EBEDÎ ÂLEME İNTİKALİNİN 27. YILDÖNÜMÜ VESİLESİYLE SEYİT AHMET ARVASÎ HOCAYI RAHMET, HASRET VE HÜRMETLE ANIYORUZ.
Merhum Seyit Ahmet Arvasî çok yönlü bir fikir adamıydı: ‘Asrın Yesevîsi’, ‘Türk-İslam Ülküsünün Mütefekkiri, ‘Millî Sosyolog’, ‘Psikolog’, ‘Pedagog’ ‘Filozof’, ‘Mektep Adam’, ‘Tâvizsiz Müslüman’, ‘Millî Entelektüel’, ‘Eğitimci’, ‘Zirve Adam’, ‘Şair’, ‘Dâvâ Adamı’, ‘Misyonu ve Vizyonu Olan Lider’, ‘Eylem Adamı’… O’nun için kullanılan sıfatlardan bâzılarıdır. Hepsi de Seyit Ahmet Arvasi’ye uygundur.
Dâvâ adamıydı. O’nun dâvâsı; Türk gençliğine ve Türk milletine Türk İslam Ülküsü’nü anlatmak ve benimsetmekti. Dâvâsını güler yüzle, tatlı dille, sağlam bir mantıkla ve sâkin-inandırıcı bir üslupla anlatır, dinleyeni mutlaka ikna ederdi.
Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimizin torunu Hz. Hüseyin (ra) Efendimizin soyundan gelmekte idi. ‘Seyyid’ idi. Ecdadı; Van’ın Müküs (Bahçesaray) kasabasına bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. 15 Şubat 1932 tarihinde Ağrı İli’nin Doğubeyazıd kasabasında doğdu. 31 Aralık 1988 tarihinde, 56 yaşında iken İstanbul’da ebedî âleme intikal etti.
Son asırda yetişen zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir büyük İslam âlimi ve ruh bilgilerinin mütehassısı, büyük velî Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazretleri ile aynı ailedendir.
Seyyid Abdülhakim Arvasî, 1865 yılında Van’ın Başkale kazasında doğdu, 1943 senesinde Ankara’da vefat etti. Son görevi İstanbul’da İlahiyat Fakültesi’nde tasavvuf dalında müderrislikti. Müderrislik, ‘ordinaryüs profesör’ unvanına denktir.
Seyit Ahmet Arvasî, İlk ve ortaokulu bitirdikten sonra imkânsızlıklar sebebiyle liseye gidemediği için Erzurum Öğretmen Okulu’na kaydoldu ve 1952senesinde diploma alarak öğretmen oldu. Konya ve Ağrı’da köyde öğretmenlik yaptı. Öğrencileri çok fakirdi. Onların kalem, silgi ve defter-kitap ihtiyaçlarını karşılar, maaşının çoğunu onlar için harcardı.
Askerlik vazifesini bitirdikten sonra tekrar öğretmenliğe başladı. 1958 senesinde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümünü bitirdi. Van’ın Erciş, Balıkesir’in Savaştepe ilçelerindeki öğretmen okullarında talebe yetiştirdi. Aynı zamanda eserler yazıyor, gençliğin kendi kültür ve medeniyetine sâhip çıkmaları için gayret ediyor, konferanslar veriyor, gazete ve dergilerde makaleler yazıyordu. 1979 yılında emekliye ayrıldıktan sonra İstanbul’a yerleşti. Bütün zamanını, ibâdete ve ibâdetle eşdeğerde gördüğü yazmaya ve gençliği eğitmeye hasretti.
Emekli olduğu yıl, Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi'nde Genel İdare Kurulu Üyesi sıfatıyla aktif siyasete atıldı. Diğer yandan çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Her gün Gazetesi'nde, ‘Türk-İslam Ülküsü’ başlığı ile günlük makaleleri yayımlandı. 12 Eylül 1980 darbesine kadar partideki görevini ve yazılarına devam etti. Darbenin ardından Mamak Cezaevi'ne hapsedildi. Burada işkencelere mâruz kaldı ve ilk kalp krizini burada geçirdi. Tahliye olduktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazdı. Türkiye Gazetesi'nde Hasbihal başlığı ile makaleleri yayımlandı.
Arvasî'nin Mamak'ta geçirdiği kalp krizini Alpaslan Türkeş şöyle anlatıyordu:
‘Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara Mevki Hastanesi'ne kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey'in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedâlaştık’
Dünya görüşünü şöyle açıklıyordu:
“Ben İslâm, îmân ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda azîz ve mesûd görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna asla yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında şanlı Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); ‘Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz.’, ‘Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir.’ ‘Vatan sevgisi îmândandır.’ hadîs-i şeriflerine bağlıyım. Yine şanlı Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); ‘İlim mü'minin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.’ hadîs-i şerîflerindeki mukaddes ölçüye bağlı olarak, hızla muasırlaşmak gereğine inanmaktayım. Bu, Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu olacaktır.
Asla, unutmamak gerekir ki, yabancı ideolojiler, yabancı ve istilâcı devletlerin fikir paravanaları olup, milletleri içten vuran sinsi tuzaklardır. Bunu bildiğim, buna inandığım içindir ki, Türk milletini parçalama oyunlarına ve tertiplerine karşı durmayı, büyük bir namus ve vicdan borcu bilmekteyim.”
Türk, bütün varlığı ve heyecanı ile İslamiyet'e koşarken, hasretle beklediği dine kavuşmanın mutluluğunu yaşamıştır. ‘Allah’tan başka ilah yoktur.’ diyen, ‘cihad’ emri ile ‘Alplik’ ruhunu besleyen, öte yandan ‘Hak yolda’ âlimlerin akıttığı mürekkebi, şehid kanından daha mübârek bulan İslamiyet, kısa zamanda Türk’ün ruhunu keşfetmekle kalmamış, Türk’ü yeniden Türk’e buldurmuştur.’
Gazetedeki makalenin genel başlığına, kitabına ve fikriyatına neden Türk İslam Ülküsü adını verdiğini merhum şöyle ifade etmiştir
“Neden şu veya bu ad altında toplanmayı değil de 'Türk-İslam Ülküsü’ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, Emperyalizm, Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile vatan çocuklarını din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır... Bunun için, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur. Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten ‘sentez’, tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yılllardan beri kullandığımız ‘Türk-İslam Sentezi’ yerine, ‘Türk-İslam Ülküsü’ sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını Türk-İslam Ülküsü olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.”
Seyit Ahmet Arvasî, neden Türk milliyetçisi olduğu yönünde kendisine sorulan bir soruya cevaben:
“Ben Afrika'nın ortasında doğmuş bir zenci olsaydım ve bu aklım da bende olsaydı yine Türk milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Amentü'ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk milletinin de İslâm âleminin de mazlum milletlerin de kurtuluşu Türk milliyetçilerindedir, Türk - İslâm ülkücülerindedir.
Ülkücülük; ülkemiz ve yeryüzünde Allah'ın nizamını hâkim kılmak içindir. Kendine metod olarak, Allah ve Resulü'nü ölçü alan bir iman hareketinin adıdır. Ülkücü; egosunu yenen idealisttir, iman, aşk, aksiyon ve karakter adamıdır! Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur.
Sahabe döneminden sonra İslam'a en büyük hizmeti yapan Türklerdir. Bu millet yüzyıllarca İslam âlemini korumuş, kollamış ve bu uğurda hiç çekinmeden oluk gibi kanını akıtarak milyonlarca şehit vermiştir. Bunun yanı sıra İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesine de maddî manevî büyük katkıları olmuştur. Türk milleti İslam’la bütünleşmiş ve iç içe girmiş bir millettir... Avrupa'ya gittiğinizde hangi millettensin diye sorarlar. Eğer Türküm dersen ikinci soruya muhatap olmazsın. Çünkü bilirler ki sen Müslümansın. Türk demek Müslüman demektir.”
Türk-İslam Ülkücüsünü târif ederken şöyle demiştir:
"Türk-İslam Ülkücüleri, sosyal kültürel, ekonomik ve politik hayatta, bir taraftan ‘yenileşmeye, çağdaşlaşmaya, gelişmeye’, diğer taraftan da bizi biz yapan millî ve mukaddes değerleri korumaya’ önem verirler. Yani ‘millî şahsiyete bağlı bir inkılâpçı ruh ve şuur’ taşırlar. Türk-İslam Ülkücüsü, inkılâpçılığı, soysuzlaşma ve yabancılaşma, muhafazakârlığı katılaşma ve yerinde sayma olarak anlamazlar.”
Türk milliyetçiliğinin davası Allah ve Resul'ünün davasıdır, diyen Arvasî Hoca, yeniden Türk-İslam medeniyetine doğru giden ülkücüye yolunu göstermiştir:
"Kendini Allah ve Resulü'nün dâvâsına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını ve mevkiini, din ve devleti, mülk ve milleti için fedâya hazır, şanlı, mukaddes, ay yıldızlı bayrağın gölgesinde dövüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsüne fâni olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı tarihimizin doğurduğu, Allah ve Resulü'nün hizmetine sunulmuş ve küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen kadrolardır. Bunlar Mümin'lere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşanları kınayanların kınamasına aldırmayan yiğitlerdir. Bu nesil Allah'ın İslam âlemine ihsanıdır.
Türk töresi, ahlak nizamı, gelenek ve görenekleri, kültür ve medeniyeti, asırlardan beri İslam ile kaynaşarak ve şekillenerek yepyeni bir medeniyet kurmuştur. Bizim de kendimize mahsus, orijinal bir kültür ve medeniyetimiz vardır ve ismi Türk - İslam medeniyetidir.
Şanlı Peygamberimizin (s.a.v.) ‘İlim müminin kaybolmuş malıdır. Nerede bulursa almalıdır.’ tarzında formülleştirdiği mukaddes ölçüye bağlı olarak, hızla muasırlaşmak gereğine inanmaktayım. Bu Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu (rönesansı) olacaktır.
Bizim milliyetçiliğimizde batıda olduğu gibi ırkçılık yoktur! Bizler Kur'an ve Sünneti rehber edinen bir Milliyetçilik anlayışına sahibiz! Fakat İslam ve Türklük düşmanları, İslam ve Türklük gibi bu iki mukaddes varlığımızı birbirine düşmanmış gibi göstermekten vazgeçmiyorlar! Türk devletini yıkmak ve Türk devletini parçalamak isteyen bölücüler, aslında sadece Türklüğe değil, İslam'a da ihanet etmektedirler.’
Seyyid, yani Hazreti Peygamberimizin (s.a.v.) mübarek neslinden olması dolayısıyla, soyu Arap olan Arvasi hocanın Türklük sevgisi Arvasi ailesinden gelmekte olup, günümüzde de Arvasîler, vatan, millet ve devletlerine gönülden bağlı dürüst vatandaşlardır. Ailenin büyüklerinden merhum Seyit Abdulhakim Arvasi'de (rahmetullahi aleyh) tam bir Osmanlı ve Türk sevdalısıdır. Osmanlı devletinin çöküş yılları döneminde Arabistan'a giden Abdulhakim Arvasî Hazretlerine Arap yetkililer çok ısrarda bulunarak, orda kalmasını, kendisine her türlü imkânın tanınacağını söylemişlerdir. Ancak bütün ısrarlara rağmen orada kalamayacağını belirtmesi üzerine bir yetkili, ‘Osmanlı zaten öldü, Türk diye bir şey kalmamıştır.’ demesi üzerine, Seyit Abdulhakim Arvasî Hazretleri; ‘Dünyada iki Türk kalsa birisi benim’ cevabını vermiştir.
Mekânı Cennet olsun inşa'Allah, Seyit Ahmed Arvasî hoca ömrünü imanlı, ihlâslı, vatanperver gençler yetiştirmeye adamıştı, bu mücadelesinde de başarılı oldu. Yarınları aydınlatacak ve Türk gençliğine rehber olacak birçok kıymetli eser bıraktı.
Bilgeoğuz Yayınları / Oğuzhan Cengiz, Seyit Ahmet Arvasî’nin bütün eserlerini, 20 ciltlik bir külliyat olarak yeniden yayınlayıp Türk genliğine, Türk kültür hayatına armağan etti.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: [email protected] www.bilgeoguz.com.tr