Nafiz Aydın'ı, Ön Asya dilleri konusunda yaptığı özgün çalışmalarından dolayı tanıdım. Yıllardır yazışırız; çalışmalarını izler, duyurmaya çalışırım. Nafiz Aydın'ın çalışmaları özgün, hem de çok özgün çalışmalardır. Yaptığı çalışmalar sonrasında ortaya koyduğu kitaplar, Ön Asya dilleri konusunda, bu dillerin konuşulduğu coğrafyaların tarihleri ve kültürleri konusunda dünya çapında ses getirecek eserlerdir. Nafiz Aydın'ın ortaya koyduğu gerçeklerin, bir Türk aydını tarafından seslendirilmiş olmasından dolayı hak ettiği oranda ilgi görmemesi, kuşkuyla karşılanması, insanlık açısından büyük bir kayıptır. Nafiz Aydın'ın, insanlığın binlerce yıl önce oluşturduklar uygarlıkların gizemlerini çözecek anahtarlarına gereken ilgiyi göstermemek, affedilecek bir hata değildir. Nafiz Aydın, hem eğitimi hem de yaptığı görevler göz önüne alındığında, söyledikleriyle, ortaya koyduğu eserleriyle ciddiye alınması gereken bir aydınımızdır. Ülkemizin arkeolojik zenginliğini gerektiği gibi değerlendiremediğimizi, yapılan kazılarda ele geçen ve insanlık tarihi açısından eşi benzeri olmayan onbinlerce tabletin uzman yetersizliği nedeniyle okuyamadığımızı bıkmadan usanmadan anlatmaktadır. Anlatmakla da kalmamakta, kendi çabaları ile çözümler üretmeye çalışmaktadır. Nafiz Aydın, üzerinde yaşadığımız topraklarda uygarlıklar yaratmış olan insanların dillerini çözebilmemiz, bu yolla tarihlerini ve kültürlerini öğrenebilmemiz konusunda üniversitelerimizde yeterli eğitim verilmediğini görmüş, bu konudaki boşluğu doldurabilmek amacıyla dört önemli eser yazmış, kendi çabaları ile yayınlamış ve insanlığa armağan etmiştir. Nafiz Aydın’ın son eseri “BÜYÜK SÜMERCE LÜGAT”ı tanıtan yazımız büyük ilgi gördü. Bu önemli eseri, dağıtım sorunu henüz çözülemediğinden, şu aşamada yalnızca Nafiz Aydın’dan temin edebiliyorsunuz. ([email protected] ya da Gsm : 0-533-773 39 61). Binlerce yıl öncesinde bu topraklarda yaşamış, uygarlıklar yaratmış insanların dillerini çözmek, herkesten önce bu topraklarda yetişen insanların görevi değil midir? Anımsatalım, Sümer ve Gutti (Kut)’ların etnik ve dil özellikleri yönünden yalnızca Türklerle karşılaştırılabileceği, artık bilim çevrelerinde de kabul gören bir gerçektir. Nafiz Aydın’ın kişisel çabaları sonunda ortaya koyduğu kitaplar, dünya üniversitelerinde Önasya dilleri konusunda ders kitabı olarak nitelikte eserlerdir. Bu dilleri çözmeye yönelecek olan gençler için çok değerli birer anahtardır. Siyasilerimizin, üniversitelerimizin, her konumdaki aydınlarımızın bu eserlerin değerinin duyurulmasına yardım etmeleri bir insanlık görevidir. Aşağıda Nafiz Aydın’ın Önasya Dilleri konulu yazısını sunuyoruz. Bu yazıda, Nafiz Aydın’ın bu konudaki mücadelesini ve pek çoğumuz kafamıza takılan soruların yanıtlarını bulacağız. ÖNASYA DİLLERİ NAFİZ AYDIN (Sümerolog) 1936’larda öğretime açılan Sümeroloji Anabilim Dalı, çalışmalarını olanakların elverdiği ölçüde bugün de sürdürmektedir. Yine 1948’lerden bugüne kadar Kültepe Kazılarında bulunan Kültepe Tabletleri üzerindeki çalışmalar da devam etmektedir. Aradan geçen 63 yıl içerisinde orada yaklaşık 20 bin tablet bulunmuştur. 13 Nisan 2000 günlü Milliyet Gazetesinde Muazzez İ.Çığ şöyle diyordu: Üzerinde 50 yıldır çalışılan Kültepe Tabletleri tam bir ömür törpüsü. Bugüne kadar 25 bin tabletten çok azı çözülürken, Asurca bilen eleman azlığı sıkıntı yaratıyor” diyor ve şunu ekliyordu: “Bulmasına bulduk, bir de okuyabilsek!”. Okuyamayız. İşte nedenleri: 1. 27 Mayıs 1965 Perşembe günü Hocamız E.Bilgiç arkadaşımız Orhan Armağan’ı tahtaya kaldırdı ve (hi ) işaretini yazmasını istedi ondan. Üzülerek söylemeliyim ki, arkadaşımız bu basit işareti 4 yılın sonunda ve son saatte yazmayı başaramadı. 16 Haziran 1997 Pazartesi günü, o tarihten tam 32 yıl sonra Sümeroloji Anabilim Dalı’nı yeni bitirmiş bir bayan meslektaş beni Antalya’da ziyaret etti. Çalışabilecek bir iş arıyordu o burada. Bilerek ve isteyerek ben ona bir parça kağıt ve bir kalem vererek bu (hi) işaretini yazmasını istedim. Yazamadı. Yaşayarak gördüm ki, 32 yılda Ankara’da hiçbir şey değişmemişti. İşte bu nedenle biz de diyoruz ki, Öyle gelmiş, böyle gitmemelidir. Bu gerçekleri üzülerek gören ben, aradan geçen zaman içerisinde Sümerce ve Akadca İşaret Listesi hazırladım. Yalnız 200 adet basılan bu ilk basım dağıtımda yok artık. Böyle bir kitabın 2. baskısının yapılması Önasya Dillerinin öğrenimi için çok önemlidir. 2. Biz Ankara’da 4 yılda okuduğumuzu, Münih’de 1 ayda okuduk. 1 yıl = 1 hafta denklemi bizlere hiçbir şey anlatmıyorsa, biz burada bu konuda, bundan başka ne söylesek boşa! Nedeni, elimizde kullanacağımız bir Sümerce Dilbilgisi’nin bulunmamış olmasıdır. Tarafımdan hazırlanan Söz konusu bu kitap okurlarından 10 üzerinden 9.92 puan almıştır. Sümerce Dilbilgisi’nin de 2.baskısının yapılmasında burada sayılamayacak kadar faydalar vardır. Elimizde Türkçe hazırlanmış böyle bir Dilbilgisi olmadığından, /NU.TUR/ işaretleri /NU.TUR/ olarak okunmuş ve “denizci” şeklinde tercüme edilmiştir. Buna karşılık bu işaretler son 100 yıl içerisinde, hiçbir zaman ve hiçbir yerde /NU.TUR/ olarak okunmamıştır. Bunlar yalnız /nu-banda/ olarak okunur ve ancak “denetimci, müfettiş” şeklinde tercüme edilebilir. Eğer elimizde Böyle bir Dilbilgisi olsaydı, böyle bir yanlışlık da asla yapılmazdı. 3. Urartular, başkentleri Tušpa/Van olmak üzere büyük bir imparatorluk kurmuşlar ve bizlere sayısız kitabeler bırakmışlardır. Onlardan birisi 1982 yılında Erzurum/Güzelhisar’da bulundu. Müze Müdüresi Serap.Yaylalı ilgili bütün Fakültelere başvurarak bunun okunması istedi, fakat birilerini bulamadı. Ben onu Belleten 213,323-330’da neşretmiştim. Bu dilin okutulduğu ilk ve en önemli yer Ankara Üniversitesi olmalıdır. Fakat değil, bu hepimizin ayıbıdır. Öyleyse, böyle bir dilin DİLBİLGİSİ hazırlansa, kime zararı olabilir? 4. Yıllar önce, 1932 de Hammurabi Kanunları neşredilmişti. 1975 yılında M.Torun-K.Yalvaç, Sümer, Babil, Assur Kanunları ve Ammi-Saduqa Fermanı adı altında bir eser hazırladılar. Bu kitap da 1975 yılında TTK tarafından yayınlandı. Bunu dikkatlice okuyan ben, söz konusu bu kitabın hemen toplatılmasını istemiştim. Çünkü kitabın doğru bir yanı yoktu. Eğer bir öğrenci Hammurabi Kanunlarının 1. maddesini imtihanda onlar gibi tercüme etse, ya da kopya çekse sınıfta kalırdı. Son olarak 2002 yılında D.Viel de böyle bir çalışma yaptı. Öyleyse 2011 den sonra biz neden yeniden bunu yapmayalım? 5. Sonuç olarak diyebilirim ki, bütün bu yapıtlar tarafımdan hazırlanabilir. Bunun için yeteri kadar zamanım vardır. Yeter ki birileri basım konusunda bana yardım etmiş olsun. Unumuz, yağımız, şekerimiz var, HELVA yapamıyoruz, Okulumuz, öğrencimiz, olanaklarımız var, onlara, bilmem hangi nedenlerle, yardım etmek için ellerine kitap veremiyoruz. İşte ben buna çok utanıyorum. Dibilgisi ve ilgili sözlüklerin olmaması bakalım nelere neden oluyorlar: Kültepe Tabletlerinden biri: 6. Öy. 2 ma-na KÙ.BABBAR 2ša A-šur-ba-ni 3i-øé-er dAdad-øú-lu-li 5i-šu-ú 2 ma-na 6KÙ.BABBAR ù øí-ba-sú 7A-šur-ba-ni 8ša-bu æup-pu-um Ay. 9ša ku-nu-uk dAdad-øú-lu-li 11ša e-li-a-ni 12sà-ar İGİ İ-ku-pì-a 13İGİ A-šur-du-ri “Aššur-bāni’nin Adad-øulūlī’de alacaklı olduğu 2 mina gümüşe ve fâizine Aššur-bāni doymuştur. Adad-øulūlī’nin mührüyle ortaya çıkarılacak tablet sahtedir. (geçersizdir). İkūppīa’nın huzûrunda, Ašur-dūrī’nin huzûrunda”. Böyle bir tercümeden herhangi bir şey anlamak mümkün mü? Meslektaşım Akadca-Almanca hazırlanmış sözlüğe bakıyor, šabā’um kelimesinin karşısında /sättigen “doyurmak”/ karşılığını buluyor ve buna uyarak böyle bir anlamsız tercüme yapma becerisine sahip oluyordu. Eğer elinde Akadca-Türkçe hazırlanmış bir SÖZLÜK olsaydı, böylesi hatalara düşmezdi. Dahası da var: Görüldüğü kadarıyla ellerindeki tableti öyle yanlış okuyorlar ki, bu okunuş şekliyle metni doğru olarak tercüme etmeye olanak bırakmıyorlar. Bir başka deyimle, cümle içerisindeki kelime ayırımı yanlış yapıldığından, bunun yanında sözlüklerde “šu-ma/šumma” kelimesini de “eğer” olarak tercüme edilmek istenince, tercümedeki cinayet kaçınılmaz oluyor. Eğer ellerinde Akadca-Türkçe bir sözlük ve bunun yanında Akadca Dilbilgisi olsaydı bunu yapmazlardı. šumma(=Eski Asurca: šuma) “eğer” anlamını taşımaktadır. /šumma…. šumma/ ise “ya … ya da” demektir. Bu nedenle diyebilirim ki, /Kültepe Tabletlerinin Dili, Eski Asurca Dilbilgisi/ adı altında bir El Kitabı kesinlikle hazırlanmalıdır. Böyle bir kitabı önünde bulan her öğrenci, Kültepe Tabletlerini okuyacak ve tercüme edebilecek duruma gelecektir. Bugün için yaklaşık 20 bin tablet vardır Anadolu medeniyetleri müzesinde. İsteyen herkesin bunlar üzerinde çalışmasının kime zararı olabilir? Böyle bir kitap tarafımdan rahatlıkla hazırlanabilir, yeter ki birileri bu konuda bana güvence versin! Sümerce için de aynı durum söz konusudur. Eğer bir Prof. bi=konuşmak diyorsa, bu dili bilmiyor demektir. Bir de onu /ì-bi=o konuştu/ şeklinde tercüme ederse, hiç bilmiyor demektir. 7. MAL MÜŞTERİYE SATILIR. Sonuç olarak diyebilirim ki, bu dilleri öğrenmek isteyenlere yardım edilmek istiyorsa, söz konusu bu kitaplar mümkün olan en kısa zaman içerisinde/bugün hizmete sunulmalıdır. Yarın bile bizim için çok geç olabilir. 8. Sümerce Dilbilgisi, 2. baskıda bazı kısımlar tablolar halinde yazıldığından çok daha ilginç ve kullanımlı bir duruma getirildi. Kitabın sonuna yeni kelimeler de eklendiğinden, kitap 640 sayfadan oluşuyor. 9. Sümece ve Akadca İşaret Listesi 2.baskı 680 sayfa 10. Akadca Dilbilgisini 2. baskı 810 sayfa 11. Eski Asurca Dilbilgisi de en geç bir yıl içerisinde hazırlanabilir. Önasya Diller bizim için çok önemlidir. Her yerde ve her zaman onlara ihtiyacımız olabilir. Bilindiği gibi meslektaşımız Muazzez İlmiye Çığ 2006 da, bir yazısını nedeniyle mahkemeye verildi. O diyordu ki: “Sümerlerde yalnız /fahişeler/ türban takarlar”. Bu konuda ben Beyoğlu 2.Asliye Ceza Mahkemesi Başkanlığına yazarak, M.İ.Çığ’ın ne demek istediğini Sümer ve Babil Kanunlarnın ilgili maddelerini tercüme ederek uzaktan tanıklık ettim. Mahkeme bu nedenle 05 Kasım günü yalnız 5 dakikada sürdü. Meslektaşımız 20 Aralık 2009 günü bir Açık Oturumda Sümerler ve Sümerce konusundaki sorulara yeteri kadar yanıt veremiyor, “Bunu bilmiyorum” yanıtlarıyla soruyu yanıtlamış oluyordu. Bu arada mahkemeden de söz edildi ve “Size bu konuda yardım eden birileri olmadı mı?” diye soruldu. “Hayır” dedi o. Ben de şaşırdım kaldım. O muhterem kişi, 50 yıl öncesini hatırlıyor, buna karşılık 3 yıl öncesini PAS geçiyordu. Biz de bu konuda ancak şunu diyebiliyoruz: Kıskançlık her zaman, her yerde ve her yaşta var olmuştur. ÇOK ÖNEMLİ Ben, adı Küçükköy olan Antalya’nın en büyük köyünden ilk defa Ortaokula giden ve Antalya Lisesini bitiren ilk kişiyim. Bir İLK daha var: 1965’lerden sonrasını bilmiyorum, fakat Bölümünün ilk öğrencilerinin dışında son 50 yıl içerisinde Sümeroloji Anabilim Dalı’na isteyerek gelen İLK öğrenci benim. 1954 yılı 12 Eylül günü Köyden Korkuteli’ye giderken, öğretmenime de uğramıştım. Mustafa Eroğlu bana o gün bir zarf vermişti. İçinde 10 lira ile birlikte bir kağıt parçası duruyordu. Onun üzerinde de şunlar yazılıydı: 1-Emek ver, kulak ver, bilgi ver, fakat BOŞ verme! 2-Fakir besle, çocuk besle, hayvan besle, fakat KİN besleme! 3-Doğrul, devril, fakat KIRIL, EĞİLME! 4-İtil, atıl fakat SATILMA! 1- Aradan geçen zaman içerisinde ben öğretmenimin uyarılarını her zaman dikkate aldım. Her yerde ve her türlü koşullar altında çalışmalarımı sürdürdüm, BOŞ vermedim. 2- Sayın Prof. Dr. İrfan Albayrak’ın Kültepe Tabletleri başlıklı kitabının başlangıç aşamasında Ankara’daydım. Onuna ilk defa orada tanıştım. Kitapta tercüme edeceği metinlerin Çivi Yazılı Kopyalarının tarafımdan yapılabileceğini açık bir dille kendisine ilettim. Görüldüğü kadarıyla onlar metinlerin bu tür kopyalarında eğitimsiz görülüyorlar. Bu onları suçu değil, TEKNOLOJİ’nin. Onlar tahsilleri boyunca okumak zorunda oldukları metinleri kendileri, elleriyle kopya etmemişler, FOTOKOPİ yaptırmışlardır. Bilinen gerçek odur ki, yaklaşık 120 yıl önce (1891) W.Golénischaff tarafından neşredilen 24 tabletin bile o zaman çivi yazılı kopyaları verilmiştir. Doğru olan da budur. Meslektaşlarımın o güne kadar bana karşı olan tutumlarını hiçe saydım, fakat KİN beslemedim. 3- 28 yıllık meslek yaşamımda yalnız doğru olanı yaptığım ve söylediğim için müzeden müzeye nakledildim. Kırıldım, fakat EĞİLMEDİM. 4- Boğazköy kazılarında, 1982 yılına kadar, yıllarca (21 yıl) bilmem hangi nedenlerle primleri ödenmeyen vatandaşlarımızın haklarının zamanında ödenmesi için, bir elim yağda, diğer elim baldayken bile, Alman Kazı Heyetini karşıma aldım. İtildim, atıldım, fakat SATILMADIM. Planlarımızın bir hedefi yoksa, başarılı olamayız. Eğer bir kimse hangi limana gitmek istediğini bilmezse, hiçbir rüzgar ondan yana esmez. E-Mail: [email protected] Gsm : 0-533-773 39 61