MUSTAFA YUMAK HOCA DA HAKK’A YÜRÜDÜ!.. (2)
Mustafa AKKOCA
1960’lı yılların başındayız. 1961 Anayasa’nın getirdiği geniş hürriyetler ve serbestlik vasatında, daha önceleri konuşulamayanlar konuşuluyor, yazılamayanlar yazılabiliyordu.
Bu yıllarda, İstanbul’da, husûsiyle, Dâhl-i Sûr’daki Selâtîn Cam’i’lerde genç vaizler, ateşli konuşmalar yapıyorlar. Osmanlı devrinden beridir, devam eden cam’i’n bir köşesinde, mihrabın sağında, minber’in arkasında, yüksekçe bir minder’e oturmuş, önündeki rahle’nin üzerindeki kitap’tan etrafında toplanan on-onbeş kişiye va’az dönemi kapanmış, cam’i’n bütününe hâkim, kurulan ses yükseltme sistemiyle de cam’i’lerin son cemaat yerlerinde, hattâ dış avlularında bile rahatlıkla duyulan bir sesle vâiz’lerin hitap edebildiği bir devir başlamıştı.
Bu yıllarda Salâtîn Cami’lerde va’azlar Cum’a günleri Cum’a Namazından önce, hafta içi günlerde ise, öğle ve ikindi namazlarından sonra yapılırdı. Süleymaniye, Sultanahmed, Bayezid, Fatih, Yenicami, Eyüp gibi Salâtîn Cam’i’lerde genç vaizler Cem-i Gafîre, (çok kalabalık cemaate) hitap ederlerdi. Öğleden sonra Yenicami’i’de va’az eden vâiz, İkindiden sonra da Şehzâde Cami’inde olacağım, diye anons ettiğinde, Yenicami Cemaati’nin pek az istisnâ ile neredeyse tamamı, aynı vâizi dinlemek için Şehzâde Cami’ine koşuşurdu.
Alosonyalı Küçük Cemal Efendi, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Dr.Fuat Çamdibi, Gönen’li Mehmed Efendi-aynı zamanda Sultanahmed Cami’i Başimamıydı.- gibi yaşlı vâizler yanında genç vâizler vardı.
Hüseyin Kaplan, (Kasımpaşa’da Bahriye Askeri olduğu sıralarda, Askerî kisve ile Salâtî’n Cam’i’lerin kürsülerine çıkıp va’az ettiği için cemaat arasında lakabı “Bahriyeli” idi) Seyfeddin Alkan, Mehmed Arıkan, Mustafa Yumak, (Merhûm), Feyzullah Değerli (Merhûm), İhsan Toksarı gibiler...
Hüseyin Kaplan, Mehmed Arıkan ve Seyfeddin Alkan bir üçlü, Mustafa Yumak, Feyzullah Değerli ve İhsan Toksarı bir başka üçlüyü oluşturuyorlardı. Yalnız İstanbul’da değil, haklı olarak tüm Türkiye’de meşhûr olmuşlar, 1960’lı, 1970’li yıllarda, her yerde itibar edilen sevgi halesine alınan seçkinler haline gelmişlerdi.
Pek tabiî ki, devrin siyâset bezirganlarının da dikkatini çekmişler, siyâset adamları da kendileriyle yakından alakadar olmaya başlamışlardı...
Hüseyin Kaplan, Mehmed Arıkan ve Seyfeddin Alkan hocalar, diğerlerine nazaran, daha disipline olduklarından bu yıllarda siyâsetçilerin tahriklerine fazlaca kapılmadılar veya kendilerine izin verilmedi. Fakat, diğer üçlüden ikisi, Feyzullah Değerli ve İhsan Toksarı, iki dönem parlamentoda bulundular, siyâsetçiler tarafından fazlaca örselendikleri için itibâr kaybıyla döndüler. Fakat, cami cemaati kendilerini eski sıcaklıkla karşılamadı, Yenicami’de öğleden sonra va’az eden, va’az’ın sonunda, “İkindiden sonra da Şehzâdebaşı Camiî’nde olacağım,” diye anons edince binlerce cemaatin Şehzâdebaşı’na koşuşturduklarına bizzat şâhid olan birisi olarak, siyâseti bıraktıktan sonra, Merhûm Feyzullah Değerli’yi Şişli Cami’indeki va’azlarında on-onbeş kişinin dinlediğini öğrendiğimde içim sızlamıştı.
Mustafa Yumak Hoca da bir ara siyâsetle iştigal etti. Mahallî İdare’de vazife aldı. Bir zamanlar, Anadolu’daki pek çok il ve ilçeden çok daha kalabalık azman bir kasaba olan, İstanbul ESENLER’in Şehremini olarak seçildi. Burada başkalarına örnek olacak çalışmalar yaptı. Ayrıca, ikâmet ettiği Şişli’de, Belediye Meclisi’nde ve Belediye Başkan Yardımcısı olarak vazife yaptı. Ankara siyâsetinin kenarından döndü. İyiki, dönmüş, bu dönüş onu siyâsette örselenip, bir limon gibi sıkılıp, çöplüğe atılmaktan korumuştur. Siyâset Mustafa Yumak Hoca’ya fazlaca zarar vermeden, siyâsetin çirkefinden sıyrılıp itibarından hiç bir şey kaybetmeden, nice nice tecrübeler ekleyerek halkın arasına, cami cemaatinin arasına dönmüştür. Cemaat, Mustafa Hoca’nın siyâsi günlerini anlayışla karşılamış, sevgisini, saygısını eksiltmeksizin, yine kendisini bağrına basmıştı.
Mustafa Yumak Hoca, zillet ve meskeneti kabullenemeyen, sıradan bir memur, sıradan bir Diyânet İşleri Başkanlığı vazifelisi olarak kalamazdı. Vakıflar kurdu, vakıflara derneklere önayak oldu. Kardeşi ve yakınları vasıtasıyla ticâret de yaptı. İstanbul Kuru Gıda’nın merkezinin İstanbul, Eminönü Hasırcılar Caddesi’ndeki “Yumak Kuruyemiş ve Baharat” firmasını bu piyasanın en faal firmalarından birisi haline getirdi. Kardeşi, Merhûm Sabri Yumak sektörü temsilen, uzun yıllar İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi olarak bulundu. Yeğenleri, Numan ve Hüseyin Yumak kardeşlerle, oğlu Enes Fatîn Yumak, firmayı sektörün en itibarlı firmalarından birisi olarak hâlen yürütüyorlar.
Yumak Hoca, kendisiyle ve herkesle barışık birisiydi. Kavga ve nizadan kaçar, yüksek sesle konuşmazdı. İkram etmesini sever, cömertti. Küçük bir ihtiyaç veya ziyâret maksadıyla ticarethâneye uğradığımızda, oğlundan ayırmadığı, dükkan çalışanı Mahmud Bey’e, “Maahmud! Ne duruyorsun! Hemen Hocam’a bir takım yap, -takım dediği, baharat çeşitlerinden en fazla kullanılan bir kaç madde- derdi. Ne kadar ödemem gerektiğini sorduğumuzda, “Senin param bu dükkanda geçmez, parayla alacaksan git başka yerden al, burada bu kadar baharat dükkanı var,” diye cevap verirdi.
Sosyal tarafı çok güçlü, cemiyet ve cemaat adamlığı yanında, çok iyi bir aile reisi, babaydı.
Mesud ve başkalarına örnek olacak sımsıcak bir aile kurmuştu. Kimseye minnet etmeden çocuklarını okutmuştu.
Yumak Hoca’nın üç kızı bir de oğlu vardır. O, “Her kimki, üç kızını büyütür, terbiye eder, (elbette dinini öğretir) ve onları iyi insanlarla evlendirirse cennette benim komşularımdan birisi olur,” meâlindeki Hadis-i Şerifteki Peygamber müjdesine mazhar olanlardandı.
Mustafa Yumak Hoca Hakk’a yürüdüğünde, arkasında sevilen, saygı duyulan, itibarın zirvesinde bir isim, kendisinin boşluğunu hissettirmeyecek müşfike bir eş, şüphesiz ki her biri birer Sadak-i Câriye olan, “Hayru’l-Halef” evlâd bırakmıştır.
Ne kadar sevilip-sayıldığını, bir Ramazan Bayramı’nın ikinci gününde, pek çok seven ve sayanın ya haberdâr edilemediği, haberdar olsalar bile yetişme imkânı olmadığı halde, İstanbul-Üsküdar-Bağlarbaşı-İlâhiyat Fakültesi Camiî’nde hazır bulunan Cem’i Gafîr (çok büyük kalabalık) göstermiştir. Bu kalabalığı bizler dünya gözüyle müşâhade ederken elbette onun ruhu da temâşâ etmiştir.
Hayatındayken, aramızda bir kavlimiz vardı. “Her hangi bir vesiyle ile bir araya geldiğimizde, son yıllarda ve bilhassa cenaze teşcî merasimlerinde tevessül edilen bid’at ve hurâfelere temas eder, “Kim önce vefat ederse, diğeri, mutlakâ onun cenazesinde hazır bulunacak, cenaze namazı, teşcî ve defin sırasında, bid’at ve hurâfelere izin vermeyecektik”... Ne hazindir ki, benim onun cenazesinde hazır bulunmam mukaddermiş, Allah nasip etti, hazır bulundum...
Tabutun baş tarafına bir sarık koymuşlardı. Mustafa Yumak Hoca’nın bir din adamı, bir vâiz olduğunun remziydi. Sarık, kırmızı bir bez kaplanmış kartondan yapılmıştı, etrafına da beyaz sarık dolandırılmıştı, Cumhuriyet Sarığı...
Cenaze Namazını İstanbul Emekli Müftüsü, Muhterem Salahaddîn Kaya Hoca’mız kıldırdı, hiç konuşmadı, onun yerine tezkiye ve helallığı, İstanbul Müftü Yardımcılarından, Muhterem Yusuf Kavaklı Hoca aldı, kısa helallık konuşmasında bid’at ve hurâfeye tevessül etmedi, sünnete uygundu. İstanbul-Kadıköyü eski müftülerinden, Muhterem Tevfik Çapacı Hoca kısa bir dua yaptı.
Yâni, Cenaze Namazının kılınması, Cenaze’nin Teşciî, defin ve telkîn safahatında sünnete aykırı, bid’at ve hurâfe şâibesi hiç bir harekete şahid olmadım. Bu bakımdan da kavlimiz gibi müdahaleme ihtiyaç kalmadı. Başta, Muhterem Salahaddin Kaya olmak üzere, diğer hocalarımıza Ehl-i Sünnet Akîde’sine tam uygun bir cenaze teşcii imkânı sağladıkları için şükranlarımı arz ediyorum.
Bu vesiyle ile Merhûm Arkadaşım Mustafa Yumak Hoca’ya Rabbimim vâsî rahmetini niyaz ediyor, başta Hanımefendisi olmak üzere, oğlu Enes Fatîn Yumak’a, kızlarına ve damatlarına, yeğenleri Hüseyin ve Numan Yumak beylere ve tüm sevenlerine ta’ziyetlerimi sunar, Yüce Mevlâmızdan Sabr-u Cemîl, Ecr-i Cezîl niyaz ederim. M.A.
Yorumlar