Ne kadar tuhaf bir başlık oldu değil mi? Bu ifade bana ait değil. The New York Times gazetesine ait. Dünyaca ünlü bu gazetenin, 11 Eylül saldırılarının üçüncü yıl dönümü için yayınladığı başyazısında şöyle deniyor:  

"Üç yıl içinde ne olduğunu bilmeden, ne olduğunu bilmenin mümkün olduğunu anlamaya başladık".  

Biz bu ifadenin, Amerikan toplumu açısından anlamlandırılmasını o büyük gazeteye bırakalım, ama bizim açımızdan baktığımızda da yine bir sürü muamma ve malumla karşı karşıya olduğumuzu görürüz.  

Üç yıldır hala, saldırıların gerçekte kimin tarafından ve ne maksatla yapıldığını bilmiyoruz.   

Amerika'da hem ora vatandaşı olarak, hem de yabancı uyruklu olarak her milletten ve her dinden insanların mevcut olduğunu herkes bilir. Bu demografik yapı haliyle caddelere, işyerlerine ve nakil vasıtalarına da yansımaktadır. "Terör saldırıları yapan" uçaklarda da aynı durum söz konusuydu.  

Uçakların mürettebat ve yolcularının hepsi öldü. Ne bir tanık ne de sanık ifadesi söz konusu. Buna rağmen, yolculardan Suudi Arabistan uyruklu 15 Müslüman (?), terörist ilan edildi.  

Tanıyanlarının söylediklerine göre bu insanlar, öyle dindar kişiler de değillermiş. Barlara gidip içki içen, dans eden, sıradan bir hayat tarzı olan insanlarmış. İçlerinde yeni evliler olduğu gibi, evlenmek üzere olan nişanlı kişiler de varmış. İş-güç sahibi imişler.  Psikolojik yapıları itibariyle de gayet normal şahıslarmış.  

İstihbarat kuruluşları da onların birbirleriyle tanışmadıklarını, ayrı çevrelerin insanları olduğunu tespit etmiş. Ölüm uçuşu hariç, muhtemelen hayatlarında hiç bir araya gelmemiş ve birbirlerini hiç görmemişler. Aralarında hiçbir telefonlaşma, fakslaşma ve mektuplaşma da olmamış. Aksi halde çok önceden CIA tarafından yakalanırlarmış.   

Peki nasıl olmuş da hepsi aynı kararı verip, aynı gün aynı saatte, birkaç kişilik guruplar halinde o dört uçağa göre dağılarak  bilet alıp, uçuş sırasında aynı anda kalkıp müşterek bir eylem yapmışlar?  

Efendim, şöyle olmuş: "Bağlı oldukları tek merkez, her birini ayrı ayrı yönlendirmiş".  

Olayların hemen ertesi günü ortaya atılan bu iddiaya en güzel cevabı, Hollywood'dan bir film yapımcısı vermişti:  

"Biri benim önüme böyle bir senaryo getirirse, o yazdıklarını suratına fırlatır, kendisini de kovarım."  

Ne var ki bu senaryo, büyük kişilerce (?) yazılmıştı. Bu yüzden de bütün dünyaca kabul edilmişti.  

Şu sıralarda, Amerika'da 11 Eylül 2004 günü başlayan ve 18 Eylül'de bitecek olan "terör kurbanlarını anma" törenleri düzenlenmektedir. Bu törenlerde, "acının portreleri" adı altında ölen pek çok kişinin hayat öyküleri okunuyor. Yine bu törenlerde, haklarında gıyabî olarak "terörist" hükmü verilmiş ölü şahıslara lanetler ediliyor ve bütün İslam ülkeleri terörist yuvası diye anılıyor.  

O saldırılarda ölen ve kaybolanların toplam sayısı 2749'du.  

11 Eylül'den bugüne kadar "terörle mücadele" adlandırmasıyla, Amerika'nın saldırdığı, Afganistan ve Irak'ta katledilen masum Müslümanların sayısını ise bilen kimse yok. Sakatlanan, aşağılanan, işkence edilen ve ırzına geçilenlerin de.  

Bugün bütün dünya şunu bilmektedir ki, 11 Eylül saldırıları ile ilgili Amerikan isnatları,sağlam delillere dayanmamaktadır. Hatta bunun da ötesinde, Amerika aleyhine şüpheli bir durum sözkonusudur.  

Irak'ta kitle imha silahları bulunamayışı da göstermiştir ki, ABD yönetimi tamamen keyfî ithamlar yapmakta ve keyfî saldırılar düzenlemektedir.  

Yine bugün bütün dünya bilmektedir ki, "terörle mücadele" bir senaryodur. Gerçek olansa ABD'nin, Ortadoğu'ya ait zenginlikleri yağmalamaya koyulduğudur.  

Yani, vahşi batının kovboyu "bir avuç dolar için" kan dökme huyuna avdet etmiştir. Bunu maskelemek içinse "demokrasi, insan hakları, barış, huzur" gibi yalan senaryolar uydurmaktadır.  

Irak halkı, o saçma-sapan senaryoyu Amerikan askerinin suratına fırlatma kahramanlığını gösterebilmiştir.  

Evet bütün bunlar, artık herkesçe malumdur.  

Şimdilik muamma olan ise Ortadoğuluların, o işgalci askeri bölgeden kovup kovamayacaklarıdır.  

Bunu başarmak ise, ancak birlik-beraberlikle mümkündür.