19. Yüzyıl başlarında dönemin  en büyük sömürgeci devleti İngiltere’nin Ortadoğu siyasetinde, Hindistan’dan uzanan Baharat Yolu’yla Çin’den uzanan İpek Yolu’nun kesiştiği Irak ve Arabistan coğrafyasının stratejik önemi son derece büyüktü. İngiliz İmparatorluğu’nun varlığını sürdürebilmesi, ulaşım güvenliğini sağlayabilmesi ve ekonomisini koruyabilmesi için, Avrupa’daki güç dengesinin korunması, açık denizlerin kontrolünü elinde bulundurması ve dünya petrol rezervlerini ve dağıtım yollarını kontrolü altında tutması gerekiyordu. (Bugün İngiltere’nin yerini ABD almıştır.)  

İngiltere, yüzyıllar boyunca, diğer büyük devletlerin etki alanına girmesi durumunda küresel dengenin kendi aleyhine bozulacağı için, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumaya çalışmıştı. Kırım Savaşı sonrasında imzalanan Paris Anlaşması (1856) da bu amaca yönelikti. 

Genel olarak Osmanlı toprak bütünlüğünü korumaya çalışan İngiltere 1877-1878 Türk Rus Savaşı sonrasında Osmanlı’yı yaşatmanın ve toprak bütünlüğünü korumanın artık olanaksız olduğunu anlamıştı. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler tarafından parçalanmakta olduğunu gören İngiltere de, ilk hamle olarak Mısır ve Kıbrıs’ı işgal etmişti.  

Musul, stratejik konumu, zengin ve verimli topraklarıyla tarihin her döneminde önemini koruyan bir bölge olmuştu. 1055-1056 tarihinde Selçukluların eline geçen Musul, o tarihten sonra hep Türklerin elinde kaldığı için, tarih boyunca vatan toprağı sayılmıştı. 20. yüzyılın hemen başlarında petrolün petrolün keşfedilmesi sonrasında  Musul’un stratejik önemi daha da artmış, başta İngiltere olmak üzere, bütün emperyalist devletlerin hedefi olmuştu. 

Dönemin en büyük emperyal devleti olan İngiltere’nin Musul bölgesine olan ilgisi I. Dünya Savaşı’ndan çok önce başlamıştı. 1915’te Sir Mauric Bunsen’in başkanlığında kurulan Asya Türkiyesi’ni İnceleme Komisyonu”, savaş sonrasında Musul’un kesinlikle İngiltere’nin kontrolünde olmasını öneriyordu.

MODROS MÜTAREKESİ İMZALANDIĞINDA MUSUL’DA KİM VARDI?

31 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığı gün, Osmanlı yönetimi, Türk ordusunun elinde bulunan yerlerin Osmanlı’ya bırakılacağını umuyordu. Musul da mütarekenin imzalandığı gün Ali İhsan Paşa’nın (Sabis) elindeydi. Fakat, mütareke koşullarına aykırı olarak askeri harekatı sürdüren İngilizler, 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’dan Musul’un boşaltılmasını istediler. Bu arada bazı Arap kabileleri, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Türk birliklerine saldırarak silah ve erzaklarını binek hayvanlarını yağmaladılar.

Mütareke metnini 3 Kasım 1918 günü alan Ali İhsan Paşa, İngilizlere, askeri harekatın 31 Ekim 1918 günü öğle üzeri durduğunu bu nedenle, İngilizlerin Musul’a girme haklarının olmadığını söylüyordu. İngiliz Irak Ordusu Başkomutanı General Marshall ise, 7 Kasım 1918 günü Musul’u işgal için emir aldıklarını, İhsan Paşa’nın  15 Kasım 1918 günü öğlene kadar kenti boşaltması gerektiğini söylüyordu. 

Ali İhsan Paşa, 9 Kasım 1918 günü, Sadrazam İzzet Paşa’dan 15 Kasım 1918 tarihine kadar Musul’u boşaltma emrini alınca,  Nusaybin’e çekilerek Musul’u İngiliz işgaline bırakmak zorunda kaldı. 15 Kasım 1918 günü Musul merkezi, 6 Aralık’ta ise vilayetin tamamı Türk birliklerince boşaltılmış, Musul’da İngiliz işgali ile birlikte Musul sorunu dönemi başlamıştı.

…………

25 Nisan 1920’deki San Remo Konferansı’nda varılan uzlaşmaya göre İngiltere Musul petrol gelirlerinin % 75’ine, Fransa da % 25’ine sahip olacaktı. İngiltere, 1920 Aralık ayında, Suriye’yi de etkileyen Arap isyanları sonunda Musul, Kerkük ve Süleymaniye halkının tepkisine rağmen, Emir Faysal’ı düzmece bir oylamayla Irak Kral’ı ilan etmişti.

Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına göre Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye, Türkiye’nin bölünmez sınırlarını belirleyen Misak-ı Milli’yi hazırlanmıştı. 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından da kabul edilen Misak-ı Milli’ye göre, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 günü Türk Ordusu’nun elinde bulunan, Türk ve İslam çoğunluğun yaşadığı Osmanlı toprakları milli sınırlarımız içinde sayılıyordu. Buna göre Musul da Misak-ı Milli sınırları içindeydi. 

Sakarya Savaşı’nın Türkiye’nin zaferiyle sonuçlanması İngiltere’yi endişelendirmiş, Türkiye’nin Musul’u ele geçirme olasılığı göz önünde bulundurularak, TBMM Hükümeti’ne karşı izlenen politikanın sertleştirilmesine karar verilmişti. 

Kurtuluş Savaşı sürecinde TBMM Hükümeti, Musul’u her zaman vatan toprağı olarak kabul etti, fakat savaş koşulları ve Musul’a ulaşan demiryollarının Fransa’nın denetiminde bulunması nedeniyle konuyla gerektiği gibi ilgilenememişti. 

Buna rağmen, 1922 yılı başlarında Antep Milli Kuvvetleri Komutanı Özdemir Bey (Şefik Bey) emrindeki birlikler bölgeye gönderilmiş, Ağustos ayında önemli başarılar elde edilmiş, 31 Ağustos 1922 günü Derbent'te yaşanan muharebede İngilizler mağlûp olunca Musul, Kerkük ve Süleymaniye birkaç gün içerisinde Özdemir Bey’in kontrolü altına girmişti. Özdemir Bey’e, Musul halkının verdiği desteğin yanı sıra, Tunus ve Cezayirli gönüllüler de katılmıştı. 

Özdemir Bey, Aralık 1922’de, İngilizlerin hava saldırıları ve taarruzları sonunda geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu olaydaki kahraman aslında Şefik Bey’di. Operasyonun adı Özdemir Bey Operasyonu’ydu. O nedenle 31 Ağustos 1922’de  Musul’u İngilizlerden geri alan kahraman Özdemir Bey olarak anılır. 

1922 yılının Eylül ayında Osmanlı’nın başarılı komutanlarında Cafer Tayyar Paşa, M. Kemal’in yönlendirmesiyle, TBMM tarafından Musul’u geri almak üzere görevlendirilmişti. Kısa sürede bölgede devlet otoritesini yeniden canlandıran Cafer Tayyar Paşa, çalışmalarını sürdürürken TBMM tarafından generalliğe terfi ettirilmişti (24 Eylül 1922). 

Cafer Tayyar Paşa sorumluluğundaki VII. Kolordu’yu kısa sürede düzene sokup Musul’a yürüme kararı aldığı gün Nasturi isyanı patlak verdi. C. Tayyar Paşa kısa sürede isyanı bastırdı ve Musul’a yürümek için Ankara’nın onayını beklemeye başladı. Ankara Musul sorununu diplomasi yoluyla çözme yolunu seçtiğinden operasyona onay vermedi. 

Lozan öncesinde iki kez elimizden kayıp giden Musul, 1924 Mayıs ayında İngilizlerle Türkiye Cumhuriyeti arsında İstanbul’da yapılan Haliç Konferansı’nda önümüze çıkan fırsatı değerlendirecek kadrolarımızın olmaması nedeniyle yine elimizden kaçmıştı.

MUSUL LOZAN’IN EN ÖNEMLİ GÜNDEM MADDESİ OLMUŞTU

  1. Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandığında Musul, Osmanlı’nın Musul orduları komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın elindeydi. 16. maddesinde ‘Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına teslim olunacaktır’ dendiğinden, İngilizler Mütareke’yi imzalamakta bir sakınca görmemişlerdi. Bu ihtilaflı durum nedeniyle Musul, Lozan görüşmelerinin en zorlu tartışmalarına konu olmuştu. Türk temsilcisi İsmet Bey (İnönü) ile Britanya temsilcisi Lord Curzon arasında aylar boyu süren tartışmalardan bir sonuç elde edilmemiş ve Lozan görüşmeleri kesintiye uğramıştı. 
  2. Misak-ı Millî belgesini didik didik analiz ettiğini söyleyen Lord Curson’a göre belgede büyük çelişkiler vardı ve Misak-ı Millî’nin hangi sınırlar içinde uygulanacağı anlaşılmıyordu. Belgede Kürtler’den söz edilmiyor, yalnızca Arap çoğunluğun oturduğu yerlerde plebisit yapılacağı belirtiliyordu. Türk tarafının, çoğunluğunu Türk ve Kürtler’in oluşturduğunu iddia ettiği Musul’da plebisit yapılmasını istemesi büyük çelişkiydi. Curzon’a göre konu ancak ‘tarafsız devletlerin oluşturduğu’ bir kurum olan Cemiyet-i Akvam’da (Milletler Cemiyeti) çözülebilirdi.

Musul konusundaki anlaşmazlık nedeniyle  4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayan Lozan  Barış Görüşmeleri’nin ikinci turu 18 Nisan’da başladı ve taraflar Musul hariç, diğer konularda anlaştılar. 

1924 HALİÇ KONFERANSI’NDA KAÇAN FIRSAT 
 Türkiye ile İngiltere’nin dokuz ay içinde Musul konusunda bir anlaşmaya varmalarını öngören Lozan Anlaşması’nın 3. Maddesi  gereğince, Türk-İngiliz görüşmeleri, 19 Mayıs 1924´te, İstanbul´da, Kasımpaşa’daki eski Bahriye Nezareti (bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) binasında yeniden başladı. 

Haliç Konferansı’ndaki görüşmelerde Türk Heyeti’ne TBMM Başkanı ve İstanbul Milletvekili Fethi Bey, İngiliz Heyeti’ne ise Britanya’nın Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox başkanlık ediyordu. 

(Buraya dikkat) İngiltere’de ilk kez iktidara gelen İşçi Partisi Hükümeti, kendilerinden önceki yönetimin Musul politikalarını haklı bulmuyor, özellikle Musul’un Mondros Mütarekesi’nden sonra ‘fethedilerek’ alınmasını çok yakışıksız bulduklarını ifade ediyordu. 

Bu durum, Türkiye’nin değerlendirmesi gereken çok önemli bir fırsattı. Fakat, ele geçirilen bu çok önemli fırsat maalesef değerlendirilemedi. Britanya’nın İstanbul’daki temsilcisi Lindsay’in belirttiği gibi, “Türkiye’de, Musul konusunda bilgili ve konuyla ilgili bir tek insan yoktu. Dolayısıyla Türk kamuoyunun baskısından çekinmeye de gerek yoktu!

Görüldüğü gibiİ bilgisizlik ve bilgisizliğin getirdiği ilgisizlik nedeniyle Musul’u, 1924’te yapılan Haliç Konferansı’nda bir kez daha kaybetmiştik. 

Haliç Konferansı 19 Mayıs 1924 günü çalışmalarına başlayan  Haliç Konferansı’nın açılış konuşmasını yapan Ali Fethi Bey, nüfus bakımından üçte ikisi Türk ve Kürtlerden müteşekkil olan Musul’un, coğrafi bakımdan da Türkiye’nin bir parçası olduğunu bilimsel kanıtlarla ortaya koymuştu. Fakat, Türk tarafında uluslar arası hukuku bilen yeterli sayıda kadro olmamasından yararlanmak isteyen İngiliz Heyeti Başkanı Sir Percy Cox, sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürmekte ısrarlıydı. 24 Mayıs 1924 günkü toplantıda İngiltere Heyeti Başkanı Sir Percy Cox, masaya yeni bir teklif getirdi ve Musul’un yanı sıra Hakkari’nin de bir kısmının kendilerine verilmesini istedi. Hakkari’den Musul’a göç etmiş olan Nasturiler için toprak isteyen İngiltere, konunun çözümünü  Milletler Cemiyeti’ne taşımak için görüşmeleri yokuşa sürüyordu.

Haliç Konferansı sürerken, Türkiye Musul’u almak için askeri bir harekata girişirse, İtalya’nın, St. Jean de Maureinne Antlaşması’yla kendisine vaat edilen Türk topraklarını işgal edeceğine söylentileri yayılmaya başlamıştı. Bu söylenti Türkiye’de heyecan yaratmış, fakat, İsmet Paşa’nın Türk-İtalya ilişkileriyle ilgili açıklamalarıyla durum normale dönmüştü.

Haliç Konferansı on günlük bir aradan sonra 5 Haziran 1924 günü son toplantısını yaptı. Ali Fethi Bey, Ankara’nın talimatına uyarak yeni bir görüşme çağrısı yaptı, fakat  İngilizler tutumlarını değiştirmediler ve konferans anlaşma sağlanamadan dağıldı.

Haliç Konferansı, kaderin bir kez daha önümüze getirdiği Musul’u kaçırmamızın inanılmaz hikayesidir, fakat biz Musul’u Lozan müzakerelerinde de değil, çok önceleri, İttihat ve Terakki Fırkası’nın tahttan indirdikleri II. Abdülhamit’in petrol haritasını devletleştirmeleri sonucunda  kaybetmiştik. 

Yeni yılın Türk Dünyasına, İslam alemine ve tüm okuyucularımıza hayırlı olmasını diliyorum. 


YARIN:  ÖZDEMİR BEY (ŞEFİK BEY) MUSUL’U GERİ ALMIŞTI, AMA..