“Üzerinize felaket gibi çöken kitaplar gerek. Bir kitap, içinizdeki donmuş değerleri parçalayacak bir balta olmalıdır.” diyor, Franz Kafka.

Çocukların ve gençlerin sıklıkla duyduğu ve kitap okuyanlar tarafından söylenen “Kitap okuyun!” cümlesi, boş bir öğüt değildir. Bedenin gıdası nasıl yiyecek ve içeceklerse, beynin gıdası da bilgidir ve bilgiye düşman iki insan modeli vardır: “Ben okumayı sevmiyorum.” diyenler ve “İhtiyacım olan bilgilere zaten sahibim, kullanmayacağım bilgiye gerek yok.” diyenler.

Gün içinde belki hiçbir zaman işimize yaramayacak birçok bilgiyi özellikle dijital ortamlardan ediniyoruz. Peki ya, bilmemiz gerekenler? Yıllar önce bir yarışma programında “Bir Avrupa ülkesi söyleyin.” dendiğinde, yarışmacılardan biri tarafından “Tayland” cevabı verilmişti. Aslında bu durum, öğrenciler tarafından sıkça sorulan “Bu öğrendiklerimiz hayatta ne işimize yarayacak?” sorusunun da cevabı niteliğinde.

Okumayan, konuşamaz

Okumayan, konuşamaz. Okumayan, yazamaz. Okumayan, başarılı iletişimler kuramaz. Kimsenin “Ben okumayı sevmiyorum.” deme lüksü bulunmuyor. Siz buna ihtiyacınız olmadığını düşünebilirsiniz ancak hayatınız boyunca birçok ortamda bir araya geldiğiniz insanları buna maruz bırakamazsınız. Hatta bilmek de yetmiyor. İnsan, edindiği bilgiyi içselleştirilip hayata entegre ettiğinde o bilgi kültürel dönüşümün bir aracı oluyor. Aksi halde okunan kitaplar, gezilen yerler sadece istatistikî bir veri olarak anılarımızda kalıyor.

Hayatınızın, son yılların joker kelimesi ‘aynen’den ibaret olmaması, bir konuda bir fikriniz ve söyleyecek iki kelamınız olması için okuyun, okutun… “Ben halimden memnunum.” diyenler için de efsane eser Ölü Ozanlar Derneği’nin o meşhur repliğini hatırlatalım:

-  Kitap okur musunuz, Bay Anderson?

-  Okumuyorum, eksikliğini de hissetmiyorum.

-  Ama biz hissediyoruz.

Keyifli okumalar…