Ben senin sesini duyunca göğsümden bir güvercin sürüsü gökyüzüne havalanıyor. Ben seni hayal edince salıncakta sallanma sırası bana geliyor. Ben senden güzel bir şeyler duyunca bir ağzımdan on bin çeşit kelebek çıkıyor. Ben senin güldüğünü görünce biri getirip önüme taze çay koyuyor. Ben senin ellerini tutunca ülkede milli bayram ilan ediliyor, bayrak asıyorum göğsüme. Ben seni sevince, bana ne oluyor bilmiyorum. (Özcan Bülbül)

Aslında hepimiz biliyoruz. Duyunca ya da okuyunca dahi yoğun duyguları beraberinde getiren “aşk” diyorlar adına. Aşk, her zaman anlaşılması zor bir kavram olsa da birçok insan için büyü gibi bir his. Çünkü bu his, âşık olduğumuz kişiyle aramızdaki özel bağı oluştururken beraberinde dopamini de getirerek kalbin ritmini ve hayatın anlamını değiştiriyor.

Senelerce eksikliğini hissetmişiz de, bulduğumuzda tüm hayatımız değişecek sandığımız bu durum, genellikle adanmışlığı da beraberinde getiriyor. Bu adanmışlık, bağlanma ihtiyacı ve anlam arayışının da sonucu aslında. Çünkü aşk, sadece bir duygudan ibaret değil. Kendimizi mutlu, huzurlu ve güçlü hissettiğimiz; dünyanın daha yaşanılır bir yer, sorunların çözümlü, tüm insanların iyi ve güzel olduğunu düşündüğümüz bir süreç aynı zamanda.

Kalpler ve kelebekler

Yıllar önce çalıştığım bir kurumda bir arkadaşım “Âşık oldum diye gelenlere ne diyorsun?” diye sormuştu. Gülümseyerek “Herkese farklı bir şey söylüyorum.” dediğimde şaşırmıştı. “Öyle değil mi?” dedim, “herkes aşkı aynı mı yaşıyor?”. Fizyolojik etkileri benzer olsa da hepimiz aşkı farklı hissediyor, farklı yaşıyoruz. Çünkü ‘ben’den ‘biz’ geçişle birlikte ‘ben’den bir başka ‘ben’e de geçiyoruz. Bu yeni ben, kendini koruyarak biz’in bir parçası olabilmeyi başardığında kalbimizi ve kelebekleri daha doğru değerlendirebiliyoruz. Ben ya da biz’den biri baskın olduğunda ise, ya bir başkasıyla birlikte bir sürecin parçası olamıyor ya da benliğimizi yitirerek bir bağımlılığın parçası oluyoruz.

Oysa başlangıçtaki sınırsız duygularla değil bu yeni insanla birlikte ayakları yere basarak yaşamayı başarabildiğimizde ve başlangıçtaki sınırsız umut ve mutluluk potansiyelini mevcutla birleştirebildiğimizde aşkta var oluyoruz. Bir zamanlar bir yerlerde şöyle bir cümle okumuştum: “Okunduğu gibi yazılır ama yazıldığı gibi yaşanmaz aşk…” Siz de bir aşkın büyüsüne kapılıp içinde kaybolmadan var olabilmek için uçmayı kelebeklere, onları izlerken aldığınız keyfi kendinize bırakın…

Yazıldığı gibi yaşayacağınız aşklara…