kontrol altına alabilirse, “kral” o olacak. Sovyetlerin dağılması sonrasında, Akdeniz ve Karadeniz çevresinde, Afrika’nın kuzeyinden Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya, Afganistan’a, Hindistan’a, Asya içlerine hatta Büyük Okyanus’a uzanan engin coğrafyada izlemekte olduğumuz bütün çatışmalar, enerji yataklarını ve dağıtım yollarını ele geçirme kavgasıdır. Akdeniz, İsrail’in yaptığı bir dizi askeri ve ekonomik anlaşmalarla bir “Batı Gölü”ne dönüştürülmekte, “Bölgenin süper gücü” olarak pohpohlanan Türkiye yerine İsrail, bölgenin enerji terminali yapılmak istenmektedir. Girit’in, Ege adalarının, Batı Trakya’nın bağımsız devletlere dönüştürülebilmesi için Yunanistan bir borç batağına sürüklenmiştir.
Ekonomik hedefleri olan hızlı küreselleşmenin etkisiyle dünyamız, ekonomik çıkar çatışmaları nedeniyle kutuplaşmalar yaşamaktadır. Bu kutuplaşmalar kaçınılmaz olarak siyasi, askeri ve kültürel kutuplaşmaları da beraberinde getirmektedir.
Ortadoğu merkezli enerji kavgası ürkütücü bir kamplaşma tablosu doğmasına neden oldu. Bir tarafta ABD/İsrail, AB ülkeleri, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye, diğer tarafta Rusya, Çin, İran ve Suriye.. Dünyamızda, küreselleşme rüzgarlarının etkisiyle, Batı’da, Asya’da ve Latin Amerika’da ekonomik bir bütünleşme yaşanmakta olsa da, etnik, dinsel ve mezhepsel alanda derin ayrışmalar yaşanmaktadır. Zengin petrol rezervlerinden dolayı küresel düzen koyucuların hedefi olan Kuzey Afrika’dan Pakistan’a uzanan Genişletilmiş BOP coğrafyasında bu ayrışmaların çok acı sonuçları yaşanmakta ve Türkiye de bu gelişmelerden olumsuz etkilenmektedir.
Dünyamız yalnızca siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda değil, kültürel alanda da küresel çapta bir savaş yaşamaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, “Medeniyetler Çatışması” üzerinden İslam’ı ‘ABD’nin en büyük düşmanı’ ilan eden ünlü ideolog Fukuyama’nın “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabında savunduğu düşünceler, hayatın sınavını geçemedi; “insanlığı kurtaracak, hayatı düzenleyecek en olgun teori” olarak sunduğu liberalizm uygulaması, dünyanın ABD eliyle refah, barış ve uyuma kavuşturulmasında başarılı olamadı. Fukuyama, ABD’nin bütün dünyayı liberalleştirerek düzenleyeceği konusunda yanıldığını itiraf etti, ama bu süreçte kaybedilenlerin geri getirilmesi mümkün değil.
Savaş üreten savaş olarak tanımladığımız Kırım Savaşı sonrasında başlatılan Osmanlı’yı tarih sahnesinden silme ve mirasını, özellikle de II. Abdülhamit’in petrol haritasını paylaşma kavgaları günümüzde, yeni küresel aktörlerin de eklenmesiyle, kaldığı yerden sürdürülmektedir. Rus Devrimi ve Türk Kurtuluş Savaşı nedeniyle kesintiye uğrayan Osmanlı mirasını paylaşma planı, I. Dünya Savaşı sonrasında kağıt üstünde ve kolayca kaoasa sürüklenebilecek şekilde oluşturulan yapay devletler, dünya düzen koyucuları tarafından, günün ihtiyaçlarına göre yeniden parsellenmektedir.
KUZEY AFRiKA’DAN BüYüK OKYANUSA UZANAN ENGiN COĞRAFYADA YAŞANAN BiR SAVAŞ..
Katılan küresel aktörlerin çokluğu dikkate alındığında, Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarını paylaşma konusunda Genişletilmiş BOP coğrafyasında yoğunlaşan savaş, bölgesel bir savaş değildir. Ayrıca, “enerji kaynakları ve dağıtım yolları” konulu savaş, yalnızca Ortadoğu’da ve Akdeniz havzasında yaşanmamaktadır. ABD’nin Büyük Okyanus’ta, Wietnam ve Filipinler’le askeri tatbikatlar yapması, Avustralya’nın Darwin Limanı’nda deniz piyadeleri için bir üs kurması, Çin’in donanma harcamalarını artırmasına, bölgedeki su yollarını kontrol amacıyla yeni limanlar satın almasına neden oldu.
Çin’in bu atakları bölgesel bir Çin hegemonyası kabusu yarattığından, ABD’nin dikkatini yeniden Asya Pasifik bölgesine kaydırmasına neden oldu.
Dünya ticaretinin önemli bir bölümünü bünyesinde barındıran Asya Pasifik bölgesindeki askeri gücünü artırmak amacıyla Myanmar, Tayland, Laos, Wietnam ve Kamboçya’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Clinton, bu ülkelere maddi yardım sözü verdi. Şimdi bölge ülkeleri, ABD-Çin rekabetinin bölgeyi bir savaş alanına dönüştürme olasılığını tartışıyorlar. Çünkü, aynı dönemde Sngapur, Hindistan ve Wietnam’ı ziyaret eden ABD Savunma Bakanı Panetta da, bu ülkelerle askeri ve stratejik işbirliği anlaşmaları imzalıyordu.
ABD-Çin çekişmesinin bölgede, güvenliğin demokrasiye tercih edildiği yönetim modellerini gündeme getirmesinden korkuluyor. Myanmar’a insan haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle konulan ambargonun ABD tarafından, bütün itirazlara rağmen kaldırılmış olması üzerine Arakan’da Müslümanların yaşadıkları dram, “Medeniyetler Çatışması”nın Pasifik uzantısı olarak değerlendiriliyor.
Pasifik’te bu gelişmeler yaşanırken, Türkistan doğalgaz ve petrolünü Avrupa’ya ulaştırma konusunda Türkiye’yi devre dışı bırakan alternatifler arayan Putin, Orta Avrasya Birliği’nden söz etmeye başladı.
Türkistan’daki kardeş ülkeler, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kendi başlarına pazarlayacak güce ulaşıp dünya ekonomisine entegre olamadılar. Türkistan coğrafyasının zenginlikleri hala küresel güçlerin iştahını kabartmaktadır.
Dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip olan İslam ülkeleri, mezhep kavgaları üzerinden kaosa sürüklenmekte, gereksiz yere birbirleriyle savaşmakta, petrol ve doğalgaz gelirlerini silah tüccarlarına kaptırmaktadırlar. Petrolün bulunmasından bu yana, sürekli olarak kurgulanmış etnik ve mezhepsel çatışmalara sahne olan İslam Alemi, Hristiyan Dünyaya potansiyel terör bataklığı olarak gösterilmekte, özü barış olan İslamiyet, “Medeniyetler Çatışması” gibi çalışmalar üzerinden, insanlara “Batılıların düşmanaı bir inanç sistemi olarak tanıtılmaktadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz ve Sovyetlerin dağılmasından bu yana yaşanmakta olan gelişmeler, hedefleri ve aktörleri dikkate alındığında, birbirinden bağımsız gelişmeler midir? Bu, adı sonradan konulacak bir küresel kapışma değil midir?
ORTADOĞU ASKERİ OLİMPİYATLARI?...
Şimdi soruyoruz:
Çin'in, Rusya'nın, ABD'nin, İsrail'in, İran'ın, başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ve Müslüman ülkelerin, Fransa'nın, Almanya'nın, İngiltere'nin, Osmanlı varisi olarak Türkiye'nin doğrudan, Japonya, Hindistan ve Latin Amerika ülkelerinin dolaylı olarak müdahil oldukları ve ateşli-ateşsiz her tür silahın kullanıldığı bir küresel güç gösterisini tanımlarken ne dememiz gerekirdi? Tüm küresel aktörlerin tam kadro katıldıkları ve ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan yeni bir dünya düzeni hedefleyen küresel bir çalkantıya, ‘Yeni Bir Dünya Savaşı’ değil de, ‘Ortadoğu Askeri Olimpiyatları’ mı dememiz gerekirdi?
Sonuç olarak, ‘Bu Bir Dünya Savaşı’ da desek, ‘Ortadoğu Askeri Olimpiyatları’ da desek, tarih bu yaşadıklarımızı III. Dünya Savaşı olarak kaydedecektir. Çünkü I. Dünya Savaşı’nın da, II. Dünya Savaşı’nın adları, yaralar soğuduktan sonra konulmuştur.