Önce, İlâhiyatçı Prf. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, "Hristiyan ve Yahudiler Ahirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed-Mustafa salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimize inanmasalar da cennete gireceklerdir" dedi. O'na göre bizler yâni, Hazret-i Muhammed-Mustafa salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimize ve O'na indirilen Kitap, Hazret-i Kur'ân'a inananlar Muhammedî'dirler, Hristiyanlar Hazret-i İsâ'yı, Yahudiler Hazret-i Musâ'yı peygamber olarak kabul ettikleri, Allah'a ve âhiret gününe de inandıkları takdirde onlar da cennete gireceklerdir."

 

Bir başka ilâhiyatçı, Prf. Dr. Bayraktar Bayraklı, sâdece Bakara Sûresi 62. âyet-i Kerimesini dikkate alarak ve bu âyet-i Kerime'yi yanlış tefsir ederek Allah'a ve âhiret gününe inanan Hristiyan ve Yahûdî'lerin cennete girebileceklerini söylemektedir.

 

Diyânet İşleri Eski Başkanlarından Prf. Dr. Süleyman Ateş ise; Tefsirinde, "Şüphesiz İman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiî'lerden her kim ki, Allah'a ve âhiret gününe inanır, iyi bir iş yaparsa elbette onlara, Rablerinin katında mükâfat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." Meâlinden sonra, Yüce Allah yukarıdaki âyette sınırı aşanları sayıp onların gazaba ve azâba düçâr olduklarını anlattıktan sonra, bu âyetle de bir istisna yapıp kitap ehli olan milletlerden; yani Mü'minlerden, Yahûdilerden, Hristiyanlardan ve Sâbiîlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanıp iyi iş yapan kimselere korku olmadığını, onların üzüntüye ve sıkıntıya uğramayacaklarını bildirmektedir.

 

Süleyman Ateş devamla; "Tabi bu âyetin hükmüne göre Allah'a Kur'ân'ın tanımladığı biçimde şeksiz inanmak, Kur'ân-ın, melek, vahiy Hazret-i Muhammed'in de hak peygamber olduğunu inkar etmemek lâzımdır," diyor.

 

Yukarıdaki izahtan; Yahûdiler ve Hıristiyanlar, Ahîrzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed-Mustafa'ya tâbi olmasalar da, tasdik etmeseler de, sadece hâşâ, "O'da bir peygamberdir," deseler cennete gireceklerdir. Halbuki, diğer mûteber meâllerden bâzılarında bu âyet-i Kerime şöyle meâllendirilmiştir: "Şüphesiz iman edenler, yâni Yahudilerden, Hristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfâtlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir."

 

Diyânet İşleri Başkanlığı'nın meâlinde "Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hristiyanlar ve sâbiî'lerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir." denilirken Bakara Sûresinin 285., Nisâ Sûresinin 136. âyetlerine atıfta bulunulmuştur.

 

Bakara Sûresi 285. âyet-i Kerime'sinin Meâli Alisi Şudur:

 

"Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbirisi arasında ayırım yapmayız, işittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, Affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler."

 

Nisâ Sûresi 136. Âyet-i Kerimesi'nin Meâli de şudur:

 

"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır."

 

Bakara Sûresinin 62. âyeti tefsir edilirken yukarıya meâllerini aldığımız, Bakara Sûresi 285 ve Nisâ Sûresi 136. âyetlerini ve bunlara mümâsil yüzlerce âyet-i Kerime'yi dikkate almakta zarûret vardır.

 

Yukarıda meâllerini arzettiğimiz âyet-i Kerimeler dikkate alınmadan ve Bakara Sûresinin 62. ayet-i Kerimesi de derinliğine incelemeden sibâk ve siyakına bakılmaksızın sathî olarak meallendirilerek, müslümanlar ne yazık şüphe ve tevehhüme sevk edilmiştir. Bilhassa, gençlerin kafası karıştırılmıştır. Yalnız Allah'a ve âhiret gününe bir de kendi peygamberleri olduğuna inandıkları peygamberlerine inanan Yahudi ve Hıristiyanların cennete gireceği iddiası, İslâmı, imanı henüz tam olarak özümsememiş gençler arasında "Madem ki, bu iş bu kadar basit, o zaman İslâm'ın bize teklif ettiği, namaz, oruç, zekât, haram, helâl, bütün bunları hakkıyla yerine getirebilmek için çekilen sıkıntı ve fedâkarlıklara ne lüzum var?" gibi şüphe ve tevehhümler!...

 

Enes b.Mâlik radiya'llâhu anh'ın rivayet ettiği bir hadis-i Şerif'te: "Kimde üç şey bulunursa halâveti imanı tatmış olur: (iman'ın tadını) Allah ile Resûlullah kendisine başka her şeyden daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek; (Allah onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak." (Buarî İman Babı)

 

Bu Coğrafya'da yaşayan Müslümanlar Bin yıldan fazla bir zamandır, Yahûdî ve Hristiyanlarla iç içe birlikte yaşadı, komşuluk yaptı, ticaret yaptı... Fakat havralarına, kiliselerine gitmedi, imanını zaafa uğratacak bir harekette bulunmadı.

 

Sonra bir yerlerden bir rüzgar esti.

 

Türkiye'de yaşayan tüm gayrimüslim unsurlar (neye nasıl inanırlarsa inansınlar) Türkiye'deki Vatikan Temsilciliğinin öncülüğünde toplandılar, Fethullah Gülen "Hocaâfendi"nin Vatikan'da Papa görüşmesinin lüzumunu Papa'ya bildirdiler.

 

ABD'de en güçlü Yahûdî lobi kuruluşlarından (ADL)'nin araya girmesiyle Vatikan'dan Fethullah Hocaâfendi için randevu te'min edildi.

 

Dünya Sulhu(!) için bu çok önemli buluşmaya Hocaâfendi, Vatikan'ın İstanbul Temsilciliğinden Bay Marovich ile birlikte gitti. Orada tam olarak neler konuşuldu, hangi sözler verildi pek bilinmiyor. Fakat zaman zaman gerek Hocaâfendi'nin konuşmalarından gerekse Bay Marovich'in açıklamalarından geçmiş Papaların kabirlerinin ziyâret edildiği, Aziz(!)'lerin başında CEVŞEN-İ KEBİR okunduğu biliniyor.

 

Dünya Sulhu için yazılı olarak Papa'dan "misyon" talep eden Hocaâfendi için bir vaftiz merâsimi yapılıp yapılmadığı, yâ Hocaâfendi, yâ da Bay Marovich tarafından açıklanırsa bir merakımızı gidermiş oluruz.

 

T.C. Diyânet İşleri'nin eski Başkanlarından M.Nuri Yılmaz Diyânet tarihinde ilk def'a olarak Papa'yı Vatikan'da ziyaret etti. Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir "Dinlerarası Diyalog Dairesi Başkanlığı" kuruldu. (Diyânet İşleri Başkanımız, Muhterem Ali Bardakoğlu Beyefendiden, tamâmen pasifleştirilen bu dâireyi derhal kapatmasını bekliyoruz.)

 

Bundan sonra, bizim Coğrafyamızda, İstanbul'da, Şanlıurfa'da, Mardin'de serî diyalog konferansları tertip edildi.

 

Bütün bu olup bitenlerden sonra şirke, küfre düşmekten ateşe atılmak kadar çekinen Aziz Milletimizin bu hassâsiyeti büyük ölçüde törpülendi.

 

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz vak'a bu törpülenmenin bir göstergesidir; bir Müftü, İslâm Dinini temsil iddiasıyla, -1934'de "Kıyâfet Kanunu'nun kabulünden beridir, cübbe-sarık, yalnız cami içinde namaz kıldıran imamlar tarafından giyilmektedir. Bu kıyâfetle dışarlarda ancak Diyânet İşleri Başkanları dolaşabilmektedirler- cübbe-sarık da giyinerek İstanbul'da bir Amerikan Gemisi için tertip edilen Vaftiz Töreninde hazır bulunmuş, Papaz ve Haham birlikte dua etmiştir.

 

Bu müftü'nün katıldığı vaftiz merasiminin dinle Diyânetle uzaktan yakından bir alâkası yoktur; Teslis (üçleme) inancı etrafında şekillenmiş bir şirk ritüelidir. "Her kim ki, kendisini başka bir kavme benzetirse o da onlardandır." Hadis-i Şerif'i'nin mâsadakına göre, elbette bu müftü kendi durumunu değerlendirecektir. Fakat, bir müftü'nün üstelik, İslâm Dini'ni temsil iddiasıyla cübbe-sarığını da giyerek bir şirk faaliyeti olan vaftiz töreninde hazır bulunması karşısında, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın, en azından bundan sonra böyle vak'alara meydan verilmemesi bakımından sessiz kalmayacağı-kalamayacağını ümid ediyoruz....