Uzak Atilla devrinden (400-453) günümüze dek, kader birliği yaptığımız Almanlar ile biz Türklerin kanı, en çok Rus Emperyalizmine karşı vatan savunmasında dökülmüştür-akmıştır. Bu sebeple bu yazımı, ileri görüşlü ulu devlet adamı Adolf Hitler’in (1889-1945) bir deyişiyle başlamak istedim. Çünkü bu yazımın konusu, “yırtıcı ve vahşi” Panislavizmdir: “Ruslar olayların baskısı altında Yahudi Marksizminden kopup, yırtıcı ve vahşi ifadesiyle ebedi Panislavizmi temsil edecektir.” (Hitler, 1968: 78). Geleceği görmek için geçmişi iyi bilmek gerekir, ilkesinden yola çıkarak, bu ON YILLIK PUTİN DEVRİ’ni anlatmak için, Putin devrini doğuran bir önceki ana devirlere değinmek istedim. Putin yönetimindeki bugünün Emperyalist Rusya’sı, biri bir öncekisinden daha arsız, daha zalim ve daha yalancı olan üç Panislavizm devrinin ürünüdür-birikimidir: 1. Korkunç İvan ve Romanovların yönettiği Çarizmin-Panislavizmin doğuşu ve büyümesi devri (1552-1917). 2. Lenin ve Stalin’in yönettiği sözde milletler özerkliği olan, aydın soykırımının yaşandığı- Sovyetler devri (1917-1991). 3. Boris Yeltsin ve Vladimir Putin’in yönettiği sözde demokrasi olan, Rus olmayanları yok sayan- Yedinaya Rossiya (Birlik Rusya) devri. Bu üç devrin üçüne de egemen olan manevi güç-Rus olmayanları yok sayan Panislavizm ideolojisidir. Rusların Türk iline doğru işgal savaşı, Kazan Hanlığının 1552 yılındaki kana batırılmasıyla başlamıştı. Ruslar bu savaşı 19.yüzyıl sonlarına doğru Türkistan’da bitirirken, Çin ile anlaşmıştı: “Türk ilinin doğusu sana, batısı bana.” Çin bu anlaşma gereği, Rusların da yoğun desteğiyle Kaşgar’daki Yakup Beg devletini yıkarak Doğu Türkistan’ı 1878 yılında işgal etmişti. O devirdeki işgal savaşı, ister Rusların olsun, ister Çin’in olsun, silah ve insan gücüne dayanan çok acımasız kanlı savaşlar ile gerçekleşmişti. Hitler’in deyişiyle “yırtıcı ve vahşi” savaşlar ile. Türk iline yönelik bu işgal savaşı bugün de devam etmektedir, fakat bugünkü savaş yöntemi çok farklıdır: Sinsi ve yalanlarla dolu bir siyasi savaş. Bir önceki “yırtıcı ve vahşi” savaşa oranla, bu sonraki “sinsi ve yalanlarla dolu” savaş daha da tehlikelidir ki, çünkü aldatıcı ve yanıltıcıdır. Bu yalanlar sadece günümüzdeki insanları yanıltmakla yetinmiyor, geçmişi bulandırarak tarihi yanıltmak için yapılmaktadır. Böylece Ruslar cinayetlerle dolu tarihini yalanlar ile silerek, onu işlerine geldiği gibi yazmak istemektedirler. Onun içindir ki, biz tarihi bilenler, bu Rus entrikalarının tarihi gerçekleri bozmasına izin vermeyiz. Rusların bugüne dek işgal ettiği tüm Türk topraklarından çıkıp gitmelerini isteriz. Ruslarla ilgili olan her gerçek söylendikçe-yazıldıkça, Rus işgal eylemleri yenilgiye mahkumdur. Avrasya’nın hemen hemen yarısından fazlasını işgal etmiş bu kudretli Çarizmi Sovyetler devrine götüren etken neydi? XIX. Yüzyıl sonu ve XX. Yüzyıl başında meydana gelen “ulusal devlet ilkesi” olarak bilinen Avrupa ulusçuluğu idi. Tüm imparatorlukları yıkan bu ilke, bu çağımızın can alıcı gücü karşısında Çarizm ne yapabilirdi? Çarizmin imdadına yetişen Lenin, Avrupa ulusçuluğunun “ulusal devlet ilkesi” kavramını çarpıtarak, “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkı” sloganıyla Rus olmayan halkların gönlünü alıyor ve aldatıyordu. Böylece Lenin ile Stalin, hem soykırım, hem aldatma yoluyla Çarizmin sınırlarını koruyabilmişti. Seksenli yıllar Sovyet İmparatorluğunun can çekiştiği bir devirdi. İktisadi cihetten iflas eden komünizm, yolsuzluğu alabildiğince körüklemiş, devlet kurumları çalışamaz duruma gelmişti. Artık Sovyetler olarak bu devlet yoluna devam edemeyecekti. Bu konuda ulu Tatar devrimcisi Mirseyit Sultangaliyev (1892-1940), Rus emryalizminin yakın bir tarihte dağılıp-bölünüp, yerle bir olacağını çoktan söylemiştir: “Panrusçular, Sovyetler Birliğini kurup, gerçekten birliğe getirilmiş parçalanmaz Rusya’yı, yani büyük Rusçuların başka halklar üstündeki egemenliğini yaratmayı doğal olarak isterler… Oysa Rusya’daki son devrim tecrübelerinden biz şu sonuca vardık ki, Rusya’da egemenlik ne gibi bir sınıfın elinde olursa olsun, onların hiçbiri bu ülkeyi geçmişteki “büyüklüğü”ne ve gücüne kavuşturamayacaktır. Rusya’nın ulusal devletlere ve Ruslar devletine dağılması ve bölünmesi kaçınılmazdır. Bu katmaktan ayrılmaya giden tarihi zorunluluk sürecidir. Şimdiki SSCB şekline bürünen önceki Rusya’nın ömrü uzun değil, geçicidir. Bu ölüm öncesindeki son nefes, son çırpınıştır.” (Kurban, 2007: 226-227). Çarizmin en kudretli devrinden çıkmış ve Sovyetler devrini denemiş bugünkü Rus emperyalizmi bundan sonra nasıl bir yol izleyecek? Bugünkü Rus emperyalizminin ne yapacağını, bundan sonra takip edeceği yolunu anlamak için, geçtiğimiz 10 yıllık Putin devrini anlamak yeter. Rus Emperyalizminin cinayetlerle dolu uzak geçmişine hiç dokunmadan, sadece 10 yıllık (2000-2010) Putin iktidarı devrine dayanarak hükmetmek gerekirse, yaşadığımız bu son 10 yıl, sadece Rus-Tatar ilişkilerinin değil, Rusya-dünya ilişkilerinin de tiksinti ve acıyla dolu dolu geçen bir kargışlı devir olarak gerilerde kalmıştır. Evet, ister Rusya’daki Rus olmayanlar için olsun, ister dünyamız için olsun, Ruslarla beraber yaşamak kolay bir yaşam değildir. Bu yaşam her şeyden önce Panislavizm yırtıcılığına karşı dayanmak demektir. Bu kargışlı-azaplı devrin baş aktörü ise eski KGB ajanı olan Urus Vladimir Putin’dir. Hiç kuşku yok ki, bugüne kadar olup biten, çok acı ve kanlı geçen iki dünya savaşını başlatan Ruslar, Üçüncü Dünya Savaşı’nı da yine onlar başlatacaktır. Çünkü yırtıcının yaşamı her zaman kana ve cesede muhtaçtır. Urus ve onun önderi Putin, insanlığın bahtını kıskanma alışkanlığını elbette bırakacak değildir. Giderek şekil-renk-yöntem değiştiren bu 500 yıllık Rus emperyalizmi, daha da tehlikeli bir gidişat ile dünyamızı tehdit etmektedir. Baş belası olan bu Rusya, tüm Avrasya’ya egemen olmak istiyor ki, bu isteğine eriştiği an tüm dünyaya egemen olmak ister. Bu kan içici Ruslar ancak, boğazına hançer, kalbine kurşun saplandığında doymasını bilir. İşte bu Rus gerçeğini önceden gören kişi Adolf Hitler idi. Putin iktidara gelir gelmez yaptığı uygulamalarını, Rusların tarihleri boyunca “ezeli ve ebedi düşman” olarak algılayageldiği Tatar dünyasından başlatmıştır. Bu uygulamalar: Tatarların Latin alfabesine geçişi yasaklandı. Özerk cumhuriyetlerin seçim ile gelen başkanlarını artık Moskova tayin edecek. 30 Ağustos Tatar bağımsızlık günü, Kazan’ın doğum günü olarak değiştirildi. Pasaportlardaki ulus adları kaldırılıp, Rusya’da yaşayan herkes Rus kabul edildi. Tatar tarihini yansıtan eski binalar yerle bir edildi. Tatar okulları sürekli kapatılıp, Tatar dili mutfak dili haline getirildi. 200 yıllık Kazan Devlet Üniversitesi, İdil Bölge Üniversitesi oldu. İçi tamamen boşaltılmış sözde “Tataristan” olarak adlandırılan bu kuruluşa, artık gereksinim kalmadığı anlaşıldı. Tatarlar arasında Rus yanlısı hainler çoğaltmak amacıyla, “Tatarlığa hizmet”(!) adı verilen, Putin imzalı madalya, Tataristan’da ve Türkiye’de almak isteyen birçok Tatara hediye olarak dağıtılmıştır. Tatarlar üzerindeki Putin oyunlarının en çarpıcı örneğini, Fevziye Bayramova’nın yargılanmasında görmekteyiz, bu konuda Bayramova’nın açıklaması: “Mahkemede hazır bulunan hakim, savcı, sekreter, avukat, çevirmen ve ben dahil 6 kişi Tatardır. Tatar ilinde Tatarlığı savunduğum için, Tatarlar beni Rusça yargıladılar. Bu bir faciadır, kıyamettir.” Aşağıdaki şiiri satırlarda yansıyan Tatar ulusunun hüzün dolu kaygıları, bu Putin uygulamalarının ürünüdür. “Kırılmış kılıç, soğumuş kül-benim ilimmiş. Kabir taşında ölen dil-benim dilimmiş.” Putin Rusya’da Tatarları karşısına aldı; 300 bin Çeçen direnişçisini boğazlattı ve sayısı meçhul gazetecileri suikast yoluyla öldürttü. Dünyada ise Türk milliyetçiliğini ve NATO’yu karşısına aldı. Ağustos 2008’de Gürcistan’ın bir kısmını işgal eden Rusya için şimdiki hedef, eski Tatar yurdu olan Kırım’dır. Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine tüm gücüyle karşı çıkan Putin, eski Rus sömürgesi olan Orta Asya’yı geri almanın gayreti içindedir. Türk dünyasının doğudaki kolu Uygurların ülkesi Doğu Türkistan Çin işgali altında; Türk dünyasının batıdaki kolu Başkurt-Tatarların ülkesi İdil-Ural Rus işgali altında inlemektedir. Yakın yıllara kadar Rus sömürgesi olan Türkistan Cumhuriyetleri, gerçi bağımsızlıklarını elde etmiş gibi görünseler de, halen Rus-Çin tehdidi altında bocalamakta, ne yapacağını kestirememekte, onlar için Rus veya Çin işgali günbegün yaklaşmış gözükmektedir. Shang Hay İşbirliği Örgütü, geçmişteki Rus-Çin işgal işbirliğini gündeme getirmektedir. Yakında Çin hükümeti, herhalde Nazarbayev Hükümetine güvenmiş olmalıdır ki, Kazakistan hükümetinden bir milyon hektar büyüklüğünde Kazak toprağını kiralamak istediğini belirtmiştir (Azatlık Radyosu, 18.12.2009). Buna Kazakistan’ın ne gibi yanıt vereceği henüz belli değil, bilinen gerçek şu ki, Çin, Kazakistan topraklarına göz dikmiştir. Yanı sıra Çin bu isteğiyle Uygurlara da şu mesajı vermektedir: “Sen boşuna uğraşma; ben istersem komşun olan Kazakları da yutabilirim; kimse bana bir şey diyemez; çünkü ben bir yarım milyar insanımı doyurmak zorundayım!” Evet, Çin’in bu isteği yadırganacak bir şey değil, Çin’in ejderha kimliğinin-doğasının gereğidir. Çin ve Rus hakkında, onların övgüsünden başka bilgisi olmayan Nazarbayev Hükümetinin, Çin’in bu kanunsuz isteğinden kuşkulanıp hemen bir tedbir alacağını zannetmem. Eğer bu isteğe uyulacaksa, artık Kazakistan Çin’in sömürgesi olmanın ilk adımını atmış, bunun sonu, Kazakistan ikinci bir Doğu Türkistan konumuna düşmüş olacaktır. Doğu Türkistan’a komşu ve onu yakından tanımış, hatta Uygur kardeşleriyle aynı kaderi yaşayıp denemiş Kazak milliyetçilerinin bu gidişata “dur” demesine gücü yetecek mi?! Rus ve Çin emperyalizmini iyi tanıyan Batılı güçler, bu Kazak gidişatına seyirci kalacak mı?! Ben ülkemdeyken (Gulca’da), Çin’in hapishane ve çalışma kamplarında, “milliyetçi” suç damgasıyla tüketmek zorunda kaldığım 24 yıllık ömrüm süresince, karşılaşıp kader birliği yapmış olduğum Kazak kardeşlerimi elbette unutacak değilim. Biz, ezeli ve ebedi düşmanımızın Urus ile Çin olduğunda oydaş idik. Onlar eğer hayattaysa bu Kazak gidişatına en azından benim kadar üzüleceklerdir. Rus Emperyalizmi dünyamızın gidişatına önem vermeden, bildiği yolunda böyle giderse, ilk önce Türk milliyetçiliğine çarpacağı kesindir. Türk milliyetçiliği Avrupa milliyetçiliğine oranla daha köklü, daha yalındır. Avrupa milliyetçiliği doğmadan önce Büyük Timur (1336-1405) şöyle diyordu: “Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan’ız! Biz ki Türk oğlu Türk’üz, Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz!” (Emir Timur) Avrupa milliyetçiliği doğmadan önce biz Türklerin, Türk milliyetçiliği ile yaşadığımız şanlı devirlerimiz-yıllarımız vardı: “Tarihimizdeki saygın ve başkalarını imrendirebildiğimiz devirler, din ve dogmalardan mümkün olduğu kadar uzak kaldığımız devirlerdir. Kültigin ve Bilge Kağan’ın adına dikilmiş taş anıtlardan yansıyan 8.yüzyıla özgü, fakat bugün de geçerli olan ölümsüz Türk ruhunun yaşandığı devir. Farabi (870-950), Biruni (973-1048), İbni Sina (980-1037), Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Hashacip’lerin temsil ettiği bilim, felsefe ve Mutezile devri. Büyük Timur’un, Uluğ Bey’in ve Alişir Nevai’nin temsil ettiği Timurlu Rönesans’ı devri (15-16.yüzyıllar). Son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün bir cumhuriyet kurup, “10.Yıl Marşı”nı seslendirdiği yıllar (1923-1938). Bu devirler-bu yıllar, Türkün cihanşümul bilime, cihanşümul özgürlüğe kanatlandığı devirler-yıllar idi. Onun içindir ki, bu devirler-bu yıllar bizden uzaklaştıkça, özlem duygularımızla anımsadığımız devirler-yıllar olarak gerilerde kalmıştır.” (Kurban, 2007: 246-247). Ulusumuzun, vatanımızın sevdası ve hayranı olan üç büyük Türkçümüzü bir araya getiren anlamlı bir anı ile bu yazıma son vereceğim: “Mütevazi bir evde yaşayan eski milyoner şair Zakir Remiyev’i de bu sefer yahut bu yazın Orenburg’a ikinci defa geldiğimde gördüm. Bu zat Çağatay şairi Alişir Nevai’nin meftunu idi. Kendisine 12 sene önce Nevai’den naklettiğim şiirlere nazire yazmış olduğunu şifahen anlattı. Fakat hasta ve divanda başını dayadığı yastık ona yakışmaz bir halde idi. Servetlerini kaybetmekten fazla müteessir olmadığını, fakat milletimizin mukadderatı hususunda büyük endişe duyduğunu söyledi. Orsk şehrinde yaşıyormuş. Veda edip kapısından çıkarken, Alişir Nevai’nin şu mealdeki parçasını hatırladım: “Ölümden daha ağır olan hayatımı mı diyeceksin; yanma ve iç çekmelerin uğursuzluğu yüzünden gözlerimden akan yaşımı mı diyeceksin? Yoksa taş üstüne koyduğum garip başımı mı diyeceksin; yahut da gam u gussa ile dolu başımın altındaki taşımı mı diyeceksin? (Togan, 1999: 235). Evet, Başkurt kökenli ünlü bilgin Zeki Velidi Togan (1890-1970), Tatar kökenli filozof şair Zakir Remiyev (Derdmend) (1859-1921) ve Uygur kökenli ünlü şair Alişir Nevai (1441-1501) bir arada idiler. Onların her şeyi ortak olduğu gibi kaygıları da ortaktı: millet ve vatan kaygısı. Kaynaklar Azatlık Radyosu, 18.12.2009. Hitler, Adolf, Siyasi Vasiyetim, İstanbul 1968. Kurban, İklil, Gerçekler ve Yalanlar (Anılar-Yansımalar: 1943-2007), Ankara 2007. Togan, Zeki Velidi, Hatıralar, Ankara 1999. İklil KURBAN